22 Kasım 2024 Cuma

Arıkan: Sermayenin saldırılarına karşı işçi direnişlerinin etrafında kenetlenmeliyiz

Umut-Sen Sözcüsü Burcu Arıkan, işçi sınıfına yönelik topyekun bir saldırı olduğunu kaydetti. Köylülerin topraklarından edildiği, kentlerde barınma hakkının gasp edildiği, mülksüzleştirme, proleterleştirme saldırısı altında emekçilerin güçsüz, çaresiz kılınmak istendiğini söyleyen Arıkan, sermayenin örgütlü ve birlik içinde olduğuna işaret etti. "Sermayenin bu saldırılarından kaçabilecek, kurtulabilecek bir işkolu yok" diyen Arıkan, direnişlerin etrafında kenetlenmek gerektiğini, kazanımın tüm işçi sınıfına olumlu etkisi olacağının altını çizdi.

İşçi ve emekçiler; sermaye, devlet ve işbirlikçi sarı sendikaların kuşatmasına karşı direnişte. Tarlalardan fabrikalara, depolardan belediyelere, inşaatlardan tersanelere... Farklı işkollarında dayatılan açlık ve sefalet ücretine, güvencesiz ve iş güvenliğinden yoksun çalışma koşullarına karşı işçilerin direnişleri sürüyor. Çünkü patronlar sefahat içinde her gün daha da zenginleşirken ev kirasını ödeyemeyen, akşam evine ekmek götüremeyen işçiler yoksulluk cenderesinde. İrili ufaklı başlayan direnişlerin ortak talebi ise ücretlerin artırılması, İSİG önlemlerinin alınması, yemeklerde iyileştirme ve örgütlenme özgürlüğü olarak tanımlayabileceğimiz sendikalara üye olmaları.

İşçi direnişleriyle nasıl ilişkilenmesi ve sınıf mücadelesinin nasıl yürütülmesi gerektiğini Umut-Sen Sözcüsü Burcu Arıkan'la konuştuk. Sermayenin proleterleşmiş yeni coğrafyalar yarattığına dikkat çeken Arıkan, artık köylülerin kentlere sürülmek yerine yaşadıkları yerlerde toprağı gasp edilerek işçileştirildiğini belirtti. İşçi sınıfının mücadelesini dert edinenlerin, tüm direnişleri sahiplenmesi ve emek vermesi gerektiğini vurguladı.

SERMAYE KARŞISINDA GÜÇSÜZ HALE GETİRMEK GİBİ BİR AMAÇLARI VAR

Öncelikle sermayenin saldırıları hakkında biraz bilgi verir misin?
Şu an sermayenin saldırısının boyutunu ve niteliğini iyi kavramak lazım. Umut-Sen olarak "düşmanı tanı" gibi bir slogan üzerinden yürümemizin nedeni, karşımızdaki durumu iyi tahlil edersek, ona karşı bir strateji geliştirmek, somut bir mücadele yürütmek daha mümkün olur. Hem işçilere hem de sermayenin başka alanlardaki saldırıları açısından tabloya baktığımızda; köylülerin tarlaları ve topraklarına, kentlerde barınma hakkına, deprem bölgesindeki yaşananlara kadar topyekun bir saldırı var. Genel olarak mülksüzleştirme, proleterleştirme ve bir güvencesizliğin içinde insanları sermaye karşısında daha güçsüz, çaresiz hale getirmek gibi bir amaçları var.

SARI SENDİKALAR İŞÇİ SINIFINA AYAK BAĞI
Son senelerdeki direnişlerde artan şekilde işçilerin sarı sendikalara karşı tepkili olduklarını, yaptıkları eleştirileri görüyoruz. Çünkü, sarı sendikaların patronların işbirlikçisi, sermayenin bir aracısı ve doğrudan işçi sınıfına ayak bağı olduğu inkar edilemez boyutta ortaya çıktı. Saldırının şiddeti ve boyutu arttıkça bazı durumlar da gözden kaçırılamaz hale geliyor. 

Migros'ta yıllardır süren örgütlenmeyi örnek verirsek Liman-İş ve Tez Koop-İş'in işçileri fiili direnişten alıkoymaya yönelik tavrını, üye yaparak işçi sınıfını ehlileştirme tavrını görüyoruz. İşçileri sözde sendikalı gösterip, hak arama meselesinin önünü kesmek gibi bir işlevi olduğuna dair pek çok somut örnek var. Özak Tekstil direnişinde Öz İplik-İş, belediye direnişlerinde Genel-İş'in fonksiyonu üzerinden de görüyoruz. Bir noktada saldırı keskinleştikte, Türkiye'de işçi sınıfı giderek daha çok asgari ücret bandına sıkıştırıldıkça, işçi sınıfının sermaye tarafından daha çok denetlenmesi ihtiyacı -onlar açısından- arttıkça sarı sendikaların da işlevi daha çok ortaya çıkıyor. Örneğin çok daha açıktan patronlarla poz veriyorlar. Önceden bir nebze başka bir imaj çizmeye ihtiyaçları varken, şimdi buna bile ihtiyaç duymadıkları durumlar görüyoruz.

PATRON KURULUŞLARI TOPRAK GASBINI YÜRÜTEN YETKİYE SAHİP OLACAK
Sermayenin ve devletin birlikte işçi sınıfına karşı saldırısının iyice sisteme oturduğu noktadayız. En son Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşundan (OSBÜK) bir yönetici, OSBÜK altında bir kamulaştırma komisyonu kurulacağını açıkladı geçen hafta. Bu şu demek; artık doğrudan sanayi patronları, patron kuruluşları toprak gasbını yürüten bir yetkiye sahip olacak. Bir süredir zaten devlet bu arazi tahsis etme işini, halkın toprağını alıp sanayicilere, sermayeye, holdinglere verme işini yürütüyordu. Ama her adımda daha aleni şekilde, sermayenin işçi sınıfı karşısındaki düşmanlığı daha güçlü ve daha aleni ve rahat yapılabildiği bir durum görüyoruz.

DİRENİŞLER KENDİLİĞİNDEN DEĞİL

İrili, ufaklı; farklı iş kollarında süren direnişler var. Bu direnişleri nasıl değerlendirmek gerek?
İşçi direnişleri çok kopuk evet ama bir süreklilik var. Neredeyse direniş olmayan bir aralık yok, biri başlıyor biri bitiyor. Bu yazı düşünürsek aynı anda onlarca direnişin olduğu bir ortamda yaşıyoruz. Burada ortak talepler genelde ücret zammı, koşulların iyileştirilmesi, İSİG önlemlerinin alınması şeklinde. Buna ek olarak da sendika yani örgütlenme hakkı. 6356 sayılı kanun, zaten örgütlenme hakkını iş kolu barajları vs. ile baltalıyor. Ama artık patronlar bunu bile uygulama gereği duymuyor. Hukukun da aslında sermayenin yanındaki pozisyonu çok netleşti. O yüzden de işçiler genelde bir direnişle, kimi zaman sendikalarını zorlayarak kimi zaman son olarak Çiğli Belediyesi'nde gördüğümüz Genel-İş'in direnişi daha sabit ve ılımlı tutma eğilimine karşı işçilerin "bu böyle olmaz" deyip kendi iradeleriyle Ankara'ya gelmesi gibi örnekler üzerinden düşünürsek işçi direnişleri, bir süreklilik içerisinde kendi yolunu inşa ediyor. Şu anda bunların birlikte hareket etmesi ile ilgili bir eksiklik var, ama direnişçilerin birbirinden haberdar olduğunu, sık sık birbirlerine selam gönderdiklerini, bazen imkan bulduklarında başka direnişlere ziyarete gidip geldiklerini görüyoruz. Son senelerde direnişler sadece bir işyerine özel ve o işyerinde çalışanların somut talepleri özelinde olmanın ötesine geçiyor. Dolayısıyla kendiliğinden bir şey değil. Buralarda örgütlenen öncü işçilerin, çoğu direnişin arkasında olan direnişçi, mücadeleci, bağımsız sendikaların bu direnişlere kattığı politik bir muhteva var.

PATRONLAR POLİTİK BİR TAVIR SERGİLİYOR
En nihayetinde direnişe somut bir talep üzerinden çıkılsa da bu bir sınıf mücadelesi, işçi sınıfının genel derdi. Dolayısıyla işçi direnişleri nasıl olmalı? Birbirini görme halinin daha da güçlendiği, işçi sınıfının ortak taleplerinin ön plana çıktığı -bayraklar geriye, talepler öne diye ifade ettiğimiz-; bir yerde direniş varsa, işçi sınıfını, mücadelesini dert edinen herkesin bütün gücünü o direnişe vermesiyle olur. Çünkü bir direnişin kazanması demek sadece oradaki işçilerin, 3-5 bin lira zam alması demek değil. İşçilerle konuştuğumuzda şunu soruyorlar, "talep ettiğimiz para patron için bir şey değil neden vermiyor". Cevap basit aslında, bir havzada bir direniş kazandığında patronlar bir direnişin taleplerini kabul ettiğinde bunun zincirleme olarak bütün havzaya ya da bütün işkoluna yayılacağını biliyor. Aslında patronlar kendi sınıfı açısından politik bir tavır alıyor. Yoksa hiçbir işçi direnişinin talep ettiği miktar şu anki sermaye sahiplerini zorlayacak miktar değil.

DİRENİŞLERİN ETRAFINDA KENETLENMEMİZ GEREK
Ya da bir işyerinde İSİG önlemlerinin alınması talebi kabul edildiğinde; biliyoruz ki İSİG önlemleri doğru dürüst alındığında patronlar işçileri o kadar sömüremez, bu kadar ucuz emek olarak kullanamaz ve bu kadar kar elde edemez. Dolayısıyla bütün bunları verdiklerinde, karşılığında bir sınıf bilinci gelişeceğini, yaygınlaşacağını biliyor. Onların bildiği gibi bizim de bu bilinçle davranıp, bir direniş kazanıldığında bunun bütün direnişlere güç olacağını, belki de başlamamış bütün direnişleri tetikleyeceğini düşünerek yaklaşmak gerek. Doğrudan direnişin örgütleyicisi olmayabiliriz, direnen bir işçi olmayabiliriz ama bu direnişleri takip eden herkesin, patronların baktığı gözle bakıp buradan bir kazanım çıkarmalı. Örneğin CarrefourSA direnişi; Sabancı'ya karşı kazanım elde etmek demek bütün depo işçilerinin aklında, fikrinde fiili bir mücadele verdikleri zaman koşullarını değiştirebilecekleri ihtimalinin doğması demek. Sabancı zaten bunu biliyor. Bizim de bu bilinçle bütün direnişlerin etrafında kenetlenmemiz gerekiyor. 

Bu mücadelenin iki ayağı var; birisi direnenler, direnişin özneleri. Diğeri direnişi takip edenler, işçi sınıfının derdini kendine dert edinenler. Bu iki ayağın güçlü bir şekilde çalışması gerekiyor. Direnişler akut direnme halindeyken en yakıcı gündemler kendi gündemleri ve kendi talepleri olur. Ama bakıyoruz artık bu da değişiyor. Bütün direnişler, bir başka direnişin akışından, talebinden haberdar. Ve onları da izliyor. Bir direniş kazandığında kendi aralarında konuşuyorlar, "kazandılar biz de kazanabiliriz" diye.

GÜÇLÜ BİR ÖRGÜTLENME OLMAMASI İÇİN TALEPLERİ HEMEN KABUL EDEN PATRONLAR VAR

Tersane ve inşaatlarda olduğu gibi kimi direnişlerin talepleri de daha direniş başlamadan kabul ediliyor. Peki bunun nedeni ne?
Diğerleri kadar olmasa da direnişin başlamaması için bazen taleplerin karşıladığı oluyor. Ya da temmuzda zam gündemi başladığında bazı işyerlerinde ufak tefek zamlar yaparak, başka daha örgütlü bir mücadelenin önünü kesmek için hamle yapan patronlardan konuşuluyordu. Bunların hepsi direnişin, işyerinin, işkolunun bağlamına göre değişir. Oradaki dinamiğe özel bakmak lazım. Ama genel olarak daha güçlü bir örgütlenmenin oluşmasından korkmaları. Hali hazırda içeride bir örgütlenme varsa, bir direnişle daha da militanlaşmasından korkmaları. En nihayetinde bu patronların işçi sınıfının direnişi, mücadelesi karşısında aldığı bir pozisyondur. Bu bize önünü kesmek istedikleri bir yol olduğunu gösteriyor.

Talepler kabul edildi, direniş çabuk sonuçlandı diye oradaki mücadelenin zayıf olduğu bir sonucu çıkmaz. Bu işçiler bir direnişle taleplerini kabul ettirmiş olma motivasyonuyla işyeri içindeki örgütlenmelerine devam edebilirler. İşyeri komiteleriyle daha yüksek talepler üretebilirler. Burada yine aslında orada örgütlenmenin biçimi ve devamlılığı o direnişin sonrasının nasıl olacağını da şekillendiriyor.

EN TEMEL ŞEY ÖRGÜTLÜLÜĞÜN SÜREKLİLİĞİ
Şuna da dikkat etmek lazım tabii. Genelde direnişlerden sonra talepler kabul edilse de takibinde olduğumuz bazı şeyler var. Talepler hızla kabul edilebilir; ama içerideki örgütlenmeye ilişkin başka bir şey yapabilir. Buradan başka bir tepki de doğabilir. Depodaki direnişin karakteri başka belediyedeki direnişin karakteri başka. Genel-İş belediyelerdeki direnişlerde bir takım süre ve sözler vererek kamuoyunda oluşan gündemi sönümlendirmek için bir hamle yaptı. Bazen de işverenlerin kamuoyunda gündemden düşürüp, sonrasında talepleri hiç yerine getirmedikleri de oluyor. En temel şey örgütlülüğün sürekliliği.

Talepler değil oradaki temel mesele. Talepler alınsa da alınmasa da en nihayetinde oradaki iş koşullarının tümü düzelmiyor. Ya da işçi sınıfı adına büyük bir değişiklik olmuyor. Yani oradaki örgütlenmenin sürekliliği, taleplerin karşılanıp karşılanmadığının takibi, sonrasında direnen işçilerin mobbing görüp görmediği... Bazen direnen işçilerin talepleri karşılanıyor ama sonrasında başka bir sebeple işten atılıyorlar. Bu gibi durumların, örgütlenme varsa ve sürdürülürse, talepleri hızla karşılanıp biten bir direniş başka zaman daha büyük bir direniş olarak ortaya çıkar.

İŞÇİ SINIFININ ÖRGÜTLENMESİNİ SADECE DİRENİŞ ALANINDAN GÖRMEMEK LAZIM
Dolayısıyla işçi sınıfının örgütlenmesini sadece direnilen andan görmemek lazım. Direniş bunun yükseldiği ve bir kıvılcımın alev aldığı an. Ama aslında bu süreklilik arz ediyor. Bazen direnişlere şöyle yorumlar oluyor; bunlar birer basit ücret talebi, ekonomik talepler gibi. Aslında öyle değil. Direniş, işçi sınıfının bir şey talep etmeye cüret etmesidir. İşçi sınıfının şu anda içinde bulunduğu durumu iyi analiz ettiğimizde bu kadar köşeye sıkıştırılmış, bu kadar güvencesizleştirilmiş bir durumdayken işçilerin direnmesi, bir adım atması ve karşıdaki bu örgütlü güce karşı birçok şeyi göze alarak bu adımı atması başlı başına politik bir adım. Sadece bir ücret talebiyle sınırlı olmuyor. Sonrasında direndikleri için başka iş bulmakta zorlanabileceklerini göze alarak direniyor işçiler. Direnişlerde hep vurgulanan bir şey var, bu onur, haysiyet mücadelesi. Bu işçiler, "sana bu hayatı reva görüyoruz" diyen düzene karşı direniyor.

İŞÇİ SINIFI BU DİRENİŞLERLE KENDİNİ YENİDEN ÖRGÜTLÜYOR

Genel-İş'in tavrından bahsettin, sarı sendikalara tekrar dönecek olursak, işçi sınıfının mücadelesinde sarı sendikalar nasıl bir rol oynuyor?
Senelerdir işçiler sarı sendikalar tarafından satıldı, hayal kırıklığına uğratıldı bu nedenle örgütlenmeye karşı bir mesafe aldı. Yeniden kendini toparlama, tekrar başka bir örgütlülük arayışı, işçi sınıfının kendi iradesini, kendi öz örgütlenme iradesine dair arayışını görebiliriz bu örgütlenmelerde, direnişlerde.

Mesela 2019-20 senelerinde Kadıköy belediyesinde art arda grevler ve art arda Genel-İş'in satışları yaşandı. Bir süre sonra işçiler grev kağıdı asıldığında şöyle düşünmeye başlamıştı; "bizi bir hafta on gün burada oyalayacaklar sonra geri döneceğiz". Artık bunu yaşamak istemediler. Bu işçiyi örgütlü mücadeleden uzaklaştıran bir şey. Sarı sendikaların en temel işlevi; sermayenin dayattığı güvencesizliği daha da artırıp, işçileri sendikalara güvenemez hale getirmek. Bir anlamda amaçlarına ulaştıklarını söyleyebiliriz ama başarılı olamadılar. Bir sürü bağımsız mücadele, işçilerin kendi kurdukları bağımsız sendikalar, sendikasız işçilerin kendi örgütlenmelerini görüyoruz. Ya da kendi sendikasıyla başladığı direnişte -Çiğli Belediyesi buna örnek- bir noktada "bizim irademizin önü kesiliyor"u fark edip başka bir yol çizme iradesi gösterdikleri örnekler görüyoruz. Çünkü patronlar ve sarı sendikalar tarafından kuşatıldıkları için bir başka yol arayışları var.

SERMAYE ARTIK KÖYLÜLERİ YAŞADIĞI YERDE İŞÇİLEŞTİRİYOR
Geçmişte bizim bildiğimiz bir işçileşme modeli var. Köyden kente göç gibi. Son zamanlarda böyle değil. Örneğin OSB'lerin peşine düşüp takip ettiğimizde ya da maden ocaklarının bütün bu toprak talanı, toprak gasbı dediğimiz şeyin sermaye için ne anlama geldiğine baktığımızda, sermaye artık işçileri köyden kente itmeyi tercih etmiyor. Artık kendi yaşadıkları yerde topraklarını gasp edip, ekip biçtiği kendi geçimini sağladığı toprağından koparıp birkaç kilometre ötede kurduğu OSB'de işçileştirmek gibi bir yöntem tercih ediyor. Buralarda insanlar başka tür yerel ilişkiler içine de hapsoluyor. İliç katliamı sonrası üzerine çok konuşulan yerel oligarşi, ilişkilerin içinde daha da hapsolmuş bir yan oluşuyor. O yüzden işçi sınıfının mücadelesi nasıl olmalı sorusuna yanıt ararken, bu işin coğrafyasının da değiştiğini görmek lazım.

YENİ PROLETERLEŞME COĞRAFYALARI KURULUYOR
Örneğin biz Anadolu'da küresel fabrikayı örgütlemek dediğimizde bu gerçekten zorunluluk. Basitçe teorik tartışma değil. Bu somut durum ve şu anda Anadolu'daki bir sürü köy, kasaba sanayileşiyor. Çok sayıda OSB, lojistik merkez, yollar açılıyor. Orhangazi Köprüsünü hep geçiş üzerinden konuşuyoruz, geçen gün Bursa'daki bir köyde tarlalar özel bir endüstri bölgesi ilan edildi, ondan önceki sene de onun yan parselindeki tarlalar ilan edilmiş, başka bir yer edilmiş. Biraz uzaklaşıp baktığımızda tam da Gemlik limanıyla Orhangazi Köprüsü arasına düştüğünü görüyoruz. Burada yeni bir proleterleşme coğrafyası kuruluyor. Bu yeni oluşan yerlerin çoğunda, sınıf mücadelesi derdi olan insanlar olarak var mıyız, yok muyuz? Bu dönemde en temel soru bu.

SERMAYENİN SALDIRISINA DENK DÜŞECEK BİR POZİSYON ALMALI
Çünkü karşımızda yeni bir gerçeklik var. Mehmet Şimşek programı ya da Orta Vadeli Program (OVP) dediğimiz şey aslında bütün coğrafyanın yeniden inşası, bir proleterleşmeye yönelik madenini, toprağını, güneşini, suyunu her şeyini sömürecek, uluslararası iş bölümünde böyle bir yere oturan ve bütün Anadolu'ya yayılan sömürü programı. Dolayısıyla işçi sınıfı mücadelesi; sermayenin saldırısı nasılsa ona denk düşecek bir mekansal pozisyon almalı, ona denk düşecek bir örgütlenme olmalı. Sanayi odalarına baktığımızda hepsinin ilişkilerinin çok sağlam; birlikte çok güzel bir cephe kurmuşlar, kendi sınıflarının derdi, çıkarları için ortak hareket ediyorlar. O yüzden direnişlere sahip çıkmak, etrafında kenetlenmek gerek. Toprağına sahip çıkan köylü sadece kendi tarlasını savunmuyor o tarlayı kaptırdığımızda arkasından başka bir tarlayı da kaptıracağımız, başka bir köyü de kasabayı da, bu şekilde ilerleyecek bir dönem yaşıyoruz. O yüzden herhangi bir yerde direnen, bu saldırıya karşı herhangi bir yerde örülen barikat, genel olarak Mehmet Şimşek programına, OVP'ye Türkiye'nin karşı karşıya olduğu sermaye saldırısına karşı bir mücadele alanı.

Söylemek istediğin son bir şey var mı?
Güncel tabloya baktığımızda, bütün işkollarında depo, lojistik, tarım, metal, tekstil, belediyeler... Her yerde işçilerin direndiği, ortak taleplerde birleştiği bir tablo görüyoruz. Direnişlerin ayrı ayrı olması başka bir şey, çünkü işyeri örgütlenmesinden çıkıyor. Ama genel olarak bütün işkollarına yayılmış bir durum. Hatta şöyle, Mehmet Şimşek'in kamuda tasarruf tedbirlerini düşünürsek, kamu emekçilerine saldırıyı çok açıkça ifade ettiği bir paket. Ama kamuda da yıllardır özelleştirme var.

KAMU EMEKÇİLERİNİN MESAİSİ KALDIRILMAK İSTENİYOR
Özelleştirme sadece bir takım kamu kuruluşlarının satılmasıyla sınırlanabilecek bir şey değil. Örneğin belediyelerde, bakanlıklarda pek çok kamu sektöründe taşeron çalışan sayısının giderek arttığı 10-15 sene yaşadık. Taşeronlaşma kamu emekçilerini de pek çok açıdan etkiledi. Kamuda memurların servislerinin kısılması konuşuldu ama memurların 08.00-17.00 mesaisi kaldırılmak isteniyor. Kamu sektörü bunun kaldığı tek yer. Şimdi buraya saldırıyor olmalarının bir amacı var. Burayı da emekçilerin elinden alacaklar. Hiçbir yerde hiç kimse güvenceli çalışamayacak.

Şunu da görüyoruz belediye direnişlerinde sadece taşeron işçiler direnmiyor. Bir süredir kamu dediğimizde kadro talebiyle taşeron emekçiler geliyordu akla. Ama bu yaz İzmir'de Büyükşehir Belediyesi'nde memurlar militan bir mücadele sergiledi. Çünkü doğrudan memurların mücadeleyle kazandığı toplu sözleşme hakkına müdahale anlamına gelecek saldırılar başladı. Sermayenin bu saldırılarından kaçabilecek, kurtulabilecek bir işkolu yok. Şu anki tabloda bütün illerde, işkollarında bir direniş, huzursuzluk var. CarrefourSA, Polonez, İzmir'de Çiğli ve diğer belediyelerdeki direnişler ve burada ismini sayamayacağımız kadar çok direniş oldu bu yaz. Bu güzel bir şey. Umut-Sen olarak direnişlere selam gönderelim, hepsinin yanındayız.