Arzu Demir yazdı | İşçi eylemleri neye işaret ediyor?
İşçi ve emekçiler vahşi kapitalizmin sömürüsü altında ve çok derin bir yoksulluğa mahkum edildi. Saatlerce hiçbir hakları olmadan çalıştırılmalarının karşılığı açlık ve yoksulluk.
2022 yılına işçi sınıfı adeta bir isyan halinde girdi. Elbette Ocak ayından bu yana yaşanan bu direniş, işgal ve grevler son 2-3 yılda olgunlaşan bir sürecin sonuçları olarak ortaya çıktı. Son 3 yıl içinde maden işçilerinin Ankara yürüyüşü, 3. Havalimanı şantiyesinde inşaat işçilerinin kitlesel direnişi, belediye işçilerinin direnişleri ilk akla gelenler oldu.
Emek çalışmaları’na göre, 12 Ocak ile 6 Şubat arasında 33 işçi direnişi ve grevi gerçekleşti.
12 Ocak'ta Mersin'deki Çimsataş Fabrikası'nda Birleşik Metal-İş Sendikası'nın imza attığı toplu iş sözleşmesini tanımayan işçiler fiili grev yaptı. Bu grev iki gün sürse de çok önemliydi. Çünkü fiili grev sendikal bürokrasinin sınıf uzlaşmacı çizgisini de sorguladı. Ardından Sivas Divriği'de Erdemir-Çiftay Madencilik’te 2 bin işçi üç gün boyunca fiili grev gerçekleştirdi. Grev kazanımla sonuçlandı.
Domino taşı gibi direnişler gelişti. 25 gün içinde gerçekleşen 33 direnişin büyük bir kısmı düşük ücret zammına tepki. Başka bir ifadeyle "insanca yaşam" talebi. 20 iş yerindeki direnişi ya sendikalar örgütlemiş ya da sonradan dahil olmuşlar. 13 iş yerinde ise herhangi bir sendikanın etkisi yok.
Bu tablo içinde tekstil işçilerinin direnişleri ağırlığı oluşturuyor. İkinci sırada ise kargo işçileri var. Bu iş kolu özellikle koronavirüs salgını ile birlikte gündeme gelen bir alan. Türkiye’de 3 milyona yakın kurye işçisinin olduğu tahmin ediliyor. Bunların 2.5 milyonu kayıt dışı.
Trendyol işçilerinin direnişinin kazanımla sonuçlanması ile aynı sömürü koşullarında çalışan diğer kurye işçileri de harekete geçti. Burada ücret zammının yanı sıra çalışanlara dayatılan "esnaf kuryelik" modeline de itiraz var. "Herkes kendi işinin sahibi olacak" diye albenili bir sözle propagandası yapılan esnaf kuryelik, patronları işçi karşısındaki her türlü sorumluluktan kurtarıyor. İşçinin ne kadar ve nasıl uygulandığından bağımsız olarak ücret, fazla mesai ücreti, yıllık izin, dinlenme gibi yasal hakları var. Örneğin patron, işçinin sigortasını ödemek zorunda. Ayrıca işçi, haklarını savunmak için örgütlenebilir, sendikaya üye olabilir. İşçi statüsündeki bir kurye, "esnaf kurye" olduğu zaman bu hakların hepsi ortadan kalkıyor, patronun "esnaf kurye" karşısında hiçbir sorumluluğu kalmıyor.
Bu eylemlerin bir başka dikkat çeken özelliği ise kadın işçilerin katılımı. Kargo iş kolunda değil ancak yaygın direnişlerin olduğu tekstilde kadın işçiler başı çekiyor. Sendika hakkı için mücadelenin sürdüğü Farplas’ta da direnişi başlatan kadın işçilerdi.
Kimi direnişler kısa sürede kazanımla sonuçlandı. Ancak sürecin sertleşeceğine dair ilk veri Migros depo direnişinden geldi. Depo içinde direnişte olan işçiler ve DGD-Sen yöneticileri Salı gecesi polis tarafından gözaltına alındı. Ancak direniş kırılamadı. İşçiler serbest bırakılır bırakılmaz kaldığı yerden direnişe devam etti.
Tüm bu yaşanan direnişler, uzun bir aradan sonra işçi sınıfının kavga borusunun çaldığının işareti. Çok açık ki, işçi sınıfı mücadelesi bakımından yeni bir döneme giriyoruz.
Neden direnişler bir anda peşi sıra başladı?
İşçi ve emekçiler vahşi kapitalizmin sömürüsü altında ve çok derin bir yoksulluğa mahkum edildi. Saatlerce hiçbir hakları olmadan çalıştırılmalarının karşılığı açlık ve yoksulluk.
Artık işçilerin canına tak etti. Kapitalist sömürü düzenine, yoksulluğa, sefalet ücretlerine, işsizliğe, örgütsüzleştirmeye karşı harekete geçti.
Toplam tablo işçi sınıfının saflarında yeni bir militan mücadele ve hareketin filizlendiğini gösteriyor.
Bu durum hem sendikalara hem de sol, sosyalist siyasi partilere zamanın ruhuna uygun sorumluluklar da yüklüyor.
Birincisi, sendikalar gelişen bu hareket karşısında ne yapacak? Şu anda harekete geçen işçilerin ağırlığı genç ve daha önceden sendikal deneyimi olanlar az. Limter-İş Sendikası Örgütlenme Uzmanı Deniz Bakır’ın bu duruma ilişkin yorumu dikkat çekici. "Kurumsal sendikalar içerisinde yetişmemiş, geleneksel sendikalarla kendi sınırlarını inşa etmemiş, yeni bir mücadele örgütlenme enerjisiyle dolu bir kuşak" diyor. Dolayısıyla bu gelen dalga, sendikal hareketin krizini daha da derinleştirecek.
İkincisi; sol, sosyalist siyasi partiler bu direnişlerle nasıl bir ilişki kuracak?
Her biri ayrı bir iş yerinde gelişen bu hareketin birleşik bir işçi hareketi yönünde ilerletilmesi, hareketin en temel sorunu. Tek tek iş yerlerindeki patronların yanı sıra "patronların patronu" Saray iktidarını da hedefe koyan bir çizgide direnişlerin ilerlemesinde de sol, sosyalist partilerin sorumlulukları artıyor. Bu sorumluluk, dayanışma ziyaretlerinin dışında daha fazlasını yapmayı gerekli kılıyor. HDP bakımından da bu böyle. İşçi sınıfındaki şovenizmin etkisine rağmen milletvekillerinin direniş alanlarındaki varlığı çok değerli. Ancak yeterli olmadığı ortada...