Arzu Demir yazdı | Kader birliği!
Erdoğan, 23 Mayıs'taki kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada, işgal savaşında yeni bir adım atacaklarını ilan etti ve dünkü MGK toplantısına işaret etti. Bu saldırı planı, elbette 17 Nisan'da Güney Kürdistan'da KDP'nin işbirliği ile Zap ve Avaşîn alanlarına başlatılan işgal saldırısının bir parçası. Kürt halkının, kazanımlarına, varlık hakkına, statüsüne karşı yürütülen bir savaş bu. KCK yöneticilerinin sıkça belirttiği gibi bir kader savaşı. Ancak sadece Kürt halkının kader savaşı değil. Türk işçi ve emekçilerinin de kader savaşı. Eğer ki bu işgal savaşını Erdoğan rejimi kazanırsa, hepimiz kaybederiz.
"Şehba'da bir okulun iki yüz metre kadar yakınına top düşüyor. O sırada bir öğretmen, çocuklar ile birlikte okulda ders yapıyor. Olayın ardından okul yöneticisini arayıp, olayı anlatıyor ve 'Derse devam mı edelim yoksa okuldan çıkalım mı?' diye soruyor."
Rojava'da yaşanan bu olayı gazeteci Sinan Cudi, Özgür Tv'de hazırlayıp sunduğum Özgür Analiz programında 24 Mayıs akşamı anlattı.
Rojava'da uzun süredir halkların içinde bulunduğu durum aslında tam da bu.
19 Temmuz 2012'de devrimin ilanından sonra, önce El Nusra, ardından IŞİD barbarları halkın üzerine salındı. Bu yağma savaşına KDP'nin uyguladığı ambargo, tecrit, istikrarsızlaştırma politikaları eşlik etti. Türk devleti IŞİD'in yenilgisinin ardından doğrudan sahaya çıkarak, Efrîn ve Serêkaniyê'yi işgal etti. "Bir milyon mülteciyi yerleştireceğiz" açıklamasına bakılırsa, bu işgali, ilhaka dönüştürme planını tamamlamak istiyor. Bir yanda ABD diğer yanda Rusya, halkın devrimini çalmak için her türlü tehdit, şantaj politikasını uygulamaya soktu.
Tüm bu kuşatma, saldırı, tehdit altında ise hem hayat devam ediyor hem de devrimin kurumları yeniden yeniden inşa ediliyor.
Örneğin bugünlerde halk, toplantılar yaparak, toplumsal sözleşmeyi, yani anayasayı yeniden hazırlıyor. Bu çok önemli bir nokta. Bir halk, işgal saldırıları nedeniyle can güvenliği sorunu yaşarken, diğer yandan ise sadece savunma gücünü değil, siyasi sistemini, idari yapısını da güçlendirmeye çalışıyor.
Rojava devrimi için daha önce birçok kez söylediğim iki cümleyi yeniden hatırlatmak istiyorum: Birincisi; devrim olmakta olandır.
İkincisi; Rojava devrimi herkesin "her şey" olduğu yerdir.
Rojava'ya ikinci gidişim 2014 yılının Ağustos ayındaydı. O zaman Serêkaniyê'de Uzlaşma Komitesi'nde gördüğüm Sureyya Muhammed Hisen'in yaşamı, Rojava'nın "herkesin her şey olduğu yerin" ispatıydı. Yaşadığı köyden gençler, özgürlük saflarına katıldığı için devrimden önce kardeşi ile birlikte gözaltına alınmış, Esad rejiminin zindanlarında kalmış, işkence görmüş, kardeşine yapılan işkencelere tanıklık etmiş bir kadındı. Devrimle birlikte özgürlüğüne kavuşmuştu. Devrimin en önemli kurumlarından biri olan barış/uzlaşma komitesinin bir üyesiydi. Bu komite devrim öncesinde rejim mahkemelerine taşınan dosyalar da olmak üzere tüm anlaşmazlıklara ilişkin dosyaların geldiği bir komiteydi. Doğrudan adaletin sağlandığı bir merkezdi. Sureyya Muhammed Hisen, bu merkezde "adalet dağıtıyordu".
Devrimin bir başka kadınını daha hatırlatmak istiyorum; Diya Ali*. Ocak 2015'de Rojava'ya üçüncü gidişimde Qamişlo'daki Maja Jin'in başkanıydı. Görmüş, geçirmiş, hayat okulundan geçmiş bir kadındı. Mala Jinler, kadından yana bir yaşam için çok önemli kurumlar. Şiddete uğrayan, eve kapatılan, terk edilen, "kuma getirilen", erken yaşta evlendirilen kadınların başvurabildikleri bir kurum. Bu kurumun başkanı Diya Ali'ydi.
Sureyya ve Diya Ali gibi binlerce kadın, devrimin kurumlarında, savunmasında yer aldı. Rojava devrimini, kadın devrimi yapan da bu kadınların aklı, iradesi, emeği ve cesaretiydi.
Sureyya ve Diya Ali, hala hayattalar mı bilmiyorum. Umarım hayattadırlar.
İşte bu kadın yurdu, yok edilmek isteniyor. Elbette ki, baş düşmanı da, faşist şeflik rejimi.
Erdoğan, 23 Mayıs'taki kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada, işgal savaşında yeni bir adım atacaklarını ilan etti ve dünkü MGK toplantısına işaret etti.
Bu saldırı planı, elbette 17 Nisan'da Güney Kürdistan'da KDP'nin işbirliği ile Zap ve Avaşîn alanlarına başlatılan işgal saldırısının bir parçası. Bu saldırı ile eş zamanlı olarak, Irak ordusunun Şengal'e yönelik saldırısı da oldu. Rojava'da işgal edilen yerlerin dışında kalan bölgeler zaten her gün her an Türk devletinin ve bağlı çetelerinin tankının, topunun, SİHA'sının hedefinde.
Kürt halkının, kazanımlarına, varlık hakkına, statüsüne karşı yürütülen bir savaş bu. KCK yöneticilerinin sıkça belirttiği gibi bir kader savaşı.
Ancak sadece Kürt halkının kader savaşı değil. Türk işçi ve emekçilerinin de kader savaşı.
IŞİD'in 20 bin insanın canını verdiği bir savaş sonucunda yenilmesi nasıl ki, sadece Kürt halkının değil, Türk işçi ve emekçilerin de hayatını, geleceğini kurtardıysa, içinden geçtiğimiz şu süreçteki savaşta da iki halkın kaderi birbirine bağlı.
Sadece savaşın ekonomik maliyetinin emekçilerin omuzlarına yüklenmesinden bahsetmiyorum. Bugün Erdoğan faşizminin karşısında duran güç, Kürt gerillası ve onunla stratejik ittifak kuran Halkların Birleşik Devrim Hareketi'dir. Elbette, demokratik siyaset alanında her gün iktidarın siyasi soykırım saldırısına maruz kalan HDP ve bileşeni partiler, sosyalistler, devrimcilerdir.
Eğer ki bu işgal savaşını Erdoğan rejimi kazanırsa, hepimiz kaybederiz.
Çünkü faşist iktidarın önünde artık bir engel kalmamış olacak.
Çok açık ki, HDP'nin "yenildiği" bir dönemde, Kürt halkından uzak durmayı siyaset "ilkesi" edinen ya da mesafeli duran partiler, örgütler kazanmış olmayacaktır. Eğer bugün muhalif partiler kapatılmamışsa, kapılarına kilit vurulmamışsa, faşist rejim karşısında büyük bir direniş sergiledikleri için değil, HDP ve bileşenleri, tüm saldırılara rağmen vazgeçmediği, gerilla ve birleşik devrimci güçler can feda bir direniş sergilediği içindir.
Faşizm "mutlak sessizlik" ve "mutlak itaat" ister.
İşte bu mutlak sessizlik ve mutlak itaatin, ölü toprağı olarak üzerimize örtülmesini engelleyen Kürt halkının, devrimcilerin, komünistlerin direnişidir.
Bu nedenle bu direnişin yanında durmak, Rojava, Kuzey ve Güney Kürdistan'daki işgale karşı çıkmak, HDP'nin yanında olmak, mutlak sessizlik ve mutlak itaat içinde ruhların köleleşmemesi için elzemdir.
*Rojava'da kadınlar genelde erkek çocuklarının isimleri ile çağrılıyordu. Devrimden sonra bu durumda da önemli değişiklikler oldu. Ancak benim görüştüğüm tarihte Diya Ali kendini "Diya Ali" olarak tanıtmıştı. O nedenle bu ismi kullandım.