22 Kasım 2024 Cuma

Asgari ücret zammı isyanı engellemeye yetecek mi?

Kitlelerin bilinci, çıkarlarının içte ve dışta topyekün savaşta olduğu safsatasıyla dolduruluyor, kurtuluşun yolunun ?milli silahlardan? geçtiği vaaz ediliyor. İktidarın asgari ücret zammıyla ?elinden geleni yaptığı? söyleniyor ve birlik olan ?düşmanlarımız? karşısında taşın altına elimizi koymamız, isyan etmememiz isteniyor. Siyasi propaganda mengenesi böylece tamamlanmış oluyor.
Asgari ücret 2019 yılı için 417 TL artışla 2.020 TL oldu. Bu yüzde 26’lık bir artışa tekabül ediyor. 2018 yıllık enflasyonun yüzde 24-25 olarak beklendiği düşünüldüğünde, işçiye enflasyon farkı kadar bir ücret zammı verildiği ortaya çıkıyor.
 
Krizde sermaye kesimini ayakta tutmak için tüm ekonomi politikalarını işçi sınıfını mülksüzleştirme ve şirketlere kaynak aktarımı üzerine kurmuş olan, ancak bu aktarım mekanizmaları da giderek tükenen sarayın yine de asgari ücrete böyle bir zam yapabilmiş olmasının arkasında şüphesiz 31 Mart seçimleri var. Fahiş zamlarla arttırılan doğalgaz ve elektrik fiyatındaki göstermelik indirimler de, trafik ve geçiş cezalarındaki seçici aflar da bu sürecin bir parçası. Ancak bu tavizlerin kriz altında inleyen milyonların biriken isyanına bir set çekmesi çok da muhtemel gözükmüyor.
 
Öncelikle, saray her ne kadar “Asgari ücretliyi enflasyona ezdirmedik” söylemini bayraklaştırmaya çalışsa da, bu cümle asgari ücretli işçilerin 2018’deki toplam büyümeden neredeyse hiç pay alamadığını, sadece mevcut sefalet düzeyinin korunduğunu gösteriyor. Kaldı ki bu da garanti değil. Tüm veriler 2019’da ekonomide sert bir stagflasyonun (ekonomik küçülme ile birlikte artan enflasyon) yaşanacağını gösteriyor. Yani bu 417 TL'lik artışın belki de daha yılın ilk yarısında buhar olması ve asgari ücretin yeniden açlık sınırının altına gerilemesi kuvvetle muhtemel.
 
Asgari ücret kayıt dışı istihdam ücretlerini de, nitelikli işçi ücretlerini de belirleyen çekirdek ücrettir. Ancak asgari ücretteki artış oranı hiçbir zaman bu ücretlere aynı oranda yansımaz. Örneğin Kalkınma Bakanlığı verileri 2003-2014 yılları arasındaki özel sektör genel ücretler seviyesindeki artışın asgari ücretteki artışın yaklaşık dokuzda biri kadar altında gerçekleştiğini açık bir biçimde göstermektedir. Yani 2019 yılı için asgari ücretin altında ve üstünde kalan ücretlerde enflasyon oranında bile artış yaşanmayacak olmasını bekleyebiliriz. İşte bu mutlak yoksullaşmadır.
 
Peki asgari ücretteki artış farkının ne kadarı devlet, ne kadarı sermaye tarafından karşılanacaktır? Geçtiğimiz senelerde devletin yüklendiği oran yüzde 50’ye kadar çıkabiliyordu. Erdoğan'ın partisinin grup toplantısında “Asgari ücret desteğimiz devam edecek” sözü, bu uygulamanın devam edeceğini gösteriyor. Vergi gelirlerinin üçte ikisini işçi ve emekçilerin sırtlandığı düşünüldüğünde, kendi ücret artışımızı yine kendimiz finanse edeceğiz, yani bir cebimizden alıp diğer cebimize koyacağız gibi gözüküyor. Sermaye kesimine ise yine az bir yük bindirilmiş oluyor.
 
Ancak kriz sebebiyle kısılan kârlarından daha fazla feragat etmek istemeyen, özkaynaklarını kullanmaya niyeti olmayan ve yüksek faizler ve belirsizlik sebebiyle yeni borçlanmadan çekinen sermaye kesimi, kendisine yüklenecek bu az yükü bile kaldırabilecek durumda değil. Sermayeyi korumak için sarayın dağıttığı onca kredi, hibe, teşvik ve vergi affına rağmen her gün onlarca yeni firma konkordato ve iflas ilan ediyor, üretimi kısıyor/durduruyor, dev holdingler bile borç batağında boğulmamak için bankalar önünde kuyruğa girerek borçlarına yeni taksitler ekletmeye çalışıyor. Böyle bir durumda ücretler genel seviyesindeki böylesine az bir artış bile sermayenin üretim iştahını iyice kesecektir. Bu da 2018’de kabaran işten çıkarma dalgalarını 2019’da bir tsunamiye dönüştürebilir, artan asgari ücret sınıfa azami işsizlik olarak dönebilir. Diğer bir önlem de maliyetleri azaltmak için işçi sağlığını hiçe sayacak kesintilere gidilmesi olacaktır. Yani işyerinde zehirlenme, iş cinayetleri vakalarında artış kaçınılmaz olacaktır.
 
Asgari ücretteki artışa rağmen bu artışın asgari ücretli için kısa süreli bir rahatlama sağlayacak olması, geniş ücretli kesimler için ise mutlak yoksullaşmadan koruyamamış olması, işsizlik artışını ve iş cinayetlerini frenlemeyecek olması toplumsal isyanın birikimini belli bir süre için bir nebze yavaşlatsa bile önlemeye yetmeyecektir. Özellikle işten çıkarmaların hız kesmeyecek olması asgari ücret artışını kitleler nezdinde önemsiz kılacak, işçi direnişlerinin artmasını engelleyemeyecektir.
 
İşçi sınıfına yeterli tavizi verme yetisi giderek zayıflayan burjuva-faşist iktidarın buna cevabının ise direnen işçilere yönelik polis şiddetini, tutuklama ve gözaltı terörünü arttırmak olacağını ve şovenist kudurganlığa, terörizm safsatasına ve devlet fetişine çok daha fazla başvurmak zorunda kalacağını görmek zor değil. Daha şimdiden Rojava'ya yönelik işgalci arzularını en yüksek  perdeden dillendirmesi, muhalif aydın ve sanatçılara yönelik tahammülfersa linç girişimlerine kalkışması, Gezi'ye referans vererek Sarı Yelekliler'e Fransız egemenlerinden bile daha abartılı tepki göstermesi de bu sürecin öncü adımları.
 
Bu noktada özellikle iç ve dış savaşa duyulan ihtiyaç sadece sınıfı şovenizm üzerinden bölüp rıza üretme derdinden değil, askeri-sınai kompleks üzerinden ekonomik bir değer üreterek krizi aşma ümidindinden de kaynaklanıyor. Zira şu aşamada burjuvazinin başkaca bir üretim potansiyeli yok. Kitlelerin bilinci, çıkarlarının içte ve dışta topyekün savaşta olduğu safsatasıyla dolduruluyor, kurtuluşun yolunun “milli silahlardan” geçtiği vaaz ediliyor. İktidarın asgari ücret zammıyla “elinden geleni yaptığı” söyleniyor ve birlik olan “düşmanlarımız” karşısında taşın altına elimizi koymamız, isyan etmememiz isteniyor. Siyasi propaganda mengenesi böylece tamamlanmış oluyor.
 
Ancak işlerin iktidarın öngördüğü gibi gitmesi kriz koşullarında artık çok daha zor. Nitekim, geçtiğimiz hafta AKP'nin kitle tabanınına mensup işçilerin ağırlıklı olduğu Sakarya'da bile Tank Palet işçileri fabrikanın özelleştirilmesine karşı sokaklara çıktığını gördük. Çünkü işçiler özelleştirmenin işten çıkarılma olduğunu çok iyi biliyorlar. Tank Palet işçilerinin eylemine ilk dayanışma mesajı da iktidarın kitle tabanının bir başka deposu olan Kayseri Hava İkmal işçilerinden geldi. Yüzlerce işçi özelleştirmelere karşı yemekhanede ses çıkarma eylemi gerçekleştirdi.
 
Bu mengeneye karşı halihazırda büyüyen bir direnç oluşmaya başlamıştır. Direncin mengeneyi parçalaması da mümkündür. Bu anlamda işten atmalara ve yoksulluğa karşı gelişen/gelişecek işçi ve kitle direnişlerini öncelikli mücadele odağı olarak kavramak, onlara bu ülkenin kaymağını yiyip bizi kırıntı için bölüp savaştıranların emekçi halklar değil, patronlar ve onların iktidarı olan faşist rejim olduğunu anlatmak ve bu kitleleri sadece sandığa değil, çok daha yüksek oranda faşizme karşı fiili meşru mücadeleye örgütlemek güncel görevdir.