22 Kasım 2024 Cuma

Arzu Demir yazdı | İktidar direniş hafızasını yok etmek istiyor

"Ölü bedenlerle savaşma" pratiği hem psikolojik savaşın unsuru hem de hafızayı silme operasyonudur. İktidarın "ölü bedenlerle savaşı" mezarlıklara yönelik saldırılarla sınırlı kalmadı elbette. Bu savaş, halkın "cenazesini gömme" ve "yas tutma" hakkını da gasp edecek şekilde genişletildi. 

Faşist şeflik rejimi, ezilenlere yönelik giderek tırmandırdığı saldırganlığının yanı sıra toplumsal hafızayı silme ve yeni bir hafıza oluşturma politikası da yürütüyor.

Taksim Gezi Parkı'nı yok ederek yerine Topçu Kışlası yapma projesi de bu politikanın bir sonucuydu. Meydanlar, kentlerin hafızasıdır. Tarih, mekanlarla birlikte hatırlanabilir ve hafızanın/hatıranın sabitlenebilmesi için mekanlar bir çerçeve ve zemin oluşturur.

Taksim Meydanı da İstanbul'un hafızasıdır. 1977 1 Mayıs'ında devletin katliam yaptığı gerçeği o meydanda yıllar geçse de yerli yerinde durur.

Gözaltında kaybedilen devrimcilerin ailelerinin ve insan hakları savunucularının mücadelesi ile artık "Cumartesi Meydanı"na dönüşen Galatasaray Meydanı da çok önemli bir hafıza merkezidir. Kısa adıyla SS olan Süleyman Soylu'nun, eylemin 700. haftasında verdiği talimatla, bu meydanın kayıp yakınlarına yasaklanmasının bir amacı da bu ülkede devletin muhalifleri gözaltına alarak kaybettiği gerçeğinin unutturulmak istenmesidir. Devletin kayıplar politikası ve bu politikaya karşı yürütülen mücadele, iktidarın halkların hafızasından silmek istediği direniş tarihlerinden biridir.

Amed Sur'da özyönetim direnişinin ardından ayakta kalan binalar da yerle bir edildi. 2016 yılının Mart ayında Bakanlar Kurulu kararıyla taşınmaz mallar hakkında "acele kamulaştırma" kararı alındı. Bu karar, sadece çatışmaların yaşandığı alanı değil, Suriçi'ndeki toplam alanın yüzde 82'sini kapsıyordu.

Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi'ne göre Sur'da toplam 4 bin 985 bina hasar gördü. Acil kamulaştırma yapılan altı mahalledeki tüm yapılar yıkıldı, yerlerine 500 konut ve 200 işyeri yapıldı. Bu yapıların elbette ki, eski Sur evleri ile alakası yoktu. Sur'un kültürel kimliğiyle bütünleşmiş dar sokaklarından, taş binalarından geriye bir şey kalmadı. Çok sayıda tescilli, tarihi bina da yok edildi. 

Sadece meydanlar ve mahallelerin yıkılarak yeniden inşa edilmesi değil, mezarlıklara yönelik saldırılar da hafızayı silme politikasının bir parçasıdır. Çünkü mezarlıklar da direnişin ve hafızanın mekanlarıdır. O mezarlıklara ailelerin, arkadaşların, yoldaşların yaptıkları ziyaretler, anmalar, buluşmalar, toprağın altındaki devrimcilerin, mücadelelerini hatırlatarak, onları adeta yeniden "yaşayan" haline getirir.

20 Temmuz Suruç Katliamı ile başlayan yeni savaş sürecinin, önemli araçlarından biri oldu mezarlıklara saldırılar. Bitlis'teki Garzan Mezarlığı'nda yaşananlar bu politikanın nasıl bir vahşet boyutuna ulaştığının göstergesidir. Mezarlık tahrip edilerek, 261 cenaze mezardan çıkartılıp önce Adli Tıp Kurumu'na gönderildi. Ardından da cenazelerin Kilyos Mezarlığı'nda kaldırımların altındaki toprağa, plastik kutulara konularak üst üste gömüldüğü ortaya çıktı. Bu "ölü bedenlerle savaşma" pratiği hem psikolojik savaşın unsuruydu hem de hafızayı silme operasyonuydu.

İktidarın "ölü bedenlerle savaşı" mezarlıklara yönelik saldırılarla sınırlı kalmadı elbette. Bu savaş, halkın "cenazesini gömme" ve "yas tutma" hakkını da gasp edecek şekilde genişletildi. Bunun son örneği, HBDH ve MLKP gerillası Ulaş Alankuş'u uğurlama töreni sırasında İstanbul Gazi Mahallesi'nde yaşandı. Planlanan cenaze töreninden önce polis, cenazeyi kaçırdı. Sadece ailenin mezarlığa girmesine izin verdi. Öyle ki, cenazenin cemevinde yıkanmasına bile izin verilmedi, mezarlığa portatif bir gasilhane getirildi. Uğurlama töreni için gelenler de işkence ile gözaltına alındı. Bu saldırganlık cenaze töreni ile sınırlı kalmadı. İzmir'de anma töreni yapılan ESP il binasını basan polis, sosyalistleri gözaltına aldı. Geçtiğimiz hafta sonu Gazi Mahallesi'nde de anma başlamadan polis saldırısı yaşandı. Gözaltına alınan kadın devrimcilere, çıplak arama işkencesi yapıldı.

Cenaze törenine bu düşmanlık ve saygısızlık elbette faşist şeflik rejiminin artan saldırılarının bir parçası. Ancak bunun zamanda hafızasızlaştırma operasyonu olduğunu unutmayalım. Suruç Katliamı'ndan tesadüfen sağ çıkan ve geri adım atmak yerine mücadelesini bir adım daha ileriye taşıyarak faşizmin karşısına silahıyla dikilen genç bir devrimciyi unutturma çabası. Halkların birleşik devrimi için savaşan bir komünist gerillanın taşıdığı mücadele iradesi ve kararlılığının hatırlanmaması ve geleceğe taşınmaması için yürütülen özel bir savaştır bu. Tıpkı Rojava devrimini savunurken ölümsüzleşen BÖG savaşçıları Aziz Güler ile Eylem Ateş'in cenazelerinin Türkiye'ye geçişine haftalarca izin verilmemesindeki amaç gibi. Ailelerinin, devrimcilerin yürüttüğü kararlı mücadele sayesinde cenazeler getirilebilmişti.

İktidar halklara yönelik savaşı tırmandırdıkça, hafızasızlaştırma operasyonuna da hız verecek elbette. Bizler ise her fırsatta Ulaş Alankuş'tan Delal Amed'e, halkların özgürlüğüne kendi hayatlarını armağan eden bu devrimcileri hatırlayacağız ve hatırlatacağız.