16 Eylül 2024 Pazartesi

Altan: Kazanıma yaslanarak yeni mücadelelere hazırlanıyoruz

Gökhan Güneş, 20 Ocak günü kaçırıldığında ailesi ve yoldaşları hızla harekete geçerek, 6 gün içinde Gökhan'ı kontrgerillanın elinden aldı. Gökhan kaçırıldıktan bir gün sonra başlayan ve 5. gününde kazanımla sonuçlanan mücadele deneyimine ilişkin ETHA'ya konuşan ESP İstanbul İl Yöneticisi Çınar Altan, birleşik, fiili-meşru mücadele hattından ilerleyerek, Gökhan'ı kendisini 'görünmeyenler' diye tanımlayan kontrgerilla çetelerinin elinden aldıklarını söyledi. Gökhan'ı sağ almanın yarattığı mutluluğu dile getiren Altan, yaşadıkları kazanma duygusuna yaslanarak mücadeleyi ve direnişi büyüteceklerini kaydetti.

Gökhan Güneş 20 Ocak günü kendilerini 'görünmeyenler' diye tanımlayan kontrgerilla çeteleri tarafından kaçırıldı. 6 gün boyunca nerede tutulduğunu bilmeden yasadışı gözaltı süreci yaşadı. İşkence gördü, işbirliğine zorlandı, tecavüz, ölümle tehdit edildi. Gökhan'ın kaçırıldığının kamera görüntüleriyle kesinleştiği 21 Ocak günü, "Sağ aldınız, sağ istiyoruz" şiarıyla başlayan kampanya 5. gününde kazanımla sonuçlandı.

Gökhan'ın ailesi ve Ezilenlerin Sosyalist Partisi'nin (ESP) başlattığı, siper yoldaşlarının dahil olduğu birleşik mücadele hattı, Gökhan'ı devletin elinden koparıp aldı. ESP'nin kurduğu ailenin de dahil olduğu kampanya komitesi üyelerinden ESP İstanbul İl Yöneticisi Çınar Altan, kampanya deneyimini, çıkardıkları sonuçları ETHA'ya anlattı.

DEVLETİN KAÇIRMA-KAYBETME POLİTİKASI HER DÖNEM SÜRDÜ

Devletin, 90'lı yıllarda devrimcilere, yurtseverlere yönelik uyguladığı kaçırma-kaybetme politikasını bu dönem yeniden devreye sokmasının nedenleri neler?
Gökhan'ın kaçırılış biçimi, akabinde 6 gün boyunca uğradığı sistematik işkence, tehditler... Bütün bunlar tabii ki yeni bir eşiği ifade ediyor. Ancak bu politikanın diğer saç ayakları yani kendisini Gökhan'a 'Görünmeyenler' olarak tanıtan kontrgerilla çetelerinin örgütlenmesi ve sahneye sürülmesi, devrimcilere yönelik tehditleri, aleni ajanlık teklifleri, kısa süreli kaçırma ve işkence pratikleri bir süredir karşılaştığımız ve mücadele ettiğimiz bir gerçeklik. Devletin bu politikasının süreklilik arz ettiğini, yer yer artan-azalan bir politika olarak özellikle son yıllarda kendisini gösterdiğini söyleyebiliriz.

2018'de Halk Cepheli Ayten Öztürk'ün Beyrut Havalimanı'ndan kaçırılarak yasadışı bir şekilde 6 ay işkenceli gözaltında tutulması bir örnektir.

Aslında 2015 7 Haziran yenilgisinden sonra ve 20 Temmuz Saray darbesinden itibaren AKP ve Erdoğan şahsında açığa çıkan faşist ittifakın yürüttüğü savaş var. Bu ittifak, AKP'nin MHP ile kurduğu ittifak, bürokrasi, kolluk kuvvetleri, yargı, Türkiye'nin kurucu kodlarında yer alan Ergenekon'da cisimleşiyor.

Bu ittifak; ekonomik, politik ve ideolojik olarak çözülüyor. Her geçen gün geniş kitleler nezdinde bu çözülme kendini gösteriyor. Toplumda bu faşist ittifaka karşı muazzam bir öfke birikiyor. Bu öfke, son yıllarda politik özgürlüğün kazanılması kapsamında tekil karşı çıkışlar, mücadele pratiklerine dönüşmüş durumda. Diğer yandan, faşist Saray rejimi, bu savaşta, yurtsever hareket ve devrimciler tasfiye edemedi, yenemedi.

Faşist ittifak toplumda biriken mücadele eğilimini, potansiyeli örgütleyecek ve yıkıcı bir güce dönüştürecek devrimci öznelerle toplum arasındaki bağı kesmek istiyor. Uydurma gerekçelerle gözaltı ve operasyonlar yapıyor. Biz kendi partimiz özelinde de bunu gördük. Polis bir itirafçının önüne koyduğu ifadeleri imzalatıyor. Gözaltı, tutuklama saldırısı yapıyor. Veya farklı alanlardan politik hareketlerin demokratik taleplerini baskı ve zor uygulamalarıyla sindirmek istiyor. Şimdi de bu savaşın diğer bir sacayağı olarak kaybetme ve kaçırma politikasını uygulamaya çalışıyorlar.

HASAN OCAK KAMPANYASI YOL GÖSTERDİ

Bu kampanyayı örgütlerken hareket noktanız ne oldu ve nasıl bir politik perspektif belirlediniz?
Gökhan'dan haber alamadığımız 20 Ocak gününün ertesi kaçırıldığı görüntülerine ulaştıktan sonra ciddi bir tehlikenin bizi beklediğini, kaybedilme riskinin yüksek olduğu bir saldırı ile karşı karşıya olduğumuzun farkına vardık.

Bu tehlikenin ciddiyetine uygun bir mücadele yürütmemiz gerektiğini biliyorduk. Daha önce de kayıplar mücadelesi yürüten bir siyasal özneyiz. Hasan Ocak kaçırıldığında yürütülen kampanya deneyimine yaslandık. Bu saldırıya karşı geniş bir düzlemde politik kampanya yürütme refleksimiz bu tarihsel deneyime dayanmaktadır. Gökhan'ın hikayesinin herkesin hikayesi olduğu gerçeğinden yola çıkarak çok geniş bir düzlemde bu saldırıya karşılık vermemiz gerektiğini bu deneyimden biliyorduk. Hasan Ocak kampanyası döneminde yaptığımız Galatasaray Meydanı örneğinde olduğu gibi belirli bir alanı tutup, burada ısrar edilmesi gerektiğini tartıştık. Böyle bir mücadele mirasına yaslanarak, elde ettiğimiz deneyimleri daha da ileriye sıçratacak bir hat izlemeye çalıştık.

Hasan Ocak'ı sağ alamamıştık, fakat bu sefer Gökhan'ı sağ alacağıza kilitlendik. Bu doğrultuda bir politik kampanya ile süreci göğüslemeye yönelik adıma giriştik. Gökhan şahsında kaçırılıp kaybedilmek istenen aslında bir politik iradeyi temsil ediyordu. Biz Gökhan'ı alamazsak, devletin kaçırma, kaybetme politikasının süreklileşeceğinin farkındaydık. Sadece bununla da sınırlı değil. İşçiler, ezilenlerin demokratik hakları için yürüttükleri mücadeleyi yürütemez hale geleceğini biliyorduk.

DUYGU VE VİCDANI POLİTİKLEŞTİRMEK
Bir insanın bir devrimcinin kaçırılması elbetteki duygu ve vicdan açısından geniş kitlelerde karşılık bulan bir şey. Bu duygu ve vicdanı politikleştirmek temel hedefimizdi. Öncelikle Gökhan'ı kaçıran güçleri teşhire giriştik. Kaçırıldığını netleştirdiğimiz 21 Ocak günü aile ile birlikte İnsan Hakları Derneği'nde açıklama yaptık. Ardından aile ile birlikte hem Vatan Emniyetinin önüne hem de Galatasaray Meydanı'na çıktık. İki eylemde de gözaltına alındık ve şunu gördük. Devlet kaçıranların değil onu arayanların peşinde, Gökhan'ı arayanların sesini kısmak istiyor. Devlet bu tutumuyla, failin devlet ve onun kontra çeteleri olduğu pratikte açığa çıktı. Biz de mücadele hattımızın doğru olduğunu görmüş olduk. Devletin bu tutumu bizim ısrar ve kararlılığımızı biledi.

Ertesi gün haftasonuydu ve sokağa çıkma yasağı vardı. Gökhan'ın kaybedilme tehlikesi varken bu yasağın hükmünün olmadığını, mücadelemizi kesintiye uğratamayacağını söyledik ve cumartesi ve pazar günü İstanbul, İzmir, Ankara gibi kentlerde sokağa çıktık. İlk olarak cumartesi günü yasağa rağmen ilk suç duyurusunun yapıldığı İkitelli'deki polis karakolunun önüne yürüyüş gerçekleştirdik aile ile birlikte. Ayrıca, bu üç kentte emekçilerin yaşadığı mahallelerde Gökhan'ın kaçırılması sürecini halka anlattık. Halkımıza, Gökhan'ın faillerini birlikte aramak için harekete geçmeleri çağrısında bulunduk. Bu eylem iki gün boyunca sürdü, gözaltı saldırısı da sürdü tabii ki. Haftasonu sosyal medyayı da etkin kullandık, hashtag eylemleri gerçekleştirdik.

DİPLOMATİK ÇALIŞMA
Bu süreçte Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu, Birleşmiş Milletler, Af Örgütü gibi kuruluşlarını bilgilendirme kapsamında diplomatik çalışmalar yürüttük. Yurtdışında da Türkiye ve Kürdistanlı devrimcilerin yanı sıra pek çok kuvvet hafta sonu sokağa çıktı, Gökhan'ın akıbetini sordu. Ve biz yapılan bu çalışmalarla kamuoyunda bir farkındalık yaratmış olduk.

KİTLELER GÖKHAN İÇİN HAREKETE GEÇTİ
Kitlelerin Gökhan'ın hikayesinden kendisine pay çıkartıp harekete geçtiğini gördük. Mesela bir yerde ayakkabı boyası ile yazılama yapıldığını gördük. Örgütler, bireyler herkes kendine bir pay çıkarttı ve harekete geçti.

MEŞRULUĞU SOKAKTA KURDUK
Hafta sonu yaptığımız fiili meşru eylemlerimizi pazartesi günü de sürdürdük ve Devrimci Parti ile Valilik önünde ortak bir eylem yaptık. Burada amacımız meşruluğu sokakta kuran bir hat oluşturmaktı. O gün aynı zamanda bir mevzi oluşturduk, Çağlayan Adliyesi önünde nöbet eylemi başlattık. Burayı Gökhan Güneş nerede demenin kürsüsü haline getirmek istedik. Farklı politik özneler, aydınlar, sanatçılar bu eyleme katıldı.

BİRLEŞİK GÜÇLER MÜCADELENİN ÖZNESİ

Birleşik mücadele bakımından nasıl bir hat izlediniz? Bu güçler nasıl yanıt verdi?
Bu saldırıya birleşik bir zeminde karşı koymanın gerekliliği netti. Ama hemen bir refleks verme ihtiyacı ile kendi öz gücümüzle ilk başta harekete geçtik. 22 Ocak akşamı Çağlayan Adliyesi önünde yaptığımız açıklamaya siper yoldaşlarımız, çeşitli parti ve kurumlardan temsilcilerin geldiğini gördük. Bu bize güç kattı. Bizim dışımızdaki devrimci, sosyalist örgütler de saldırının niteliğini ve vahametini iyi okudu. Bizim çabalarımızın yanı sıra birleşik mücadelenin bileşenlerinin Gökhan'ı sahiplenmesi ve bu mücadelenin birer öznesi olma isteği belirleyici oldu.

GÖKHAN GÜNEŞİ ALACAĞIZ PLATFORMU
Pazartesi günkü Çağlayan nöbeti, valilik eylemi, siper yoldaşlarımızın bulundukları alanlarda yaptığı eylem ve çalışmalar ardından akşam düzenlediğimiz bir toplantıya 10 örgüt ve parti katıldı. Gökhan Güneş'i Alacağız Platformu o toplantıda kuruldu. Platform gündelik eylem hattı çizdi ve her örgütün birleşik bir biçimde zorlayacağı kanallar tartışıldı, planlandı.

Burada vurgulamamız gereken iki şey var. Birincisi, yoldaşlaşma düzeyi açısından önemli bir eşiği ifade etmiş oldu. İkincisi, birleşik antifaşist mücadelenin gerekliliği ete kemiğe büründü. Biz bir süredir bu kapsamda görüşmeler gerçekleştiriyorduk. İrili ufaklı pratiklerde yaşanmıştı. Faşizme karşı birleşik bir mücadelenin kurulması Gökhan'ın sürecinde ete kemiğe büründü diyebiliriz.

Bu süreçte işçi sendikaları, sosyalist, devrimci işçiler, Alevi kurumları da Gökhan'ın sağ bulunması mücadelesine yaptıkları açıklamalar ve oluşturdukları eylem hattıyla dahil oldu. Özellikle hukukçular hem yapılan eylemlere katılım, hem de mesleki bakımından sürecin takibinde çok özel bir rol oynadı.

KAZANMANIN AÇIĞA ÇIKARDIĞI MOTİVASYON

Gökhan'ı bulduğunuzda bu mücadeleyi yürütenler olarak ne hissettiniz?
Öncelikle tabii ki çok sevindik. Bir yoldaşın hayatının kurtulmasının yanında, mücadelemizde kazanma duygusu hepimizin moralini, motivasyonunu yükseltti. Devrimci mücadelenin, direnişin esas olduğunu, sadece Gökhan sürecinde değil, politik özgürlüklerin kazanılması mücadelesinde de belirleyici olduğunu pratikte deneyimlemiş olduk.

Bu süreçte kendi kitlemizle ve diğer yapılarla bağlarımızın ne kadar kuvvetlendiğini gördük. Yani bu tek başına bir hayatın kurtulma sevinci değil, mücadele ettiğimiz bir şeyden aldığımız kazanım duygumuzu ortak bir biçimde yaşamak aynı zamanda. Bu duyguyu hala taşıyoruz ve bu bize yeni bir mücadele hattı belirlememizi sağlıyor.

'BAŞARACAĞIZ'

Bu deneyim nasıl bir perspektif sundu size?
Öncelikle nasıl bir düşmanla karşı karşıya olduğumuz çok daha net biçimde ortaya çıkmış oldu. Yer yer emekçi sol içerisinde gözlemlediğimiz, 'faşizm artık bunu da yapamaz' düşünceleri, düşmanın niteliğini küçük gören anlayışları yıkmış oldu. Bu faşist iktidar kendi iktidarını korumak için her türlü savaş aygıtını devreye sokabilir. Biz bunu Suruç katliamında net bir şekilde görmüştük. İkincisi kazanımla sonuçlanan bu deneyim, politik mücadelenin esas olduğunu ve bu mücadelenin faşizmin çizdiği sınırlar dahilinde değil o sınırların ötesine geçilerek kazanılacağını gösterdi.

Politik çalışmalar kısıtlanmaya, devrimci örgütlenme apolitize edilmeye çalışılıyor. Biz bu çalışma içerisinde buna karşı koyuşun ve örgütlenme kanallarının halklar nezdinde karşılığı olduğunu gördük.

En önemli şey de, bu kazanımın yaslandığı birleşik mücadelenin ne kadar önemli olduğunu ve bunun zemininin var olduğunu, önüne daha büyük hedefler koyması gerektiğini, sadece münferit bir saldırı karşısında değil kendi politik örgütsel hattını da çizebilecek yetenekte ve yoldaşlık gücünde olduğunu deneyimlemiş olduk.

Elde ettiğimiz bu büyük kazanıma yaslanarak, önümüze koyduğumuz yeni hedefler etrafında kenetlenerek birlikte başaracağız.