Arzu Demir yazdı | İstanbul Sözleşmesi'ni uygulatmak için kadın grevine!
Gördük ki, uluslararası sözleşmelerin de faşizm koşullarında hiçbir garantisi yok. Dolayısıyla kadınlar, sokakta mücadele ederek kazandıkları her haklarını korumak ve uygulatmak için mücadele halinde olmak zorunda. Ta ki, faşist şeflik rejimi yıkılana kadar. Kadın grevi, bu sürecin önemli araçlarından biri olabilir. Şimdi, kadınlar, hayatlarını korumak için hayatı durdurabilir. İş bırakmaktan iş yavaşlatmaya, devlet kurumlarını bloke etmekten kitlesel mitinglere, Ankara yürüyüşlerinden yol kesmelere, alışveriş boykotundan ev içinde hizmet üretimini durdurmaya sayısız biçimde, tek bir taleple hayatı durdurmak mümkün.
Saray faşizmi, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararıyla kadınlara karşı yeni bir savaş sürecini başlatmış oldu. Kendilerinin de ifade ettiği gibi sırada 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ile nafaka hakkının gasbı var. Çocuk tecavüzcülerini hapisten kurtaracak olan düzenlemeyi de gündeme getirmeleri kuvvetle muhtemel. Bu savaş ilanı, muhaliflere, ezilenlere yönelik şok saldırı dalgasının da parçası oldu. Önce Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın hayatını kaybettiği yönünde bir iddia sosyal medyada dolaşıma sokularak, ortaya resmen bir sis bombası bırakıldı. Ardından HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun milletvekilliği düşürüldü, HDP'ye kapatma davası açıldı. Arada halkların mücadele tarihinde ideolojik ve simgesel anlamı olan Gezi Parkı, Vakıflar Genel Müdürlüğü eliyle İslamcı tarikatlara devredildi. Bu adımları İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı takip etti.
İktidar, ilk imzacısı olduğu ve bir dönem bununla övündüğü sözleşmeden neden çekildi? Bu soruya verilen yanıtlarda, Saadet Partisi başta olmak üzere kimi İslamcı tarikatların taleplerini karşılayarak Cumhur İttifakı'na dahil etmeye çalıştığı yorumları öne çıkıyor. Giderek derinleşen ekonomik kriz, Garê yenilgisi, kadın direnişi, teslim alınamayan devrimci irade gibi toplumsal ve siyasal gelişmelerle köşeye sıkışan AKP'nin ittifaklarını genişletme politikası yürütmesi mümkün. Ancak İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararını hem iktidarın "makbul kadın" yaratma ideolojik hedefi hem de tüm toplumu örgütsüzleştirme, savunmasız bırakma stratejik saldırısı ile birlikte ele almakta yarar var. Resmi evlilik bağı olsun ya da olmasın kadınlara yönelik şiddeti, bir ayrımcılık ve insan hakları sorunu olarak gören, bu ayrımcılığın ve eşitsizliğin son bulması için devletlere kimi sorumluluklar yükleyen sözleşmenin varlığı ve uygulanması, elbette, "kadın-erkek eşitliğini fıtrata aykırı bulan" Saray rejimi için tehdit oluşturmaktadır.
Kadınları tamamen savunmasız ve örgütsüz bırakmak rejimin temel hedefi. Kadınların siyasette varlığının ve temsiliyetinin güvencelerinden biri olan eşbaşkanlık sistemini yok etmek istiyor. KHK'larla sayısız kadın örgütü kapatıldı. Kürt kentlerindeki HDP'li belediyelere atanan kayyumların ilk yaptıkları kadın kurumlarını kapatmak oldu. Şimdi de kadınlara erkek şiddetine ve ev içinde şiddete karşı bir koruma kalkanı oluşturan sözleşmeyi gasp etmek istiyor. "Kocanın eşi", "çocukların annesi", "kayınbabanın gelini" olmaktan başka bir vasfı olmasını istemedikleri "makbul kadınları" yaratabilmek için kadınları savunmasız ve örgütsüz bırakmaları gerekiyor. Öyle olmalı ki, her kadın kendi çaresizliğinde, yalnızlığında boğulsun, "aile", "koca" kurumundan başka tutunacak bir dal bulamasın. Sözleşmenin iptalini takip eden bu birkaç gün içinde erkekler, 10'a yakın kadını katletti.
Meselenin kendileri için "hayat memat meselesi" olduğunu bilen kadın hareketi, hızlıca mobilize oldu, mücadelede yeni bir dönemi başlattı. Şimdi uzun ve zorlu bir yol kadınları bekliyor.
Bu dönemde gördük ki, uluslararası sözleşmelerin de faşizm koşullarında hiçbir garantisi yok. Dolayısıyla kadınlar, sokakta mücadele ederek kazandıkları her haklarını korumak ve uygulatmak için mücadele halinde olmak zorunda. Ta ki, faşist şeflik rejimi yıkılana kadar.
Kadın hareketi, çocuk tecavüzcülerine af getiren düzenlemenin çıkarılmasını engelledi. İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme planını da erteletmeyi başarmıştı. Özetle, Saray faşizmini sınırlandırmıştı. Ancak sınırlamanın ya da geri adım attırmanın ötesine geçmek gerektiği, Saray'ın son saldırısı ile görüldü. Tablo net; Saray faşizmi var olduğu sürece ne kadınların yaşamları ne de hakları güvencede. Bu nedenle de kadın özgürlük mücadelesi, karakteri erkek olan bu rejimi hedeflemek zorunda.
Şimdi... Kesintisiz bir eylem süreci başladı. Kadın grevi, bu sürecin önemli araçlarından biri olabilir. 2017 yılının 8 Mart'ından bu yana dünyada Arjantin, Meksika, İspanya, Fransa, Belçika, İsviçre başta olmak üzere 50'ye yakın ülkede çağrısı yapılan ve örgütlenen bu grev, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da tam olarak pratiklik kazanmamıştı. Şimdi, kadınlar, hayatlarını korumak için hayatı durdurabilir. İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanmasını isteyen milyonlar var. Bu milyonlar kadın grevi çağrısıyla harekete geçirilebilir. Sendikalar, HDP başta olmak üzere muhalif siyasi partiler bu işin bir parçası olabilir. İş bırakmaktan iş yavaşlatmaya, devlet kurumlarını bloke etmekten kitlesel mitinglere, Ankara yürüyüşlerinden yol kesmelere, alışveriş boykotundan ev içinde hizmet üretimini durdurmaya sayısız biçimde, tek bir taleple hayatı durdurmak mümkün. O talep de, "İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararnamesini iptal et" olabilir.