Arzu Demir yazdı | Taciz, ifşa ve adalet üzerine
Erkek şiddetinin çeşitli biçimlerine maruz kalmış kadınlar olarak, özür değil adalet istiyoruz; onarıcı bir adalet.
#MeToo Turkey başladı, hem de taşları yerinden oynatan tüm yıkıcılığı ile. Kadınların her ifşası, erkekliğin tüm toplumsal avantajlarından faydalanmalarının yanı sıra sosyal statüler ile kurulan kuleleri yerle bir ediyor. O kulelerin ardında müsveddelerin olduğunu biliyorduk. Ancak bildiklerimizi kadınların cesareti ile herkes gördü.
Zincirin ilk halkası, Hasan Ali Toptaş ile kırıldı. Devamı geldi. Gelecektir de. Çünkü kadınlar birbirinden güç alacak.
Her zaman olduğu gibi, tacizcileri ifşa eden kadınları hedef tahtasına oturtanlar çoktu. "Komünist" Muzaffer Oruçoğlu ve "anarşist" Gün Zileli kadın düşmanlığında buluştu. Erkek ittifakı kurarak, Hasan Ali Toptaş'a destek çıktılar. Muzaffer Oruçoğlu, twitter mesajının ardından yazdığı yazıyla da erkek ittifakını güçlendirdi. Şaşırdık mı? Hayır! Tacizcilerle ittifak içinde olanların arasında kadınların da olması üzdü, ancak şaşırtmadı. Bu gerçek de erkek egemenliğinin kadınlar üzerindeki derin bir etkisi olarak daha çok mücadele etmemiz gerektiğini hatırlattı.
Sosyal medyada yaşanan bu gelişmeler, birçok soruyu da gündeme getirdi. İfşanın kadın adaleti içindeki yeri nedir? Neden kadınlar sosyal medyadan ifşayı seçiyor? İfşa ile iftira arasındaki sınır neydi? İfşadan sonra ne yapılacak?
İfşa etmek, her şeyden önce yüzleşmektir ve yüzleşme çağrısıdır. Açıklanmakta zorlanılan cinsel şiddet ile suça maruz kalan kişinin yüzleşmesidir. Ancak sadece suça maruz kalanın kendine yönelik bir çağrısı da değildir. Kişinin karşılaştığı suçu açıklamasını, "ahlakı", "şüpheleri", "cinsiyetçiliği" ile zorlaştıran topluma da bir yüzleşme çağrısıdır.
İfşa, göstermektir. Utanmak, kendini suçlamak, unutmaya çalışmak, acı çekmek, öfke duymak… Suça maruz kalan kadınların açıklayamadığı şeylerin gün yüzüne çıkması, kamusallaşmasıdır.
İfşa, kadınlar arasındaki dayanışma köprüsüdür. Deneyim paylaşımı ve özellikle "cinsel taciz" gibi ispatı zor erkek suçlarında farkındalık yaratan bir araçtır.
İfşa, kadınların bir adalet arama biçimidir. Hele erkek yargının kadınların cansız bedenlerinin en büyük delil olduğu kadın katliamları davalarında bile erkekleri ne yapıp edip aklaması karşısında, kadınların başvurdukları adalet arama aracıdır.
İfşa etmek, en son denenen yöntemdir. Birçok örneğinde görüldüğü üzere, yaptıkları tüm girişimler sonuçsuz kalınca kadınlar bu yöntemi tercih ederler. Aslında bu yönüyle bakıldığında bir çaresizliğin de işaretidir. Onu çaresizlikten çareye dönüştüren ise ifşa eden kadının, yalnız kalmaması, etrafında kadın dayanışmasının örülmesidir.
Tacizciye işaret etmek aynı zamanda bir cezalandırma biçimidir. İfşa, tacizcinin hareket alanını kısıtlamayı amaçlar. İfşa, özellikle taciz dışında diğer şiddet biçimlerinde birçok örneği görüldüğü üzere, erkek yargıyı da harekete geçirmeyi başarır.
İfşa etmek meşrudur. Ancak ifşanın yapıldığı yer sosyal medya olduğu için manipülasyona da açıktır. Bu nedenle her durumda kadınlar lehine sonuçlar da çıkarmayabilir. Ancak bu olasılık da ifşa etmenin meşruluğuna gölge düşürmez.
İfşada iftiranın da olması ihtimal dahilinde olabilir. (Şu anda gündemimizde olan taciz ifşaları kapsamında söylemiyorum, genel bir olasılığa dikkat çekiyorum.) Ancak bu ihtimaller bile ifşanın meşruiyetine asla gölge düşüremez. Kadın özgürlük mücadelesinin temel ilkesi bellidir; kadın beyanı esastır. Aksini ispatlamak erkeğin sorumluluğundadır. Daha açık bir cümle ile ifade edersem; bir kadın, bir erkeği cinsel taciz ya da tecavüz ile suçlarsa, kadının suçu değil, erkeğin suçsuz olduğunu kanıtlaması gerekir.
İfşanın yıllar yıllar önce yaşanmış bir olaya ait olması, cinsel taciz suçunu hafifletmez ya da "neden şimdi ifşa edildi" sorularını haklı çıkarmaz. Hesabı görülmemiş, cezası kesilmemiş her suçun gölgesi, o suça maruz kalan kadınların hayatının üzerinden hiç ayrılmaz.
Tacizcilerden Hasan Ali Toptaş, ifşaların ardından önce kısa bir açıklama yapmak zorunda kaldı. "İnsan eril failliğin ne olduğunu anlayana kadar karşı tarafta ne büyük yaralar açtığını bilmeden, fark etmeden, düşünmeden hatalar yapabiliyor" dedi. Bir suç olan cinsel tacizi hafifletmesinden ve hataya indirgemesinden de görüyoruz ki, "eril failliğinin" gayet farkındaydı. Ardından bugün Milliyet* gazetesinde yayınlanan söyleşisinde gördük ki, ne yaptıysa bilerek, farkında olarak, isteyerek, statüsünün oluşturduğu güce, koruma kalkanına, eksik olmayacağından emin olduğu erkek ittifakına dayanarak yaptı. Kadınlara yönelik bir saldırıya geçti, "Kadın beyanı esastır" ilkesini reddetti. İşlediği suçtan tek bir pişmanlık bile duymadığını o kibirli ilk açıklamasında görülüyordu. Milliyet'teki röportaj ile tam oldu.
Faillerden diğeri olan İbrahim Çolak ise yaşamına son verdi. Onurlu bir davranış mı? Hayır! Ölenin arkasından konuşulmaz diye bir söz var. Ancak ölen, yaşarken kadınların canını yakmışsa konuşulur, hem de ağır konuşulur. Bir kadını taciz ederken incinmeyen gurur, o suç ifşa olunca inciniyorsa, o incinen "insanlık onuru" değil, erkeklik gururudur. İfşa olmasaydı, hiç de duymayacağı pişmanlığı ile gül gibi yaşayıp gidecekti. Ayrıca kadınlarda suçluluk yaratmak şeklindeki erkek aklının beş bin yıllık pratiğine giderayak dayanarak, erkeklik dünyasına ait olduğunu gösterdi.
İntiharın ardından ifşada bulunan kadınlara yönelik büyük bir linç kampanyası başlatıldı. Bu intiharın sorumlusu ilan edildiler. Yıllardır bir yük olarak taşıdıkları cinsel tacizin yarası yetmezmiş gibi, bir de suçluluk psikoloji ile kadınların geri çekilmesini sağlamak istediler. Kadınlar geri çekilirse, tacizcilerin uykuları kaçmayacaktı.
Suça maruz kalan kadınlara yönelik saldırının, sosyal medyadaki linç kampanyası ile sınırlı kalmayacak gibi görünüyor. İfşayı yapan "leylasalinger7" adlı kullanıcının da İbrahim Çolak'ın ölümüne ilişkin başlatılan soruşturma kapsamı alındığı yönünde basında haberler yer aldı.
Tüm bu yaşananlar, cins çelişkisinin bir ölüm kalım savaşına dönüştüğünün de somut göstergesi. Her gün erkekler, en az 4 kadının canını alıyor, onlarcasının da ruhunu, bedenini yaralıyor. Cinsel tacizin ise haddi hesabı yok. Kelimenin gerçek anlamında hayatta kalmak için bu kadın düşmanı dünyanın değişmesi, erkek egemen iktidarların yıkılması gerekiyor. Yoksa boşanmak istediğimiz, birlikte olmayı reddettiğimiz, kendi hayatımız hakkında söz sahibi olduğumuz için katledileceğiz ya da erkek şiddetine ve erkek devlet şiddetine biat ederek köle olacağız. Bu erkek iktidarların bize reva gördüğü hayat bu. Ancak başka bir hayat var elbette. İfşadan kadından yana bir dünya kurmaya giden uzun ve bedeli ağır bir yol var.
Bu yolu yürürken, öncelikle, kadınlar olarak birbirimizin yurdu olacağız. Kendi yalnızlığımız ve çaresizliğimizle kahrolmayacağız. Birbirimizin kolu-kanadı, eli-kolu olacağız. Yaralarımızı hep birlikte saracağız. Tacizcileri, kadın düşmanlarını ifşa eden kadınların yanında dimdik duracağız. Kadın dayanışmasından kadın yoldaşlığına geçeceğiz.
İlk olarak, edebiyat dünyasında yıkılmaz denilen kaleleri ifşaları ile yerle bir ettikleri için yalnız bırakılan yazar Pelin Buzluk, AnatoliaLit Ajansı'nın sahibi Amy Spangler ve diğer kadınların yanında olacağız, "ama"sız, "fakat"sız. Onların etrafında güçlü bir dayanışma çemberi oluşturacağız. Hasan Ali Toptaş'ın bugünkü röportajında ilan ettiği üzere bir dava süreci olacağı kesin. Bu durumda, adliye koridorlarını kadın dayanışmasının, kadın yoldaşlığının sesiyle dolduracağız. Suça maruz kalan kadınların tecrit edilmesine izin vermeyeceğiz.
Erkek şiddetinin çeşitli biçimlerine maruz kalmış kadınlar olarak, özür değil adalet istiyoruz; onarıcı bir adalet.
Cinsiyetçiliği, erkek egemenliğini üreten kapitalist sistem ile onun politik-ideolojik iktidarı devleti ortadan kaldırma mücadelesini verirken hem hayatta kalmak hem de erkeğin de dönüşümünü sağlamak için kadın adaletinin uygulanmasına ihtiyaç var.
Kadın adaleti, mahşere kalmayacak kadar hayatidir. Nasıl yapacağız? Sanırım, hepimiz ifşanın yeterli olmadığı konusunda hemfikiriz. Parti ve örgütlerin içinde erkeklerin işlediği cinsel suçları soruşturacak -pratik uygulamanın nasıl olduğundan bağımsız olarak bunu yazıyorum- çeşitli mekanizmalar var. Ancak şu anda gündemimiz de olan konu gibi, siyasi parti ya da örgütlerin "hukuksal" zeminin olmadığı durumlarda ne yapacağız?
İki yol var. Birincisi, tacizcileri, burjuva hukukun adaletine teslim etmek. Erkek yargıya rağmen tacizcileri sanık sandalyesine oturtmak da bir kazanımdır elbette. Ancak yeterli olmadığını, failleri aklayan sayısız yargı pratiğinde görüyoruz.
İkincisi ise, kadın örgütleri, failin cezalandırılması sürecini yönetecek "kadın adalet meclisi/komisyonu" gibi bir yapı oluşturmak.
Böylesi bir komisyon ne yapacak?
Kadınlar, kadın örgütleri, ifşa edilen erkeklere yönelik teşhir çalışmaları yürütürken, diğer yandan bu komisyon, bir kadın mahkemesi gibi çalışabilir.
Örneğin, Hasan Ali Toptaş'a, "Kadın adaletine teslim ol, işlediğin tüm cinsel suçları itiraf et ve cezanı kabul et" diye çağrı yapabilir. Hangi tacizci böyle bir çağrıya yanıt verir? Hasan Ali Toptaş vermeyeceğini gösterdi. Hasan Ali Toptaş'ın cezası artık başka şekilde kesilmek zorunda.
Başka bir örnekte, eğer tacizle suçlanan erkek, iradesini kadın adaletine teslim ederse, yargı süreci işler. Suça maruz kalan kadınlar öncesinde dinlenir. Ardından da tacizci erkeğin itiraf ettiği suçlar duyurulur.
Peki nasıl ceza/yaptırım uygulanır?
Bunun zaman içerisinde bir yasasını oluşturmak gerekebilir. Ancak o yasa oluşuncaya da suça maruz kalan kadınların beklentileri doğrultusunda bir yaptırım/ceza uygulanabilir.
Bu elbette olgunlaşmamış, tartışılması gereken bir fikir.
Belki de bu ifşa tartışmalarının yoğunluğu ve gidişatı başka önerileri de açığa çıkaracaktır.
Ancak hepimizin ortak derdi, ifşanın ötesine geçmek ve fail erkeklerin yaptıklarının yanına kalmamasını sağlamak.
Tüm bu tartışmaların odaklandığı nokta, erkek egemen dünyayı değiştirme mücadelesi oluyor. Haliyle de itiraz, ifşa ve tepkilerimizin, kişisellikten çıkıp, cins özgürlükçü bir fikre doğru evrilmesi gerekiyor. Çünkü erkek egemenliği tepeden tırnağa karşımızda örgütlü, her şeyden önce kapitalist devlet olarak örgütlü. Onun karşısında tek başına durmak mümkün olmadığı gibi, strateji, taktik ve programdan, özetle örgütten yoksun mücadele de amaca ulaştırmıyor.