Arzu Demir yazdı | Dayanışmadan yaşamı yeniden kurmaya
Devlet ve düzenin otoritesi yerle bir oldu. Tarihin bu an'ında halkların dayanışma kapasitesinin, yeni yaşamı kurma iradesinin, toplumsal bir özgürleşme hareketi olarak siyasal alana doğru akması çok olanaklı.
Halkın enkazların altında ölüme terk edilmesi, bir yudum içme suyuna muhtaç bırakılması, HDP'nin yardım merkezine kayyum atanması, cenazelerin beden bütünlükleri bozulacak şekilde kepçelerle enkazlardan çıkartılması, yangından mal kaçırırcasına yandaşların ihya edilmesi için inşaat ihalelerine çıkılması, mültecilerin ırkçı nefretin hedefi haline getirilmesi, işkencenin artması, sosyal medya paylaşımları nedeniyle insanların tutuklanması ve daha nicesi, kapitalist devlet ve faşist rejimin deprem günlerindeki olağan halidir. Saray'da temsilini bulan kapitalist devletten başka türlüsü de beklenemezdi. Bir doğa olayını sonuçları ağır bir yıkıma dönüştürmek bu devletin karakterinde var.
Enkazların altı cansız bedenlerle doluyken, halk yasını tutamamışken, daha şimdiden utanmazca depremin yarattığı yıkımı fırsata çevirmenin, 5'li çeteyi, inşaat tekellerini, yandaş sermayeyi ihya etmenin derdindeler. Bunların adımlarını da hızlıca atıyorlar.
Maraş depremi ve ardından gelen Antakya depremi halklara, devlet gerçekliğini çok net anlattı. "Devlet nerede" sorusunun muhatabı tarafından yanıtsız bırakılması, devlet ile ilgili öğretilmiş ideolojik ezberlerin yerle bir olduğunu gösterdi.
Deprem, derinleşen devlet-halk çelişkisinin altını çok net ve kalınca çizdi. "Devlet-halk ortaklığı"nın altındaki fay hattı da kırıldı.
HDP ve bileşeni sosyalist partiler başta olmak üzere, tüm devrimci, ilerici parti ve örgütler, meslek örgütleri, Alevi dernekleri ile binlerce gönüllü, dayanışma seferberliği ile kapitalist devletin yarattığı yıkım karşısında halkın yanında saf tuttu. Devrimcilerin, sosyalistlerin öncülüğünde günlerdir süren bu toplumsal dayanışma, yıkılan devlet algısının yerini yeni yaşamı kolektif bir emekle yeniden inşa etme gücü ve iradesine teslim etmesinin zeminini güçlendirdi.
6 Şubat'tan bu yana deprem bölgesinde halkın yaralarını sarmak için yapılan her şey çok kıymetli ve önemli. Ancak depremin etkilediği 11 kentte -kimi yerler tamamen olmak üzere- hayatın ve kentlerin yeniden inşası gibi bir süreç önümüzde duruyor. Zor olduğu kadar devrimci imkanları da içinde barındıran bu süreç, asla bu iktidarın, beka ve rant planlarına, seçim vaatlerine vs. bırakılamaz.
Faşist şef Erdoğan, 200 bin konut yapacaklarını açıkladı. Bu 2 trilyon TL'lik bütçe anlamına geliyor; milli gelirin yaklaşık yüzde 15'i. "Devletin bekası" olarak tanımladıkları varoluş sürecinde bu "konut inşası" önemli bir yerde duruyor. Dolayısıyla hem kapitalizme karşı sınıf mücadelesi hem sömürgeci rejime karşı özgürlük mücadelesi, devletin yarattığı deprem enkazı üzerinde yeni biçimler kazanacak.
Artık 6 Şubat'tan itibaren kimse eskisi gibi düşünüp davranamaz. Hiçbir siyasi kuvvet deprem gerçeğinin üzerinden atlayarak siyaset yapamaz.
Deprem gibi yıkım süreçleri, toplumsal bilincin de kopuş "an"larıdır. 17 Ağustos depremini hatırlayalım. ANAP, DYP, DSP gibi geleneksel burjuva partileri silip süpürdü, AKP o enkaz üzerinden kendini halka bir umut olarak sundu.
Tarih tekerrür etmez. 2000'in başında değiliz. O günden bugüne darbeler, katliamlar gibi devletin baskı ve tahakküm araçlarının yanı sıra, ezilenler, Gezi, Kobanê gibi ayaklanmaları, 7 Haziran zaferini ve Rojava devrimini gördü.
Bu dönem aynı zamanda kapitalist devletin ve ahlakın, bastırarak yaşamın en derinliklerine itmeye çalıştığı toplumun kolektif ve komünal niteliklerinin de yeniden gün yüzüne çıktığı zamanlardır. Günlerdir olan da budur. Bu sadece elindekini paylaşma eylemi değildir. Paylaşmak da çok değerlidir, ezilenlerin inceliğidir ancak günlerdir parçası olduğumuz şey, yaşamın yeniden inşasına sunulan bir katkıdır.
Devlet ve düzenin otoritesi yerle bir oldu. Tarihin bu ‘an'ı çok kıymetli. Halkların dayanışma kapasitesinin, yeni yaşamı kurma iradesinin, toplumsal bir özgürleşme hareketi olarak siyasal alana doğru akması çok olanaklı.
Bunun için de birleşik savaşım büyütülürken, toplumsal alanın örgütlenmesi gerekmektedir. Çok uzağa gitmeye gerek yok, Gezi direnişinin komün deneyimi bu anlamıyla önemli bir örnek. Halkın devlet ile kopuştuğu bu anlarda, alternatif bilinç gelişir. Devrimciler bu bilincin eyleme dönüşeceği kanalları açabilir, örgütlülükleri halka oluşturabilir.
Aslında iktidar bu gerçeği çoktan gördü. OHAL ilan etmesi, Antakya'da plakasız araçları sokağa salması, mültecileri hedef haline getirerek halk örgütlenmelerini bastırma çabası tam da gerçeğin görüldüğünü gösteriyor. Ezilenlerin bilincinde tazeliğini koruyan, Saray'ın semalarında bir heyula olarak dolanan Gezi-Haziran ayaklanmasının siyasal-toplumsal gövde kazanmasını engellemeye çalışıyor.
Yeni bir döneme girdik. Bu yeni dönemde, emekçi sol, salt sosyal dayanışma ve halkın karşılıklı yardımlaşma ihtiyaç ve mevzilerini örgütlemekle kendi eylemini ve ufkunu sınırlayamaz.