Arzu Demir yazdı | Cumartesi Meydanı'nı yeniden kazanmayı düşünmek
Kayıp yakınlarının ve Cumartesi İnsanları'nın 26 yıldır süren mücadeleleri de hem geçmişe dair bir adalet, yüzleşme ve hesaplaşma çağrısı olurken, aynı zamanda faşist rejimin yeni kaybetme saldırılarını püskürtmek için önemli bir mevzi.
Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası içindeyiz. Çeyrek asrı aşan her anı büyük bir inat ve yoğun bir emekle örülmüş bir mücadele bu. Gözaltında kaybetmeyi muhaliflerine karşı bir politika olarak uygulayan iktidarlar karşısında ezilenleri, hakikat, adalet, yüzleşme ve hesaplaşma talepleri ile "Cumartesi İnsanları" ortak paydasında buluşturan bu mücadelenin ilk adımları 26 yıl önce mart ayında atıldı. O günlerde Yıldız Teknik Üniversitesi'nde öğrenciydim. CHP işgalinden Galatasaray'daki cumartesi eylemine, Hasan Ocak'ı Gazi Mahallesi'nde sonsuzluğa uğurlama töreninden, uluslararası kurultaya, anma törenlerinden Emine ve Baba Ocak'ın acılarını bir mücadele gerekçesine dönüştüren kararlılıklarına, bu sürecin her aşamasına tanıklık ettim.
"Hasan Ocak'ı sağ aldınız, sağ istiyoruz" sloganıyla başlayan, cansız bedeninin Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı'nda bulunup devlete suçüstü yapıldıktan sonra "Katillerin listesini istiyoruz"a uzanan bu mücadele, benim gibi binlerce insanın kişisel tarihinde sadece hatırlanması gereken eski bir mazi değil. Aksine özellikle Gökhan Güneş'in kaybedilme girişiminin ardından görüldü ki devlet, gözaltında kaybetme politikasını terk etmiyor, sadece zamanı geldiğinde devreye koyabilecek kadar uzaklıkta tutuyorlar. Bu nedenle, gözaltında kayıplara karşı yürütülen ve bugün Cumartesi Anneleri ile devam eden bu mücadelenin, geliştirilmesi, büyütülmesi ve yeniden sokakla, Galatasaray Meydanı ile buluşturulması sorumluluğu orta yerde duruyor.
Sosyalist işçi Gökhan Güneş, 2021 yılının 20 Ocak günü kaçırıldığında yoldaşlarının ve ailesinin belleğinde, kayıplara karşı verilen bu mücadele tüm deneyimi ile duruyordu, elbette devlet gerçeği ile birlikte. Kayıplar mücadelesi ile devletin kaybetme politikasında bir gedik açılmıştı. Bu çok somut, tarihi bir kazanımdı. Ancak sömürgeci ve faşist karakteri ile devlet var olduğu sürece, kaybedilme de başta devrimciler, sosyalistler, komünistler ve yurtsever devrimciler olmak üzere muhalifler için her zaman bir olasılıktı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bu olasılığın bir dönem iktidar ortağı olanları da kapsamına aldığı görüldü. 2016 yılındaki OHAL ilanı sonrasında kaçırılma, alıkonulma ve gözaltında kayıp iddialarında dikkat çekici bir artış olduğunu belirten İHD İstanbul Şubesi'nin 17 Mayıs günü yaptığı açıklamaya göre, tam sayı tespit edilememekle birlikte 32 kişi gözaltında kaybedilme girişimine maruz kaldı. Bunlardan 25'i bulundu. Yusuf Bilge Tunç ve Hüseyin Galip Küçüközyiğit'in de aralarında olduğu kişilerden ise hala haber alınamıyor. Süryani Hurmüz Diril 11 Ocak 2020'den bu yana kayıp. Eşi Şimuni Diril'in cansız bedeni bulunmuştu. Keza Mehmet Bal'dan da 2020 yılının 24 Ocak gününden bu yana bir haber yok.
Bu listeye Gökhan Güneş'in isminin eklenmesine, ailesi ve yoldaşları ile devrimcilerin birleşik mücadelesi engel oldu. Gökhan Güneş, faşizmin o karanlık dehlizinden çekip alındıktan sonra yaşadıklarını anlattığı basın toplantısında, kaçıranların kendini "görünmeyenler" olarak tanıttığını anlatmıştı. "Görünmeyenler", tıpkı 1990'larda JİTEM örneğinde olduğu gibi kaçırmak, alıkoymak, katletmek ve gözaltında kaybetmek için bizzat saray rejiminin, devlet içinde örgütlediği bir birim. 2014 yılının Ekim ayındaki MGK toplantısı kararları ile Kürt özgürlük hareketine, 2015 yılında 20 Temmuz Suruç Katliamı ile devrimcilere, komünistlere karşı başlatılan "çöktürme saldırısı" kapsamında, doğrudan faşist şef Erdoğan'a bağlı MİT ile İçişleri Bakanlığı bu "görünmeyenler"i yapılandırdı. Bilinmeyen adreslerde, Teşkilat-ı Mahsusa'dan beri bilinen yöntemleri devreye soktular.
Sadece Türkiye ve Kürdistan bakımından değil, gözaltında kaybetme saldırısının kitlesel olarak uygulandığı Latin Amerika kıtasında bu politika hala güncel. Gözaltında Kayıplara Karşı Komite'nin (ICAD) yaptığı açıklamaya göre, Meksika'da 2020 yılı içinde 12 bini aşkın insan devlet güçleri veya devlet güçleri ile ilişki içinde hareket eden çeteler tarafından kaçırılarak kaybedildi. El Salvador'da 2020 yılında 1500'ü aşkın ve Ocak-Mart 2021'de ise 300'ü aşkın insan kaçırıldı. Bu insanların yüzde 4'ünün cesedi bulundu. Yüzde 56'sından ise hala haber yok. Kolombiya'da genel grevin başladığı 28 Nisan'dan bu yana gözaltına alınan 400'den fazla insanın akıbeti bilinmiyor. Latin Amerika kıtası için de gözaltında kaybetme, askeri diktatörlük dönemlerinde kalmış bir uygulama değil.
Latin Amerika'dan Türkiye/Kürdistan'a, gözaltında kayıplara karşı mücadele hala güncel. Kayıp yakınlarının ve Cumartesi İnsanları'nın 26 yıldır süren mücadeleleri de hem geçmişe dair bir adalet, yüzleşme ve hesaplaşma çağrısı olurken, aynı zamanda faşist rejimin yeni kaybetme saldırılarını püskürtmek için önemli bir mevzi. Bu yönüyle de Cumartesi Meydanı taşıdığı hem simgesel hem de güncel anlamları ile yeniden kazanılması gereken bir mevzi.