22 Kasım 2024 Cuma

Arzu Demir yazdı: Zeynep'in hikâyesi: Ortada katil çok

27 yaşındaki Zeynep Topal, "aile meclisi" denilen devletin evdeki hali olan kurumun kararıyla infaz edildi. Ortada katil çok; tetiği çeken tek bir el değil. Zeynep'in Karlıova'dan sığınmaevine giden süreçte, karşılaştığı tüm devlet kurumlarının şu soruya yanıt vermesi gerekiyor: Osman Topal, Zeynep'in kaldığı sığınmaevini nasıl buldu?

AKP iktidarı şimdi de erkek şiddetine karşı kadınlara kimi yasal güvenceler sağlayan İstanbul Sözleşmesi'ne gözünü dikti. AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, geçtiğimiz günlerde "Sözleşmenin imzalanması yanlıştı. Usulüyle çıkarız" sözleriyle, niyetlerinin ne olduğunu gösterdi. Diğer tüm yasal güvenceler ve kazanımlar gibi İstanbul Sözleşmesi de kadınların mücadelesinin bir sonucuydu. Kıdem tazminatını gasp girişiminde, baroları iktidarın arka bahçesi haline getirme yasal düzenlemesinde, İnfaz Yasası'nda, kayyum darbelerinde olduğu gibi, koronavirüs salgınının tozu dumanı arasında, kadınların bir kazanımını daha gasp etme niyetindeler.

Kadın örgütleri, sözleşmeye sahip çıkacaklarını açıklarken, AKP içinden de dikkat çekici bir itiraz geldi. AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin "Türkiye'de bir grup, bütün kötülüklerin anası olarak İstanbul Sözleşmesi'ni görüyor" dedi. Bu açıklama hayli ilginç. Çünkü Özlem Zengin, 25 Haziran'da Meclis'teki konuşmasında "Ak Parti'den önce kadının adı yoktu" diyerek, kadın düşmanlığı ayyuka çıkan Saray rejimini savunmuştu. AKP içindeki kadınlardan benzer itirazların gelip gelmeyeceği belirsizken, kadın mücadelesinin bugünkü niteliksel ve niceliksel durumu nedeniyle İstanbul Sözleşmesi üzerinden, AKP içinde kadınlar ile erkekler arasında cinsiyet çelişkisine dayalı bir saflaşmanın olması pek ihtimal dâhilinde görünmüyor.

Bu tartışmaların sürdüğü günlerde, 27 yaşındaki Zeynep Topal, boşanmak istediği için evli olduğu erkek tarafından katledildi. Bu cinayeti, günde 4 ya da 5 kez işlenen kadın katliamlarından ayıran ise Zeynep'in kaldığı sığınmaevinden alınarak katledilmesiydi. Zeynep, 2 ay önce İstanbul'a gelerek, Sultanbeyli Polis Karakolu'na başvurmuş, ardından da bir sığınmaevine yerleşmişti.

Ancak Osman Topal, bir şekilde Zeynep'in adresine ulaştı. Onu sığınmaevinden aldı, memleketi Bingöl Karlıova'ya götürdü. Ardından da genç kadının cansız bedeni bulundu. Elleri arkadan bağlıydı. Katliamın ardından katil Osman Topal ile birlikte aileden iki kişinin daha gözaltına alınmasına bakılırsa, "aile meclisi" denilen devletin evdeki hali olan kurumun kararıyla Zeynep infaz edildi. Ortada katil çok; tetiği çeken tek bir el değil.

Zeynep'in Karlıova'dan sığınmaevine giden süreçte, karşılaştığı tüm devlet kurumlarının şu soruya yanıt vermesi gerekiyor: Osman Topal, Zeynep'in kaldığı sığınmaevini nasıl buldu? Adresini kim, neden verdi? Zeynep Topal, Sultanbeyli İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne gidiyor önce. Daha sonra sığınmaevine yerleşiyor. Sultanbeyli İlçe Emniyet Müdürlüğü mü verdi adresi? Ya da başka bir kurum mu?

Şiddet gördüğü için gittikleri karakollarda "barıştırılarak" yeniden şiddet ortamına gönderilen, "kol kırılır, yen içinde kalır" sözüne bağlı kalmadığı için daha ağır şiddete maruz kalan ya da katledilen kadın sayısı hiç de az değil.

Bir diğer soru da sığınmaevinin yöneticileri, o katilin, Zeynep'i sığınmaevinden almasına nasıl izin verdi? Ortada erkekler tarafından canı alınan bu kadar çok kadın varken, sırf boşanmak istedikleri için katledilen kadınların isimleri bu ülkeyi koca bir mezarlığa çevirmişken, bir kadın, boşanmak istediği erkeğe nasıl teslim edilir? Hiçbir gerekçe bu cinayet suçu ortaklığının üzerini örtemez.

Zeynep, Bingöl'den bin 220 kilometre uzağa, İstanbul'a geldi. Komşu iller, Diyarbakır ya da Ankara değil. Daha uzağa gitti. Osman Topal'ın kendisini bulamayacağını düşündüğü, kendini güvende hissedebileceği ya da kadın dayanışmasını bulabileceği bir uzaklığa attı kendini.

Ama ne oldu? Devletin tüm kurumları el ele verip, genç bir kadının canını aldı. Yasalara göre, sığınmaevlerindeki tüm kadınlar "devlet" korumasındadır. Zeynep, devlete sığındı ancak devlet onu korumadı. Korumazdı da elbette. Çünkü devletin başındaki her fırsatta, kadınları, erkek şiddetinin hedefi haline getiren açıklamalar yapıyor. "Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum", "Eşitlik fıtratta yok", "Anne olmayan kadın, eksik ve yarım kadındır" diyor. En son da İstanbul'da Kartal Lütfi Kırdar Şehir Hastanesi'nin açılışını yaptığı sırada, kadın milletvekillerini kürsüye çağırırken "Evet şöyle sembolik de olsa bayan milletvekillerimizden hiç olmazsa iki tanesini alalım" dedi. Ortada herhangi bir pot yok. Ağzından çıkanı kulağının duymaması gibi bir durum da söz konusu değil. Erdoğan tam olarak söylediği gibi düşünüyor. "Kadın evde, eş ve anne olarak güzeldir. Dışarıda olacaksa da sembolik olmalıdır, tane ile sayılmalıdır." Maalesef o erkek iktidar bataklığının bir parçası olan kadın milletvekilleri de, kadınlardan gelen tepkiler üzerine, "Cumhurbaşkanımız incelik yaptı" sözleriyle, Erdoğan'ın kadın düşmanlığının üzerini örtmeye çalıştılar.

Ancak mızrak çuvala sığmıyor ki… Mahkemedeki yargıcından evdeki "kocası"na devletin tüm kurumları el birliği ile kadınlara dünyayı zindan etmeye yeminliyken, hangi söz, açıklama bu düşmanlığı gizler ki. 

Ama Erdoğan'ın da Saray'ının da işi çok zor. Çünkü kadınların, ne "tane tane" sayılmaya ne de "sembolik" gösterilere tahammülü var. Onlar siyaset erbaplarının "demokrasi temsili"nde sahne almak, evlilik kurumuyla sınırları kalınca çizilen bir hayatın figüranı olmak istemedikleri için bu kadar çok hem erkek devletin hem de erkeğin hedefindeler. Ya siyasetteki eşit varlık ve temsil hakkı olan eşbaşkanlık sistemini ağır bedeller ile korumaya çalışıyorlar ya da öleceklerini bile bile evlilik mahkûmiyetinden kurtulmaya çalışıyorlar. Çünkü artık kadınlar, kendi hayatlarının sahibi olmak istiyor.