22 Kasım 2024 Cuma

Arif Çelebi yazdı: Çıkışsız Manifesto

İşçi sınıfı ve bütün ezilenler için biricik çözüm üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin ortadan kaldırılarak toplumsal mülkiyet altına alınmasıdır. Ancak bu koşulun gerçekleşmesi ile yani bütün üretimin toplumsal mülkiyet altına alınması ile kar için değil toplumun ihtiyaçları için üretim yapılarak soruna çözüm bulunabilir. Kapitalizmin varoluşsal krizi koşulları altında bunun dışında bir ara çözüm, bir geçici yol arayışı kalmamıştır. Kapitalizm esnetilemez ancak kırılabilir, kapitalizm iyileştirilemez ancak gömülebilir.

Burjuva sol liberal aydınlar koronavirüs salgını ile birlikte derinleşen kapitalizmin krizine çare arayışında. Bu amaçla Dünyada 650 üniversiteden 3 binden fazla araştırmacı "demokratik toplum ve sürdürülebilir bir ekonomi için ekonomik sistemin kurallarının yeniden yazılma çağrısı" yapan bir manifestoya imza attı.

"Krizden Çıkış Manifestosu" başlığıyla yayınlanan bu bildiride koronavirüs salgını ile ortaya çıkan durum şöyle tarif ediliyor:
"Bu salgın, bize çalışma eyleminin kendisinin bir 'meta'ya indirgenemeyeceğini gösterdi. Özellikle sağlık hizmetlerinin sağlanmasını ve toplumun en savunmasız kesimlerinin temel ihtiyaçlarının karşılanmasını, tümüyle pazar şartlarına, piyasa koşullarına bırakamayacağımız konusunda bizi uyardı. Bırakmamız, toplumsal eşitsizlikleri daha da artıracak. Ve bunun en yıkıcı sonuçlarını, hal-i hazırda zaten zor durumda olan toplumun en dezavantajlı kesimleri yaşayacak."

Böyle bir senaryodan kaçınmak için ne yapılmalı, sorusuna iki öneri ile yanıt veriyorlar.

1- Çalışanların kendi hayatlarını ve geleceklerini etkileyen işyeri kararlarına katılımı sağlanmalı, yani işyerleri demokratikleştirilmelidir.
2- İş bir meta olmaktan çıkarılmalı ve herkes için faydalı istihdam sağlanmalıdır.

YANLIŞ TEŞHİS
Çıkış Manifestosunun yazarları daha en baştan, krize koydukları yanlış teşhisle çuvallıyorlar. Kapitalizm sanki ortaya çıktığı zaman ne ise öyle kalmış gibi bir yaklaşım içindeler. Materyalist diyalektik anlayıştan uzak olmaları onların analiz yönteminin en temel zaaflarından biri.

Koronavirüsten önce kapitalist ekonomi ne tür sorunlarla karşı karşıyaydı ya da kapitalizm maddesinin andaki görüntüsü nasıldı?

a) Elde edilen yüksek karlar yeniden yatırıma dönmediği için kapitalizm krizden çıkamıyordu;
b) Emek gücü sömürüsü o denli yüksek olduğu ve toplumun ezici çoğunluğu da emek gücünü satarak geçindiği içindir ki, talep düşük kalıyordu;
c) Tekelci sermayenin egemenliği nedeniyle teknolojik devrimler gerçekleşmiyor ve yeni sermayeler sürgün veremiyordu.

Koronavirüs salgını üç temel başlıkta özetlediğimiz kapitalizmin bu özelliklerini daha belirgin hale getirdi.

Peki buraya nasıl gelindi? Şimdi de kapitalizmin diyalektiğine bakalım.

Bugünkü kapitalizm ne serbest rekabetçi kapitalizmdir ne de emperyalist kapitalizmdir, emperyalist küreselleşmedir. Demek ki kapitalizmin çeşitli aşamalardan oluşan bir tarihi vardır. Kapitalist üretim ilişkilerindeki bu aşamaların oluşmasını sağlayan ya da belirleyen ve etki eden iki etmenden bahsedebiliriz. 

a) Belirleyici etken, kapitalist üretim ilişkilerine içkin olan ekonomik yasalardır.
b) Etki eden etmen, sınıf mücadelesidir.

Sermaye birikiminin kaynağı işçinin fazla emek zamanıdır. Kapitalist bu fazla emek zamana karşılıksız el koyarak kar elde edebilir. Artıdeğer meta üretim sürecinde oluşur ama bu artıdeğerin paraya çevrilmesi için metanın piyasada satılması gerekir. Kapitalistler piyasadan daha çok artı değer çekmek için birbiriyle rekabete girişir, daha büyükleri daha küçükleri yutar. Bu süreçte sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme düzeyi yükselir, önce ulusal tekeller sonra da dünya tekelleri ortaya çıkar. Dünya pazarı yaratmak sermayenin içsel eğilimidir ama bütünleşik bir dünya pazarı için dünya tekellerinin ortaya çıkması ile birlikte sermaye üretim sürecinin dünyasallaşması gerekir.

Sermaye ücretli emeği üretir, ücretli emek de sermayeyi. Biri diğerinin ön koşuludur. Bu her ikisinin iradesinden bağımsız bir süreçtir. Her türlü üretimi sermaye üretimine ve her türlü emeği ücretli emeğe dönüştürmek sermayenin bir başka içsel hareket yasasıdır. Böyle olduğu içindir ki sermaye egemenliğinin dünyasallaşması ile birlikte kapitalizm öncesi üretim biçimleri ortadan kalkar ve ücretli emek sömürüsü servet biriktirmenin başlıca kaynağı haline gelir.

Sınıf mücadelesinin düzeyi kapitalist gelişme seyrini hızlandırabilir ya da yavaşlatabilir. Örneğin tekeller arası ekonomik rekabet bölgesel ya da uluslararası savaşlara dönüşebilir ya da sömürgeciliğe karşı mücadele ile emperyalist sömürge tekeli ortadan kaldırılabilir. Şu ya da bu ülkedeki ayaklanmalar, demokratik ya da sosyalist devrimler dünya burjuvazisini işçi sınıfı ve emekçilere taviz vermeye zorlayabilir.

Sınıf mücadelesinin şiddeti ne derece yüksek olursa olsun sermayenin egemenliğine nihai olarak son verilmedikçe sermaye egemenlik kurduğu alanlarda genişletilmiş yeniden üretimini gerçekleştirmeye devam eder.

Ne zamana kadar?

Üretiminin tarihsel sürecinin belli bir aşamasında sermaye, gelişmesinin sınırlarına dayanır. Bu da onun içsel bir yasasıdır. Öyle bir an gelir ki birkaç dünya tekeli dünya piyasasına hâkim hale gelir, artık ne fethedilecek yeni pazarlar vardır ne de yeterince mülksüzleştirilecek küçük kapitalist kalmıştır. Böyle bir anda sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi için ya da bir başka deyişle artı kar elde etmek için teknolojik devrimlerle göreli artıdeğeri artırmanın yerini giderek artan oranda mutlak artıdeğer elde etmek yani işçiyi daha çok ve daha yoğun çalıştırmak alır. Diğer yandan aşırı tekelleşme nedeniyle, pazarlar daraldığı ve ortalama kar oranı düştüğü için elde edilen sermayenin giderek büyüyen bölümü aşırı sermaye fazlası haline gelerek spekülatif sermaye birikimine kaynaklık eder. Kronik aşırı sermaye fazlalığı kaçınılmaz olarak kronik aşırı işsizliği üretir. Bir yanda kronik aşırı sermaye fazlası bir yanda kronik aşırı ücretli emek fazlası birbirini üretme imkânı bulamaz hale gelir. Bütün bunlar sermayenin varoluşsal krizinin görünümleridir ve aynı zamanda nesnel ekonomik yasaların bir sonucudur.

Kısacası; mutlak artıdeğer üretimi, spekülatif sermaye birikimi, kronik işsizlik, orta sınıfın çökmesi ve sınıflar arası gelir uçurumunun sürdürülemez düzeye ulaşması bugünkü sermaye üretiminin geldiği varoluşsal kriz aşamasının zorunlu sonucudur.

Kapitalizm bir kez böyle bir aşamaya ulaştıktan sonra onu yeniden bir önceki aşamaya döndürmenin imkânı yoktur. Örneğin bütünleşik dünya pazarı ve dünya tekelleri olmaksızın bir kapitalizm düşünülemez, hal böyle olduğu içindir ki sermaye üretim sürecinin dünyasal niteliği yeniden ulusal düzeye çekilemez.

Kapitalizmin varoluşsal krizi koşullarında sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi tarihsel sınırlarına gelip dayandığı için nesnel ekonomik yasalar onun gelişmesinde belirleyici olmaktan çıkar, çünkü kapitalizm şimdi gelişme değil çürüme aşamasındadır. Buna karşın sınıf mücadelesi kapitalist üretim sürecinde belirleyici konum kazanır çünkü kapitalizm içinde kalarak sistemi emekçiler lehine esnetme imkânı kalmamıştır.

Kapitalizmin varoluşsal krizi burjuva toplum biçimi krizidir, böyle olduğu içindir ki bu toplum biçimi içinde kalarak sorunların çözülmesi mümkün değildir, ancak bu toplum biçimi aşılarak, onun dışına çıkılarak sorunların çözümü tartışılabilir.

İŞYERLERİ DEMOKRATİKLEŞTİRİLEBİLİR Mİ?
Bildiride deniyor ki "işyerlerinin demokratikleştirilmesi yoluyla emekçilerin karar verme mekanizmalarına katılımının yolunun açılması zamanıdır." Bildiri yazarları ikinci paylaşım savaşı sonrası kimi ülkelerde yürürlüğe giren işçi konseylerinin karar alma süreçlerine katılmadıkları için sermaye karşısında zayıf kaldıklarını keza yine aynı süreçte Almanya, Hollanda ve İskandinav ülkelerinde, uygulamaya konan yönetime katılma/ortaklaşa karar verme (Mitbestimmung) denemelerinin, bu doğrultuda önemli bir aşamayı temsil etse de yeterli olmadığını ileri sürüyor. İmzacılara göre "Artık işçi konseyleri, diğer yönetim kurullarıyla benzer yetkilerle donatılmalıdır. Bunun gerçekleşebilmesi için, nasıl ki şirket (üst) yönetimi aldığı kararlarda hissedarların çoğunluk oyuna ihtiyaç duyuyorsa; kararlar aynı zamanda işçi konseylerinin de çoğunluk oyuna tabii olmalıdır." İşçi konseylerine şirketlerde yönetime katılma hakkı verilmesi ile demokratikleşmenin sağlanacağı ileri sürülüyor.

Belli ki kapitalizmin varoluşsal krizi burjuva sol liberal aydınları da tam anlamıyla bir düşünsel-ideolojik varoluşsal krize sürüklemiştir. Aslında bu kapitalizmim varoluşsal krizinin ideolojik tezahürüdür ve varoluşsal krizin burjuva sol liberal kanıtıdır.

Bugünkü kapitalist üretim ilişkilerine üstünkörü bir bakış bile bildirge yazarlarının çıkış diye gösterdiklerinin nasıl bir çıkışsızlık olduğunu anlamaya yeter.

Sistemin en tepesinde birkaç yüz hadi diyelim birkaç bin dünya tekeli bulunuyor. Onların çıkarları doğrultusunda organize edilmiş IMF, DB, DTÖ vb. kuruluşlar dünya piyasasını düzenliyor. Emperyalist devletler bu piyasanın güvenliğini sağlıyor. Bu dünya tekelleri dünya üretiminin, ticaretinin ve maliyesinin kısacası dünya pazarının büyük bölümünü kontrol altında tutuyor. Onların hemen altında tedarikçi şirketler, onların da altında taşeronlar, "terletme" atölyeleri var. Ucuz işgücü cehennemleri olan mali-ekonomik sömürgeler dünya tekellerinin bir çeşit meta üretim platformları ve spekülatif soygun kaynakları olarak değerlendiriliyor. Sermayenin üretim süreci dünyasallaştığı için onun zorunlu bir gereği olarak işgücü piyasası da dünyasallaşmış durumda.

Böylesi koşullar altında diyelim ki Toyota, Apple gibi tekellerin bünyesinde çalışan işçiler işyeri konseylerinde örgütlendiler ve tıpkı hissedarlar gibi onların da oyuna başvuruldu. 2016'da Toyota'nın 26 ülkede 46 üretim tesisinde 300 bini aşkın işçi çalışmaktaydı. Apple, 2019 yılında 49 ülkede 1142 tedarikçi ile üretimini gerçekleştirdiğini açıkladı. Toyota'nın 46 üretim tesisinin herhangi birindeki işçi konseyi Toyota tekelinin karar alma sürecine nasıl katılacak? Hangi ülkeye yatırım yapılacağı kararına nasıl varılacak? Belirleyici olan ne? Nerede işçilik ucuz, hammaddeye erişim kolay ve ucuzsa sermaye oraya akacaktır. Ücretli emekle sermaye birbirini üretir, birbirinin varlık koşuludur ama birbirine karşıttır. Karşıtların çelişkili birliği esastır. Birinin çıkarı diğerinin zararıdır. Oysa hissedarların çıkarı ortaktır. İşçi konseylerini şirketin karar alma süreçlerine katılmasını önermek sınıf uzlaşmacılığının ötesinde işçi sınıfını intihara davet etmekten başka bir anlama gelmez. Diyelim ki işçi konseyleri karar alma sürecine dahil edildi, bu durumda 26 ülkedeki 46 üretim tesisindeki işçilerin uluslararası işçi konseyleri birliğinin kurulması gerekir. Peki bu işçi konseylerini oluşturan işçiler konsey başına mı oy kullanacak yoksa işçi başına mı? Apple tekeline bakalım. 1142 tedarikçinin her birinde işçi konseyi kurulduğunu varsayalım bunlar bir yetkili hissedar gibi yönetime nasıl katılacak? Hangi kararları verebilecek? Nereden bakarsanız bakın sorular manifestocuları tam bir çıkmaza sürüklemektedir.

Bildirgecilerin önerdiği bir çeşit "sosyal kapitalizm"dir. İkinci paylaşım savaşının ardından sosyalist ülkelerin basıncı ve güçlü işçi hareketi kapitalizmi işçi sınıfına taviz vermek zorunda bıraktı. Bu tavizler verilmeseydi sosyalizm başta Avrupa olmak üzere bütün dünyaya yayılacaktı. Yine o yıllarda kapitalizm tarihinin en yüksek ortalama büyüme oranını yakaladığı için işçi sınıfına taviz vermekte fazla zorlanmadı. Bugün ise durum tam tersine. Kapitalizm 2008'den beri girdiği krizi aşamıyor, koronavirüs salgını ile birlikte kriz daha da derinleşti.

İşçi sınıfı ve bütün ezilenler için biricik çözüm üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin ortadan kaldırılarak toplumsal mülkiyet altına alınmasıdır. Ancak bu koşulun gerçekleşmesi ile yani bütün üretimin toplumsal mülkiyet altına alınması ile kar için değil toplumun ihtiyaçları için üretim yapılarak soruna çözüm bulunabilir. Kapitalizmin varoluşsal krizi koşulları altında bunun dışında bir ara çözüm, bir geçici yol arayışı kalmamıştır. Kapitalizm esnetilemez ancak kırılabilir, kapitalizm iyileştirilemez ancak gömülebilir.

Hiç kuşkusuz her şey sosyalist bir devrime ertelenemez. Bugünden yapılacak olan işçi konseyleri ya da sendikaların bulundukları her yerde patronlar sınıfına ve onların devletine karşı ekonomik demokratik mücadeleyi yükseltmeleri, patronlara ve devletlerine geri adım attırmalarıdır. 

Sınıf savaşının üç ayağı var; ekonomik, politik ve ideolojik. Ekonomik mücadele politik ve ideolojik mücadele ile birlikte sınıf savaşına kan taşır. Kapitalizmin varoluşsal krizi koşullarında ekonomik mücadeleyle politik ve ideolojik mücadele hiç olmadığı kadar iç içe geçmiştir çünkü ekonomik taleplerle ortaya çıkan işçiler karşılarında şu ya da bu sermaye kuruluşunu değil bütün bir sermaye sınıfını ve onların devletini görmektedirler. Bu nedenle ekonomik mücadelenin, sendika ve konseylerin, işçi birliklerinin önemi azalmak bir yana sınıf savaşımı bakımından çok daha artmıştır.

İŞ META OLMAKTAN ÇIKARILABİLİR Mİ?
Yukarıda bahsedildiği gibi sınıf mücadelesinin basıncı altında burjuva devlet emekçiler lehine bazı düzenlemeler yapabilir, sağlık, eğitim, altyapı gibi kimi hizmetler meta olmaktan çıkarılabilir ama işgücü meta olmaktan çıkmadığı müddetçe burjuvazi fırsatını bulduğu anda bu alanlar tekrar sermaye üretimi alanına dahil edilir. Dolayısıyla "iş"in meta olmaktan çıkarılmasından kastedilen buysa, kapitalizmin varoluşsal krizi koşullarında bunun için çok sert bir sınıf mücadelesi vermek gerektiği açıktır. Oysa bildirgeciler keskin bir sınıf savaşımını değil sermayeye ortaklığı öneriyor. Bu bir yana manifestocuların "iş"ten bahsettikleri ise asıl olarak işçiler ya da emektir. Bir başka deyişle işgücünün meta olmaktan çıkarılmasından söz ediyorlar ki bu ücretli emek olmaksızın sermayenin olabileceği kabulüne götürür. Kapitalizm altında kimi işler meta olmaktan çıkarılsa bile o işi yapan işçiler ücretli emekçi olmaktan çıkmaz. Bu bir yana ücretli emek olmazsa yani işgücü meta niteliğini yitirirse sermaye yok olup gider.

Peki işgücü meta olmaktan çıkarılamaz mı? Evet, işgücü meta olmaktan çıkarılabilir ve çıkarılmalıdır, manifestocuların kastettikleri bu olsaydı biz de altına imza atabilirdik.

İşgücü ne zaman meta olmaktan çıkabilir? Ancak ve ancak üretim araçlarının toplumsal mülkiyet altına alınması ile. Manifestocular ise bunu önermiyor. Onlar tekelci sermayeyi ortadan kaldırmayalım, kontrol altına alarak kapitalizmi kötülüklerinden ayıklayalım diyor. İşte bu imkânsız. İşgücü meta halini aldığı için sermaye birikimi mümkün, aksi takdirde kapitalizm ortaya çıkamazdı. Sermaye ücretli emeği sömürerek birikir. Sermayenin içsel eğilimi her türlü emeği ücretli emek haline getirmektir. Ücretli emeği ortadan kaldırmak için sermayeyi ortadan kaldırmak gerekir. Sermayenin varlığı koşullarında işgücü meta olmaktan çıkarılamaz. Sermayenin egemenliği altında "herkes için faydalı istihdam" hiçbir koşulda sağlanamaz. Sermaye için çalıştırma bir "fayda" kaynağı, emekçi için çalışma geçinmek için bir mecburiyettir. Sermaye faydalanır emekçi sömürülür, tek gerçek budur. "Herkes için faydalı istihdam" ücretli emek köleliğine son verilerek gerçekleştirilebilir. Sermayenin görüş açısında "faydalı" istihdamın yegâne anlamı "karlı istihdam"dır. Sermaye üretim ilişkilerinde kar getirmiyorsa istihdama gidilmez. Bu nedenle yeterince karlı olmadığı için bir yanda büyük miktarlarda birikmiş aşırı sermaye fazlası varken diğer yanda işsiz ordularına yeni ordular eklenmektedir.

Yine de kapitalist üretim altında bazı mal ve hizmet üretimi meta kapsamından çıkarılabilir. Örneğin sağlık hizmetleri, eğitim işleri, çeşitli alt yapı hizmetleri birçok kapitalist ülkede bir ölçüde meta kapsamından çıkarılmıştı. Emperyalist küreselleşme saldırıları ile birlikte bu alanlar parça parça özelleştirilerek yeniden meta üretimi kapsamına dahil edildiler.

Bütün bu alanlar yeniden meta olmaktan çıkarılarak toplumsal faydalı üretim kapsamına alınamaz mı? Denebilir ki geçmişte alındı, koronavirüs salgını ile özelleştirmelerin zararlı sonuçları bu kadar ortaya çıkmışken şimdi neden olmasın?

Elbette bir reform talebi olarak ileri sürülebilir fakat bunu elde etmek için geçmişte çok daha sert bir sınıf savaşını göze almak gerekir. Tekrar etmek pahasına söyleyelim, bugünkü koşullar ikinci paylaşım savaşından sonrakinden çok farklı. O yıllarda kapitalist genişleme yaşanıyordu bugün ise kapitalizm sınırlarına dayandı ve varoluşsal krize saplandı. Sermaye ele geçirdiği bu alanları "barışçı" biçimde terk etmeyecektir. Parasız ve kaliteli sağlık, eğitim, konut ve temel ihtiyaçların temin edilmesi mücadelesi zorunlu ve kaçınılmaz olarak bir devrimin yolunu döşeyen talepler dizisidir.

Bildiriyi imzalayanların işçi sınıfı ve emekçilere önerisi ise sınıf mücadelesi değil sınıf intiharıdır. İşçi sınıfı ve ezilenler sermaye yönetimine katılarak değil sermayenin varlığını ortadan kaldırarak kurtuluşlarını gerçekleştirebilirler.

EZİLENLERİN BİLDİRİSİ: KOMÜNİST MANİFESTO
Dünyanın dört bir yanından binlerce araştırmacının imzaladığı bildiriye imza atanlardan kimilerinin derdi emekçilerin haklarını savunmak değil sermayeyi emekçilerin öfkesinden kurtarmaktır. Çünkü burjuva sol liberaller biliyor ki kapitalizm bu haliyle sürdürülemez, isyanlar, ayaklanmalar, devrimler kaçınılmazdır. Öfkeyi yatıştırmak için bir şey yapılamazsa da bir şeyler gevelemek gerekir, onların derdi ezilenleri oyalamak, sermaye yönetimine katılmak, herkes için yararlı istihdam gibi sermaye üretimi koşullarında gerçekleşmesi mümkün olmayan vaatlerle işçi sınıfını silahsızlandırmaktır. Marx ve Engels 172 yıl önce Komünist Manifesto'da bu tip burjuvaların maskesini düşürmüş ve onlara dair şu değerlendirmeyi yapmışlardı: 
"Burjuvazinin bir kesimi, burjuva toplumun varlığının devamını sağlamak için, toplumsal hoşnutsuzlukları gidermek ister.

"İktisatçılar, iyilikseverler, insanlıkçılar, işçi sınıfının durumunu iyileştiriciler, hayır işleri örgütleyicileri, hayvanlara eziyet edilmesini önleme derneklerinin üyeleri, ılımlılık bağnazları, akla gelebilecek her türden gizli reformcular, bu kesime girerler.

"Bunlar mevcut toplumu istiyorlar, yeter ki, devrimci ve çözücü ögeleri çıkartılmış olsun… proletaryanın mevcut toplum çerçevesi içerisinde kalmasından, ama burjuvaziye ilişkin bütün nefret dolu düşüncelerini bir kenara bırakmasından başka bir şey istemiş olmuyor(lar)… ancak bir devrimle gerçekleştirilebilecek olan burjuva üretim ilişkilerinin kaldırılmasını değil, bu ilişkilerin sürekli varlığına dayandırılan idari reformları, dolayasıyla sermaye ile emek arasındaki ilişkileri hiç bir biçimde etkilemeyen, olsa olsa burjuva hükümetinin masraflarını azaltan ve idari işlerini basitleştiren reformları anlıyor(lar)."

Onları bir kenara bırakıyoruz.

Bildiriye iyi niyetle, bu rezil, aşağılık kapitalist düzenden bir çıkış yolu bulma ve göstermek umuduyla imza atanlar olduğu da muhakkak.

Bu iyi niyetlilere söyleyeceğimiz tek şey döşedikleri o iyi niyet taşlarının işçi sınıfını ve ezilenleri bir çıkış yoluna değil cehennemdeki bir odadan bir diğerine geçiş kapısına götürdüğüdür. Sermaye emekçilerin, doğanın, kadınların ve LGBTİ+'ların, kısaca bir avuç sömürücü burjuva dışındaki bütün insanlığın sırtından atılması gereken ağır bir yüktür. Ondan kurtulmanın yegâne yolu onu mezara gömmektir. Bundan 172 yıl önce Marx ve Engels Komünist Manifesto'da bu gerçekliği bilimsel kanıtlarıyla ortaya koymuştu. Bu manifesto bugün de işçi sınıfı ve ezilenlere yol göstermeye devam ediyor. İyi niyetli aydınlar bir çıkış yolu arıyorsa öncelikle yapmaları gereken burjuva sol liberallerden kendilerini ayırmaktır. Onlardan yakalarını sıyırdıkları oranda beyinlerini de özgürleştirmiş olurlar.