22 Kasım 2024 Cuma

Arzu Demir yazdı | AKP polisi neden ‘silahlandırıyor’

Yönetmelik bu haliyle, Saray faşizminin bir kent ayaklanması bastırma hazırlıklarından biri. Ancak sadece bununla sınırlı değil. Söz konusu değişikliği, diktatör Erdoğan’ın ordu karşısında polisi güçlendirme planının bir parçası olarak da görmek mümkün. Bu plan, diktatörün, devlet içinde de kendini güvende hissetmediği ve orduya güvenmediği anlamına geliyor.

2020 yılını dernek ve vakıflara “kayyum” yoluyla el koyma yasasını çıkartarak kapatan Saray faşizmi, yeni yılın ilk ayında da bir yönetmelik değişikliği ile polisin silah gücünü biraz daha artırdı.

“Türk Silahlı Kuvvetleri, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Genel Müdürlüğü Taşınır Mal Yönetmeliği”nde yaptığı değişiklik 5 Ocak’ta yürürlüğe girdi.

Buna göre, “milli güvenlik, kamu düzeni ve kamu güvenliğini ciddi şekilde tehdit eden terör, toplumsal olaylar ve şiddet hareketlerinin meydana gelmesi durumunda veya emniyet ve asayişin zorunlu kıldığı diğer hallerde” TSK, polis ve MİT, “taşınır mallarını” herhangi bir şarta bağlı olmadan birbirine devredebilecek. Bu “taşınır mallar” ile kastedilen, G-3’den tanka TSK envanterinde bulunan her türlü silah.

“Milli güvenlik, kamu düzeni” vs. şeklinde tanımlanan şeyin, ezilenlerin mücadelesi olduğu ortada. “Asayişin zorunlu kıldığı diğer haller” gibi bir ifadenin kapsamına Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kayyum rektöre karşı direnişten, Covid-19 gerekçesiyle alınan sokağa çıkma yasaklarını protestoya kadar herhangi bir tepkinin, itirazın dahil edilmesi kuvvetle muhtemel.

Yönetmelik bu haliyle, Saray faşizminin bir kent ayaklanması bastırma hazırlıklarından biri. Geçtiğimiz Haziran’da çıkarılan bekçilere halka karşı silah ve zor kullanma yetkisi veren yasa da bu kapsamdaki hazırlıklardan biriydi.

2013 yılı halkların onur ve özgürlük ayaklanması olan Gezi direnişi ile 2015 Kobanê serhildanının “hayaleti” hala Saray semalarında dolanıyor. 5 yıl sonra gelen Kobanê iddianamesi, diktatör Erdoğan’ın her fırsatta Gezi direnişini hatırlatması bu korkunun ifadesi. Ancak sadece bu da değil. 15 Temmuz darbe girişiminden koronavirüs salgınına kadar AKP-MHP iktidarı, her yeni durumda faşist şeflik rejimini tahkim edecek adımlar attı.

Erdoğan ve rejimi, Suruç Katliamı ile halklara karşı yeni bir savaşı başlattığı 20 Temmuz 2015 tarihinden itibaren, kitle desteğine güvenerek ve devlet aygıtındaki gücü sayesinde sonuç alacağını, devrimci direnişi tamamen ezeceğini hesap etti. Kitle kırımından OHAL ilanına, siyasi soykırım saldırılarından yalan bombardımanına her yolu denedi. Ancak istediği zaferi elde edemedi. Elde etmiş olsaydı, sosyalist, demokrat tüm parti ve kitle örgütlerini, sendikaları kapatacak, ardından da sırayı burjuva muhalefete getirecekti.

Elde edemediği o zafer, korkulu rüyası olduğu için de faşizmi tahkim etmeye devam ediyor.

Bu son yönetmelik değişikliğinin böyle bir anlamı var. Ancak sadece bununla sınırlı değil. Söz konusu değişikliği, diktatör Erdoğan’ın ordu karşısında polisi güçlendirme planının bir parçası olarak da görmek mümkün. Bu plan, diktatörün, devlet içinde de kendini güvende hissetmediği ve orduya güvenmediği anlamına geliyor.

Silahların kullanımına ilişkin ordu ile polis arasındaki en enteresan süreç, 28 Şubat post modern darbe sürecinde yaşandı. İktidar kavgasının bir gereği olarak, TSK istisnai durumlar hariç her zaman polisin ağır silah edinmesine karşı çıktı. Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir kontrgerilla devleti olduğunu gözler önüne seren 3 Kasım 1996 tarihindeki Susurluk kazası, polis teşkilatındaki, TSK envanterine ait silahları da gündeme getirmişti. Genelkurmay Başkanlığı, söz konusu silahların, TSK’ye devrini istemiş, ancak bu 28 Şubat’a kadar gerçekleşmemişti. 28 Şubat darbesi ile birlikte silahlar Genelkurmay Başkanlığı’na iade edildi.

15 Temmuz darbe girişimi, polisin yeniden ağır silahlar edinmesinin yolunu açtı. OHAL döneminde çıkartılan KHK’lerden biri olan 668 Sayılı KHK ile polisin aynı zamanda Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın silahlarını kullanması ve devralmasını sağlanmıştı. Şimdi son yönetmelik değişikliği ile kapsam genişletilmiş oldu.

Bu yönetmelikte dikkat çeken bir başka nokta daha var. Uygulamadaki “Taşınır mal işlem belgesi düzenlenmeyecek mallar” maddesine “Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’nca uluslararası anlaşmalara dayanılarak dost veya müttefik ülkelere ve bu ülkelerde bulunan kamu veya özel nitelikli kurum ve kuruluşlara mal ve hizmetin yardım olarak verilmesi maksadıyla tedarik edilecek taşınırlar” bendi eklendi. Bu değişikliği de iktidarın Kafkaslar’dan Kuzey Afrika’ya uzanan işgalci ve ilhakçı politikaları ile birlikte düşünmek gerekiyor. Böylece Azerbaycan’dan Libya’ya, istediği yere istediği silah sevkıyatını hiçbir “taşınır mal işlem belgesi” olmadan daha rahat yapabilecek.

Özetle bu yasa Erdoğan’ın hem halk karşısında hem de devlet içinde iktidarını sağlama alma adımı olurken, aynı zamanda işgal politikalarını da sürdürme niyetinin bir parçası.