22 Kasım 2024 Cuma

Arzu Demir yazdı | Asker cenazeleri nerede?

Kimyasal silah saldırılarında suç üstü olan faşist şeflik rejimi, şok dalgası ile gelecek tepkilerin önüne geçmeye çalıştı. Yakılan asker görüntüleri karşısında da bir süre sessiz kalarak yok saymaya çalışacaklar. Bu yok saymaya elbette faşist saldırganlık da eşlik edecek. Ne olursa olsun, bu gerçek sonsuza kadar saklanamaz. Askere giden ve geri dönmeyen insanlar var. Bunların ailelerini, askerlerin daha önce imzaladıkları sözleşmelerle ya da kan paraları ile susturabilirler. Ancak nereye kadar? İçlerinden biri kalkıp da sormayacak mı? "Oğlum hayattaysa nerede? Öldüyse cenazesi nerede?" diye.

"Gerillalar buna tanık oldu. Şehit Şahin direniş alanında Türk askerleri, kendi cenazelerini siyah poşetlere koyup uçurumdan attı. Şikefta Birindara direniş alanında 15 askerin cenazesi 25 gün boyunca arazide kaldı. Sonrasında Türk ordusu bu cenazeleri bombalayarak parçaladı. Bu parçalar araziye dağıldı. Günlerce parçalanmış, yanmış ceset kokusundan geçilmedi."

Medya Savunma Alanları'nda gazetecilik yapan Pirdoğan Kemal verdi bu bilgileri. Özgür TV'de Pirdoğan Kemal ile konuştuğumuz* konu, elbette Türk devletinin şimdilik "son" savaş suçuydu: Zap'taki savaşta 11 Eylül'de yaşamını yitiren askerleri yaktığı görüntüler.

6 Kasım'da ANF'de yayınlanan bu görüntü, son 3 hafta içinde ikinci vahşet tablosu oldu. İlki, kimyasal silah saldırısına maruz kalan gerillalardan Helbest Koçerîn ve Baz Mordem'in son anlarına ait görüntülerdi. Bu görüntünün yayınlandığı gün yapılan açıklama ile 17 gerillanın, kimyasal silah saldırısında hayatını kaybettiğini de öğrenmiştik. Türk devleti, "düşman" olarak gördüğü gerilla güçlerinin direnişini kırmak için, kimyasal silah saldırısını yoğunlaştırdı. Ancak yine de istediği sonucu elde edemedi. Bu kez de, kendi askerlerinin cenazelerinden kurtulmak için onları yakarak yok etti.

Her şeyden önce bu görüntüler, devletin, kendi kayıplarını gizleme çabasının somut göstergesi. 17 Nisan'da Güney Kürdistan'da Zap, Metîna ve Avaşîn'de başlayan ve hala süren işgal saldırısında, Türk devletinin kayıplarının açıklanandan çok daha fazla olduğunu gerilla güçleri yaptıkları her açıklamada belirtiyorlardı. Son görüntü, bu açıklamaların somut kanıtlarından biri oldu.

Türk devletinin kendi askerine karşı uyguladığı ilk vahşet de değil bu elbette. Hatırlayalım, 2021 yılının 10 Şubat günü, Savaş Bakanı Hulusi Akar, "Pençe-Kartal 2 operasyonu" adı altında Garê'de yeni bir saldırı başlattıklarını duyurmuştu. Bu saldırı da HPG'nin elinde esir olan 12 MİT üyesi, asker ve polis ile Güney Kürdistanlı bir kişinin ölümü ile sonuçlanmıştı. Söz konusu saldırı öncesinde faşist şef Erdoğan, "Yakında müjdeli bir haber vereceğim" demişti. Faşist şefin müjdesi, 13 asker, polis ve MİT elemanının cenazelerini ailelerine vermek oldu. Bu olayın ardından açıklama yapan HSM, esirlerin tutulduğu kampın özellikle hedef alındığını, savaş uçaklarıyla üç gün boyunca yoğun bir şekilde bombalandığını belirterek şunu vurgulamıştı: "Bu kampa yapılacak bu kadar saldırı sonucunda hiç kimsenin oradan sağ olarak kurtulamayacağı gerçeği en sıradan askeri bilgiye sahip bir kişi tarafından dahi bilinebilecek bir husus olmasına rağmen, bu kampa dönük yapılan saldırı hiçbir biçimde onların kurtarılmasına dönük olmayıp tamamen imha edilmeleri amaçlanarak yapılmıştır" demişti. Bu kişilerin aileleri ile İHD'nin yaptıkları tüm girişimler öncesinde sonuçsuz kalmıştı.

Biraz daha eskiye gidelim. Dağlıca'daki çatışmada 21 Ekim 2007'de esir alınan 8 asker, aynı yıl 4 Kasım'da serbest bırakıldıklarında, adeta ölmedikleri için cezalandırıldı. Bu askerlerden biri olan Ramazan Yüce, yıllarca hapiste tutuldu.

Kimyasal silahla katledilen gerillaların görüntülerinin yayınlandığı günlerde, Amasra'da devlete ait bir maden ocağı, 42 işçiye mezar olmuştu. O gün demiştik ki, "Madende Türk işçiyi metan gazıyla boğarak öldüren devlet, Kürt gerillasını da kimyasal silahla yok etmek istiyor." Bugün de gördük ki, kendi askerinin cenazesini de benzin dökerek ortadan kaldırıyor. Devlet karşısında Kürdün olduğu gibi, Türk işçinin, askerin de canının hiçbir kıymeti yok. İşçinin ölümü "fıtrat" ise, askerin ölümü de "zaiyat" oluyor.

Kimyasal silah saldırılarında suçüstü olan faşist şeflik rejimi, şok dalgası ile gelecek tepkilerin önüne geçmeye çalıştı. TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı ile 9 gazeteci tutuklandı. En son da partinin resmi görüşüne rağmen açıklama yapan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu hakkında fezleke hazırlandı.

Yakılan asker görüntüleri karşısında da bir süre sessiz kalarak yok saymaya çalışacaklar. Bu yok saymaya elbette faşist saldırganlık da eşlik edecek. Ne olursa olsun, bu gerçek sonsuza kadar saklanamaz.

Askere giden ve geri dönmeyen insanlar var. Bunların ailelerini, askerlerin daha önce imzaladıkları sözleşmelerle ya da kan paraları ile susturabilirler. Ancak nereye kadar?

İçlerinden biri kalkıp da sormayacak mı? "Oğlum hayattaysa nerede? Öldüyse cenazesi nerede?" diye.

Elbette soracaklar.

*Yayını buradan izleyebilirsiniz.