Arzu Demir yazdı | İyi ki varsın Güneş
Suruç yolculuğuna çıktığında 19 yaşındaydı. Bir nevi katliamda kaybettirdiklerinin özlemi, acısı, öfkesi ve katliamcıların hedeflediği karanlığa teslim olmamanın verdiği onurla büyüdü. "Yaşadıklarım hayatıma çok şey kattı, çok insan kattı. Biliyorum, hiçbir şey kaybettiklerimin yerini asla dolduramayacak. Ama bilinç kattı ve büyümemi sağladı. (...) Çok zor bir süreç geçirdim ve zor günler benim için hala bitmiş değil. Biraz eksik ama o zamankinden daha fazlayım" demişti 7 yıl önce. Tanığıyım; bu sözüne bağlı yaşamaya, direnmeye devam ediyor.
Güneş, 33 devrimcinin katledildiği ve MİT-DAİŞ ortaklığında gerçekleştirilen Suruç Katliamından sağ çıktı.
Sağ ama oldukça yaralı. 2015 yılının 20 Temmuz günü Suruç'ta Amara Kültür Merkezi'nin önündeki saldırıda kaybettiklerinin bıraktığı boşluğa, katliamın bedeninde yarattığı geri dönüşü olmayan tahribat da eklendi.
Güneş, o günden bu yana tekerlekli sandalyede.
Katliamdan 6-7 ay sonraydı. Yas bitmemişti, acı herkes için çok tazeydi. Gitmek belgeseli için röportaj yapmıştım. Öncesinde de hastanedeyken ziyaretine gitmiştim. Tanımıyordum pek fazla açıkçası. Ancak Suruç Katliamı, bizi birleştiren bir köprü oldu. İktidar bu katliamla, Haziran ayaklanmasından Rojava devrimine kurulan köprüyü yok etmek istemişti ancak Suruç sonrasında verilen mücadele ile nice köprüler kuruldu. "Beraber savunduk, beraber inşa ediyoruz" kampanyasını yürüten Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu'nun katliamın ardından yaptığı ilk açıklamada verdiği mesaj "Kobanê sana yine geliriz" olmuştu. Çünkü o köprünün harcında halkların kurtuluşunu birleşik devrimde gören komünist irade vardı.
Katliam sonrasında ikircimsiz bu söze sahip çıkanlardan biri olan Güneş, Adana'dan yola çıkmıştı. Bu yolculuk O'nun ilk politik eylemiydi.
Aslında çocukluğu ailesi sayesinde devrimcilerin arasında geçmişti. Adını da MLKP şehidi Şengül Boran'ın partisindeki adı olan Güneş'ten alıyordu. Ancak, o günlerde devrimci çalışmayı uzaktan izliyordu. Sonra yaptığı tartışmaların sonunda Kobanê'ye gitmeye, orada ne olduğunu görmeye karar verdi.
Adana'dan Suruç'a uzanan yolculuğu anlatırken heyecanı o kadar sahici ve o doğaldı ki, insanı sarıp sarmalıyordu.
"Hayatımın değişeceğine inanıyordum. Ama nasıl olacağını bilmiyordum. Açıkçası bu yolculuğun hayatımı bu derece değiştirebileceğini düşünmüyordum. Çok büyük bir heyecan, çok yeni bir serüvendi benim için" demişti.
Gerçekten de hayatı değişti, hem de her yönüyle radikal bir şekilde.
Bir süredir tedavi için geldiği İsviçre'de.
Özgür TV'de 2021 yılının başından beri de birlikte çalışıyoruz. Hafta içi her akşam haber bültenini sunuyor, gün içinde haber montajı yapıyor, jenerikler hazırlıyor, haber yazıyor, teknik sorunlarımızı çözüyor, bildiklerini bizimle paylaşıyor, bilmediklerini de hızlıca öğreniyor. Devam eden sağlık sorunlarına rağmen bir an boş durduğu yok.
O İsviçre'de, ben bürodan çalışırken, enerjisinden dolayı bazen bedenindeki engelleri unuttuğum anlar oluyor.
Bir arada kaldığımız zamanlarda ise günlük hayatta en küçük bir şey için bile ne kadar büyük bir çaba harcadığına tanık oluyorum. Ancak hepsini hiç yüksünmeden yapıyor.
Yorulduğu oluyor elbette, hepimiz gibi. Ama vazgeçmiyor. Önemli olan da bu zaten.
Suruç yolculuğuna çıktığında 19 yaşındaydı.
Bir nevi katliamda kaybettirdiklerinin özlemi, acısı, öfkesi ve katliamcıların hedeflediği karanlığa teslim olmamanın verdiği onurla büyüdü.
"Yaşadıklarım hayatıma çok şey kattı, çok insan kattı. Biliyorum, hiçbir şey kaybettiklerimin yerini asla dolduramayacak. Ama bilinç kattı ve büyümemi sağladı. (...) Çok zor bir süreç geçirdim ve zor günler benim için hala bitmiş değil. Biraz eksik ama o zamankinden daha fazlayım" demişti 7 yıl önce.
Tanığıyım; bu sözüne bağlı yaşamaya, direnmeye devam ediyor.
Hepimiz için de böyle biraz. Ekonominin yasalarına bakarak, bu kapitalist düzenin değişeceğini bilimsel olarak bilmenin yanında, hayata, kendimize, bizden önce bedel kapılarından geçenlere, aynı sofraya oturduğumuz, aynı şarkıya kederlendiğimiz, aynı halayda omuz omuza durduğumuz insanlara verilmiş sözlerimiz var.
Sözlerimiz, anılarımız; eksiği ya da fazlasıyla zaten bizi "biz" yapan değil mi?
İşte "Suruç'un ruhu" da bizi "biz" yapandır.
Bu ruhun özünü, bir halkın kaderine ortak olmak için yola çıkanların devrimci iradesi oluşturur. Adanmış devrimciliğin komutanı Che Guevara'nın "söz konusu olan savaşanlara başarı dilemek değil, ölümde ya da zaferde onlara yoldaş olmaktır" sözüne pratiklik kazandıran bir ruhtur.
İşte bu ruhu devlet katliam yaparak yok etmek istedi. Ancak Suruç vahşetinden çıkıp da yüzünü Rojava devriminin siperlerine dönenlerden İstanbul ya da Amed'in sokaklarında faşist şeflik rejimini yıkmak için mücadele edenlere teslim olmayan bu genç devrimciler, bu planı bozdu.
Güneş'in tekerlekli sandalyenin üzerinde devrimciliğini üretmesi de aynı politik işlevi gördü.
Elbette vazgeçenler de oldu. Bu vazgeçişler de tarihimizin bir parçasıdır.
20 Temmuz, katliamın 7. yıl dönümü.
19 Temmuz ise kaderimizin bağlı olduğu Rojava devriminin.
Devrimimiz bir kez daha, Kürt halkının tüm kazanımlarını yok etmeyi kendisinin varlık sebebi olarak gören faşist şeflik rejiminin yeni işgal tehdidi altında.
Bu işgal saldırılarının karşısında daha güçlü durma sorumluluğu hepimizin omuzlarında.
Kobanê kampanyası döneminde SGDF'nin eşbaşkanı olan ve kendisi de katliamda yaralanan Oğuz Yüzgeç, "Bu kampanyayı örgütlediğiniz için herhangi bir pişmanlık duydunuz mu?" soruma "SGDF, doğru zamanda olması gerektiği yerdeydi" yanıtını vermişti.
Rojava devriminin bugün karşı karşıya kaldığı tehditler bakımından tam da Yüzgeç'in tariflediği bir sorumluluk ile karşı karşıyayız.
Devrimimiz bugün 10 yaşında.
Daha nice yıllara!