Arzu Demir yazdı | Komşudan katil yaratan sistem
Elbette, toplumun içinde hala iyi, güzel ve doğal kalan var. Hala, komşusu açken kendisi tok yattığı için utanan insanlar var. Hala, elindeki az da olsa paylaşmasını bilenler var. Umudumuz bu iyilik zaten! Ancak, kapitalist ve faşist kuşatma, iyi ve doğal olan her şeyi yok ederek kendini var ediyor. İnsanı, insanlıktan çıkarıyor. Bu durumda, insanın insan olarak kalabilmesi için bu kuşatmanın yarılması gerekiyor.
Hrant Dink'in 16 yıl önce katledilmesinin ardından Rakel Dink, geçtiğimiz günlerde serbest bırakılan tetikçi Ogün Samast'ı tanımlarken, "Bir bebekten katil yaratan karanlık" demişti. O karanlık, kimi zaman darbe girişimlerine kadar varan iktidar kavgaları yaşasa da, ortağını adalarda idama götürse de, halkın karşısında "yek vücut" olan devletti. Kendini Türk ve Müslüman kimliği üzerinden inşa eden bu devlet, 100 yıl içinde sayısız katil yarattı. TKP'nin kurucuları Mustafa Suphi ve yoldaşlarının kanı, Türk ulus devletinin kuruluşuna harç yapıldı. 6-7 Eylül 1955 tarihinde gerçekleşen İstanbul pogromunda, başta Rum halkı olmak üzere azınlıkların yaşamlarına, evlerine, iş yerlerine kast edildi. Türk burjuvazisi sermaye birikimini, ilk önce Müslüman olmayan halkların biriktirdiklerinin, ürettiklerinin üzerine çökerek yarattı. Sünni Müslüman olmayan halklara karşı düşmanlık, katliam boyutlarında 100 yıl boyunca sürdü.
Bu katliamcı kapitalist devlet pratiğinin, bir "vatandaş" tahayyülü de oldu elbette; "baba" olan devlet karşısında "kul" olan vatandaş.
Geçtiğimiz günlerde Ankara'da gerçekleşen katliam, faşist rejimin nasıl bir "vatandaş" yarattığını gözler önüne serdi. 72 yaşındaki Tahsin Ünsür, gürültü yaptıkları için üst kat komşusu 5 kişiyi öldürdü. Saray medyasında "Gürültü tartışması" diye yer alan bu katliam, toplumsal çürümenin hangi boyutlara ulaştığına dair tipik bir örnek.
Düşünün, komşunuzdan katil yaratan bir sistem var. Bu fail, av tüfeğini ve mermileri alarak komşusunun kapısına dayanıyor, komşusu onu eve buyur ediyor, "Benim çocuklarım top oynamasın mı" dediği için komşusunu öldürüyor. Orada durmuyor, balkona kaçan çocukları da öldürüyor. Sonra da "öldürmek için gitmedim" diyor. Bu, tarifi gerçekten zor bir durum.
İnsanlar, depremde, selde ölüyor. Üniversite öğrencileri yurtlarda asansör kazasında can veriyor ya da umutsuzluktan canına kıyıyor. Devletin, Kürdistan coğrafyasında işgal savaşlarında ölümler yıllardır devam ediyor. Bunlara ek olarak, günlük hayatta, insanlar, incir çekirdeğini bile doldurmayacak sebeplerden birbirlerinin boğazına sarılıyor.
Neden?
Elbette hem faşist hem de kapitalist olan devlet yüzünden.
Daha iki gün önce açıklandı. Asgari ücret, açlık sınırının altında. Yani, asgari ücretle geçinmeye çalışan emekçiler, bırakın yoksulluğu, aç, karınlarını bile doyuramıyorlar. Halk ekmek büfelerinden ekmek almak zorunda kalanların sayısı giderek artıyor. İnsanlar bir ekmek almak için uzun yollar yürüyüp, dakikalarca kuyrukta bekliyor.
Bu derin yoksullaşma, kapitalist devlete karşı isyana dönüşmediği, o devleti alaşağı etmediği için içten içe toplumu çürütüyor. Ezilen ve sömürülen sınıflarda biriken öfke ve çaresizlik kendi içine infilak ediyor. Açlığın sebebinin kapitalist devlet olduğunu görmezsen, en yakınındaki sınıf kardeşini sorumlu tutarsın, mültecilere düşman olursun, üzerine benzin döküp yakmak istersin.
Gelecek kaygısının, açlık ve yoksullukla derinleştiği toplumda, bencillik, her durumda kendini düşünme artıyor. Zaten 12 Eylül dönemi, "gemisini yürüten kaptan"lar yaratmayı amaçlamıştı. AKP, çeyrek asra varan süredir bu politikayı geliştirerek sürdürdü.
Toplumsal çürümenin vardığı boyut, en çok çocuğa yönelik cinsel suçlarda kendini gösteriyor. Hem bu şiddetin artan boyutu hem de kız çocuklarının babaları yaşlarındaki erkeklerle evlendirilmesini normal görenlerin, bunu kamusal alanda, en küçük bir kaygı duymadan savunmaları, o çürümenin vardığı noktaya işaret ediyor.
Hatırlayacaksınız, üç yıl önce, bir "Palu ailesi" vakası vardı. Şiddetin, cinayetin ve tecavüzün eksik olmadığı tam bir suç şebekesiydi bunlar. Yargının, onlar bir televizyon programında ünlü oluncaya kadar harekete geçmediği açığa çıkmıştı. Bu, yargının olağan bir pratiği olarak görülebilirdi. Ancak bu olayda asıl dikkat çeken, milyonların hipnotize olmuş bir biçimde, Palu ailesinin suçlarını, bir polisiye film izler gibi izlemesiydi. Yaklaşık bir ay önce "sosyal medya fenomeni ve iş insanı" diye basında yer alan Dilan Polat ile eşi Engin Polat, "haksız kazanç" sağlamaktan tutuklandı. Yoksul bir aileden gelen Dilan Polat ile eşinin görgüsüz zenginlikleri, şaşaalı yaşamlarını reklam etmeleri, bir yandan bu dönemin zenginlerine işaret ederken, diğer yandan toplumsal çürümenin başka bir biçimini gözler önüne seriyor.
Elbette, toplumun içinde hala iyi, güzel ve doğal kalan var. Hala, komşusu açken kendisi tok yattığı için utanan insanlar var. Hala, elindeki az da olsa paylaşmasını bilenler var. Umudumuz bu iyilik zaten! Ancak, kapitalist ve faşist kuşatma, iyi ve doğal olan her şeyi yok ederek kendini var ediyor. İnsanı, insanlıktan çıkarıyor. Bu durumda, insanın insan olarak kalabilmesi için bu kuşatmanın yarılması gerekiyor.
Komşumuzdan katil yaratan bu sistemin yok olmasından başka hiçbir şey insanı iyileştirmeyecektir.