22 Kasım 2024 Cuma

Arzu Demir yazdı | Yargı Karabük'te kimleri koruyor?

Savcılığın olayın üzerini kapatmak istemesindeki acelecilik de bu yöndeki şüpheleri artırıyor elbette. Peki kentin polis müdürü, kaymakamı ya da hakimi de bu "fuhuş çetesi"nin bir parçası oldular mı? 

Özbek vatandaşı Nadira Kadirova, hasta bakıcı olarak çalıştığı AKP İstanbul Milletvekili Şirin Ünal'ın evinde öldürüldü. Olayın intihar olmadığını gösteren sayısız delil ortaya çıkmasına rağmen, "intihar" denilerek dosya kapatıldı.

Kazakistan vatandaşı Yeldana Kaharman'ın evinde ölü bulunmasının sorumlusu olarak dikkatler Mehmet Ağar'ın oğlu AKP Milletvekili Tolga Ağar'a çevrildi. Tecavüze uğradığı tahmin edilen Yeldana'nın ölümü de cezasız bırakıldı.

Bu iki fail erkek "devlet" olmanın gücüne sahipti. Nadira ve Yeldana ise "yabancı" olmanın "yalnızlığı" ve "çaresizliği" ile çevriliydi. Sonuçta iki genç kadın için adalet yerini bulmadı, failin "devlet" olduğu tüm cinayetlerde olduğu gibi.

Türkiye'de "yabancı" olan bu iki genç kadının isimlerinin yanına şimdi de Dina'nın ismini yazıyoruz maalesef.

Dina, Gabonlu 17 yaşında genç bir kadındı. Karabük Üniversitesi'nde okuyordu. 3 ay önce kente gelmişti.

Dina'nın cansız bedeni 26 Mayıs'ta Filyos Çayında bulundu.

Karabük savcılığı daha otopsi raporu bile çıkmadan, Dina'nın suda boğulma sonucu öldüğüne karar vererek, dosyanın üstünü kapattı. Oysa, savcılığın dayanak aldığı ön otopsi raporunda, "Ölüm nedeni şu anda belirlenemez, otopsi raporu beklenmeli" diye yazıyordu.

Savcılığın bu kadar aceleci davranması, Dina'nın ölümünün organize bir şekilde işlenen bir cinayet olabileceği ihtimalini gündeme getirdi.

Ortaya çıkan kamera görüntüleri bu şüpheyi artırdı. Basına da yansıyan görüntülerde Dina, bir şeyden kaçarcasına yalın ayak koşuyor ve sonra lacivert bir arabaya biniyordu.

"Suda boğulma sonucu ölüm" diyerek olayın üzerini kapatmaya çalışan savcılık, dosyaya gizlilik kararı da getirerek, süreci takip eden Gabon Büyükelçiliği ve avukatı Kerim Bahadır Şeker'in soruşturma sürecine ilişkin bilgi ve belge almasını da engelledi.

Dina'nın Afrikalı arkadaşları, bu cinayetin Karabük gibi küçük bir kentin "sessizliği"nde kaybolup gitmemesi için eylem yaptılar, sosyal medyayı kullandılar, uluslararası basını harekete geçirdiler.

Onların çabaları, Dina'nın ailesi ve Gabon Büyükelçiliği'nin adaleti ve gerçeği isteyen tutumu sayesinde, savcılık harekete geçti. Olayın üzerinden bir hafta geçtikten sonra 8 kişiyi gözaltına aldı. Ancak bu gözaltılarda herhangi bir tutuklama gerçekleşmedi. En son Dursun Acar adlı fail, dördüncü kez gözaltına alındıktan sonra tutuklandı. Ancak Acar'ın avukatı bu tutuklamaya itiraz etti. Bu yazı kaleme alındığı sırada, itirazın sonucu belli olmamıştı.

Olayın en genel haliyle gelişimi bu şekilde.

Ancak detaylarda görüyoruz ki, Dina Afrikalı olduğu için ırkçılığa maruz kaldı. Genç bir kadın olduğu için de öldürücü erkek şiddetinin hedefi oldu.

Annesine gönderdiği mesajlarda, maruz kaldığı ırkçılıktan bahsediyor, kentte kalmak istemediğini anlatıyor. "Eğer beni burada ölü bulursan, bunun sebebi Türklerdir" diyor.

Bu ırkçılığa bir de, cinsel taciz eşlik ediyor. Kentin erkeklerinden bazılarının, 17 yaşındaki Dina ile birlikte olmak için O'na baskı yaptıkları, para teklif ettikleri de açığa çıktı.

Gazeteci Timur Soykan bu cinsel şiddet için youtube yayınında şöyle diyor: "Taşra zengini diyebileceğimiz çeşitli kentlerden gelen kişiler ile birlikte olmaları için siyah öğrenciler tuzağa düşürülüyor. Kentte fuhuş çeteleri olduğu iddia ediliyor. Elimizde delil yok, çünkü bu konuda bir soruşturma da yok. Ancak bu sık sık bölgedeki insanların anlattıkları bir rivayet."

Savcılığın olayın üzerini kapatmak istemesindeki acelecilik de bu yöndeki şüpheleri artırıyor elbette. Peki kentin polis müdürü, kaymakamı ya da hakimi de bu "fuhuş çetesi"nin bir parçası oldular mı? Bu soru çok yerinde ve önemli. Ancak adaletin sağlanmasını hedefleyen gerçek bir soruşturma yürütülürse bu sorunun yanıtı verilebilir.

Özellikle çocuklara yönelik cinsel saldırılarda sayısız kez gördük ki, bu tip suçlara, o kentin mülki, idari yetkilileri, askeri, polisi, devletin tüm kurumları dahil oldu. Aslında "devlet" olarak çocukların, kadınların hayatlarına bir karabasan gibi çöktüler.

Dina, bu cinsel saldırıya ek olarak bir de ırkçılıkla karşı karşıya kaldı.

O çeteler, kendi vatanından uzakta bir yerde "yabancı" olmanın aynı zamanda "yalnız ve çaresiz" olmak anlamına geldiğini biliyorlardır. Bu nedenle de özellikle küçük kentlerde "yabancı" öğrencileri hedefliyorlar.

Dina için, Karabük'teki diğer genç kadınların canlarını kaybetmemeleri ve çetelerin, kent eşrafının cinsel saldırılarına maruz kalmamaları için adalet talebini büyütmeliyiz. Ayrıca, sürekli mültecilere yönelik düşmanlık üzerinden toplumun genetik bir unsuru haline getirilmek istenen ırkçılığa karşı bir tutum için de bu talebi büyütmek ve bu suçun cezasız kalmasının önüne geçmekle yükümlüyüz.

Dina için adaleti sağlarsak, o Karadeniz'in küçük kentinde hangi etkili ve yetkili kişilerin, "ev babaları"nın korunduğunu da öğrenmiş oluruz.