24 Kasım 2024 Pazar

Akkaya: Devlet meslek örgütlerini ödül-ödün sistemi üzerine kurdu

TTB ve TMMOB'a yönelik devletin saldırılarını, oda seçimlerinde yönetimlerin niteliksel değişimi takip etti. ETHA'ya konuşan Prof. Dr. Yüksel Akkaya, devlet tarafından kendi politikalarına destek vermeleri amacıyla kurulan meslek örgütlerinde ödül-ödün sistemi uygulandığını anlattı. Süreç içinde devlete muhalif hale gelen meslek örgütlerinin yeniden devletin ve kapitalist sistemin ihtiyaçlarına hizmet edecek pozisyona getirilmek istendiğini vurgulayan Akkaya, "Meslek örgütlerine büyük bir kıskançlıkla sahip çıkmamız gerekir. Küçük çıkar çatışmaları nedeniyle yönetimlerin parçalanıp, karşı tarafa teslim edilmemesi gerekir" dedi.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) ile Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'ne (TMMOB) bağlı odalar başta olmak üzere meslek örgütlerine yönelik uzunca bir süredir devletin yoğun bir saldırısı söz konusu. Önce çeşitli yetkileri ellerinden alındı, kısa bir süre önce de bazı şube yönetimlerinde niteliksel değişimler yaşandı.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nin 2024 Şubat'ının son günlerinde yapılan genel kurulunda, yönetim, iktidara yakın mimarların eline geçti. Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi'nde ise 2 yıl önce yapılan genel kurulda AKP-MHP'li mühendisler yönetime seçilmiş, bu yıl yapılan seçimlerde Demokrat Mühendislerden 4, AKP-MHP'ye yakın mühendislerden 3 kişi yönetime getirildi.

Meslek örgütlerinin ne zaman ve hangi amaçlarla kurulduğu, süreç içinde nasıl bir değişim yaşadığı, nasıl bir mücadele perspektifi oluşturulduğu, AKP-MHP-Ergenekon ittifakının iktidarda bulunduğu süreçte meslek örgütlerine yönelik saldırılar ve yönetimlerin iktidara yakın kesimler tarafından ele geçirilmesinin nedenlerini, örgütlenme sorunlarını ve tabii ki meslek örgütlerinin yaşanan saldırılara karşı nasıl konumlanması gerektiğini Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi'nden Prof. Dr. Yüksel Akkaya ve Doç. Dr. Gül Köksal ile konuştuk. Röportaj dizimizin ilkinde sözü Prof. Dr. Yüksel Akkaya'ya vereceğiz.

Akkaya, 1950'li yıllarda Demokrat Parti döneminde ödül-ödün sistemi üzerine kurulan kurulan meslek örgütlerinin, 60'lı yılların sonu ve 70'li yıllarda değişen toplumsal dinamiklerden etkilenerek, devlete ve sisteme muhalif konuma geldiğini anlattı. Şimdi sözü Yüksel Akkaya'ya bırakalım:

MESLEK ÖRGÜTLERİNİ DEVLET MERKEZİ OLARAK KURDU

Meslek örgütleri hangi amaçla kuruldu?
Önce 1951 yılında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği kuruldu. Arkasından 1953'te Tabipler Birliği, 1954'te Mimar Mühendis Odalar Birliği, 1956'da da Eczacılar Birliği kuruldu. Bütün bu meslek örgütlerinin kamu kurumu niteliğinde kurulduğunu görüyoruz. Yani özgürce, çoğulculuk temelinde değil, devletin merkezi olarak kurduğu örgütler bunlar. Devlet bu örgütlere bazı ödüller verdi ama karşılığında da ödünler istedi.

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE KURULDU
Meslek örgütlerinin 1950'li yıllarda Demokrat Parti döneminde kurulmuş olması oldukça ilginç. Mümkün olduğunca dağınık, kontrol edilemez örgütler yerine, merkezi olarak denetlenebilen, kontrol edilebilir ve iktidarla işbirliğine açık ve oluşturulan kamu politikalarını hayata geçirmek için üyeleri üzerinde baskı oluşturan yapılar amaçlandı. Yani bir yandan baktığımızda meslek örgütlerinin kurulması, onlara haklar tanınması oldukça demokratik bir şey olarak görünüyor, fakat arka plana baktığımızda bir işbirliğinden söz ediliyor.

ÖDÜL-ÖDÜN DENKLEMİ
Devlet kamu kurumu niteliğindeki bu örgütleri kurarken şunu söylüyor: Sizi ben merkezi olarak tanıyorum, zorunlu üyeliği garanti ediyorum, maddi açıdan sorununuz olmayacak, işyeri hekimliği sertifikası, mühendisler ve mimarlar açısından başka sertifikalar verebileceksiniz, ama siz de sermaye birikimi ve iktisat politikalarımın önündeki engelleri kaldırmak açısından benimle işbirliği yapacaksınız. Bu alandaki politikaları birlikte oluşturacağız, oluşturduğumuz kamu politikalarını kendi çevrenize de kabul ettireceksiniz, diyerek ödün istiyor.

DEVLET MESLEK ÖRGÜTLERİNİ ÇİZDİĞİ SINIRLAR İÇİNDE HAREKETE ZORLUYOR
1970'li yıllarda neokorporatizm diye bir kuram ortaya atıldı. Çoğulculuğun karşısında merkezileşmenin önemli olduğu, iktisadi krizlere karşı sermaye birikiminin önündeki engelleri kaldırmak için çıkar grupları ile iktidarlar arasında ya da işverenler arasında bazen ikili bazen üçlü işbirliği önerildi. Bizdeki bu yapılanmalar aslında 1970'li yıllarda tartışılan Türkçe işbirliği diye çevirebileceğimiz neokorporatist politikaların bir öncülü. Fakat burada biraz daha otoriter, devletçi bir yapı var. Devlet diyor ki ben kuruyorum benim çizdiğim sınırlar içerisinde hareket edeceksiniz. Dolayısıyla mevzuatta bazı kırmızı çizgiler çiziyor.

TOPLUMSAL YAPIDAKİ DEĞİŞİM MESLEK ÖRGÜTLERİNİ DE DEĞİŞTİRDİ
İzleyen yıllar açısından baktığımızda 1950'li yıllarda bu kontrol süreci devam etmiş, iktidarlarla işbirliği yapılmış, meslek örgütlerinin yöneticilerinin bir kısmı Demokrat Parti'den milletvekili olmuş. Fakat 1960'lı yılların sonu ve 1970'li yıllar Türkiye'de büyük sarsıntı, toplumsal değişimin yaşandığı yıllar. Bu yıllarda meslek örgütleri de değişmiş, devletin kontrolündeki yapılardan çok devlete, iktidara muhalefet eden, toplumsal muhalefette yerini alan yapılara dönüşmeye başlamıştır. Özellikle Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği bu konuda oldukça etkili rol almış. Eczacılar Birliği ise son yıllarda bir parça buna dahil oldu. Barolar Birliği ne yazık ki uzun süre buradan uzak durdu. Sonraki çıkışları da çok sağlıklı olmadı, tekrar geriye çekilişler yaşandı. Demek ki, toprak kayıyorsa, toplumsal yapı değişiyorsa meslek örgütleri de değişiyor. Olması gereken yöne doğru yöneliyor.

Bugün açısından ya da 1980'lerden sonra bir muhasebe yapmak istersek; izlenen neoliberal iktisat politikaları -neoliberal demek de pek doğru değil bunun adı emperyalizm- emperyalist politikaların uygulandığı bu dönemde, bu örgütlere muhalefetin bir parçası değil iktidarın bir parçası olarak ihtiyaç duyuldu. Zaman zaman TMMOB ve TTB ile iktidarlar arasında yaşanan gerilimler bu ödül-ödün sistemindeki gerilimlerden kaynaklanıyor. Bu iki köklü örgüte ya benimle birlikte hareket edersiniz ya da ben mevzuat üreten bir yapı olarak verdiğim ödülleri geri alarak sizi zor durumda bırakabilirim dedi.

AKP DÖNEMİNDE SOPA YÖNTEMİ UYGULANIYOR
Bazen kapatmaya yönelik girişimler olsa da bunlar çok anlamlı değil. Adalet ve Kalkınma Partisi biraz sıkıntıya düşmeye başladığı bu dönemlerde, bu örgütleri havuç yöntemiyle değil de sopa yöntemiyle terbiye etmek istedi. 1950'li 60'lı yıllar havuç yönteminin kullanıldığı, ödül sisteminin gelişkin olduğu dönemdi. '80 sonrası özellikle 90'lı yıllar ve 2000'lerin başında bu sistem tersine çevrilmek istendi. Meslek örgütleri işbirliğine zorlandı. İşyeri hekimliği sertifikasının verilmesinden tutun da mimar mühendis odalarının bazı avantajlı yetkilerinin kısıtlanması tehlikesi yaşandı.

Meslek örgütlerini değerlendirirken sermaye birikim süreçlerinden, iktisat politikalarından bağımsız düşünmemek lazım. 1980 öncesi Türkiye ithal ikameci sanayileşme politikaları izliyordu. Kapitalist pazarın genişlemesi gerekiyordu, pazarın genişlemesi için de çalışanların, halkın gelir düzeyinin yükseltilmesi, bazı temel malları alması gerekiyordu. Ama 1980'den sonra bu politika terk edildi. İhracata yönelik iktisat politikaları izlendi. İhracata yönelik iktisat politikaları maliyetleri mümkün olduğunca düşürüp -bu işçi ücretlerinin düşürülmesi olarak da algılanabilir-, tüketimi kısıtlayıp, dışarıya düşük maliyetle mal satmak üzerine kuruluydu. Dolayısıyla bu iktisadi toplumsal yapının değişiminden siyasal olarak meslek örgütleri de olumsuz etkilendi.

Bugün hala meslek örgütleri buna yönelik çeşitli muhalif eylemlerde, söylemde bulunmakta, fakat Türkiye'deki toplumsal yapı, özellikle de üniversite eğitimi değişti, meslek örgütlerinin üyelerinin mezun olduğu fakülteler, bölümlere baktığımızda köklü bir değişimin ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz.

TOPLUM NE KADAR SAĞA KAYMIŞSA, MESLEK ÖRGÜTLERİ DE O KADAR KAYIYOR
Eğer toplumsal, siyasal yapıda büyük bir değişiklik olmazsa meslek örgütleri açısından çok görkemli günler yaşanmayabilir. Çünkü toplum ne kadar sağa kaymışsa, meslek örgütlerinin tabanı olan öğrenciler, potansiyel mimarlar mühendisler, eczacılar da o yapı ile birlikte sağa kaymakta. Dolayısıyla bu sağa kayış ister istemez meslek örgütlerinin yönetimlerine de olumsuz olarak yansıyacaktır. Bu olumsuz yansımaları geçen günlerde yaşanan bir iki oda seçiminde gördük zaten. Meslek örgütleri bunları örnek alıp kısır çekişmelerin ötesinde geleceğe yönelik bazı politikalar oluşturmalı. Tersi durumda bazı sol sendikalarda olduğu gibi meslek örgütlerinin de sağ cenaha yönetim olarak teslim edilmesi önemli sorunlara yol açacaktır.

Meslek örgütleri 1970'li yıllarda hatta 80'li yıllarda, günümüzde de zaman zaman siyasal parti gibi davranmak zorunda kaldı. Siyasal partiler gerçekten bir siyasal partinin dolduracağı boşluğu dolduramadığı için meslek örgütlerine, sendikalara siyasal parti gibi davranmak görevi düştü. Oysa meslek örgütleri siyasal parti değil. Bir siyasal partinin yapması gerekenleri yapacak yapılar da değil. Siyasal partilerin bir an önce siyasal parti gibi davranmalı, meslek örgütlerine yüklediği bu ağır yükü üzerinden almalıdır.

Meslek örgütlerinin sınıfsal karakteri mücadele perspektifi bakımından nereye oturuyor?
Bir kere bu örgütler homojen bir yapıya sahip değil. Türk Tabipleri Birliği'ne baktığımızda serbest meslek sahibi hekimler, işçi, memur, işveren, hastane sahibi hekimler var. Mimar mühendisler açısından baktığımızda da heterojen bir yapı var. Memur, serbest meslek sahibi ve işveren mimar mühendisler var. Bu örgütler kimin örgütü olacak. Tabandaki yapı nerede ağırlık oluşturuyorsa örgüt yönetimleri de o yönde bir çaba sarf edecek doğal olarak.

MESLEKİ OLAN HER ŞEY AYNI ZAMANDA SİYASALDIR
Türkiye'nin en politik kurumlarından bir tanesi TTB. Bireysel olarak kişilerin halk sağlığını koruduğu gibi toplumun halk sağlığını korumak gibi bir görevi var. Hem koruyucu önlemler açısından hem de tedavi etmek açısından. Onun için en çok hedefte olan meslek örgütü TTB. Kapatılması talebine kadar bazı şeyler dile getirildi. Bu da bize TTB'nin ne kadar önemli bir meslek örgütü olduğunu gösteriyor.

Şunu unutmamalıyız meslek örgütleri ne bir sendikadır ne de siyasal parti. Önce üyelerinin çıkarlarını koruyup sonra geliştirmesi gereken yapılardır. Fakat bu onların toplumsal, siyasal açıdan söz söylemesinin önünde engel değil. Çünkü sonuçta üyeleri de bu toplumsal, siyasal, iktisadi yapının içinde yaşıyor. Dolayısıyla mesleki olan her şey aynı zamanda siyasaldır. Meslek örgütleri bunu şu anda iyi görüyor ve değerlendiriyor. Ama önümüzdeki günler açısından baktığımızda ne yazık ki bizi çok parlak günler beklemiyor diyebilirim.

Meslek örgütlerine yönelik yasal müdahaleler ve yönetim yapılarının değiştirilmesiyle ne amaçlanıyor? Bunun karşısında ne yapılması gerekiyor, öneriniz nedir?
Meslek örgütleri daha önce de söylediğim gibi zamanla devletin bu politikalarının toplumun çıkarlarına olup olmadığını sorgulayarak farklı bir yöne geldi. Bugün de bu kurguyu sürdürmeye çalışıyor. Fakat bu kurguyu sürdürmek için parçalanmadan, küçük ayrıntılar üzerinden dağılmadan, üye yapısının da değiştiği/değişeceği bu ortamda, birlikte hareket edilmeli. Küçük yönetim oyunlarıyla çıkmaza girmemeli, büyük tehlikeye yol açmamalı. Harb-İş diye bir sendika var. 1980-90'lı yıllarda Türkiye'nin etkin, önemli sendikalarından biriydi. Fakat sonra Harb-İş sağ yönetimlerin eline geçti ve bugün dönüp baktığımızda farklı bir yerde sendikacılık yapıyor. Dolayısıyla bu tip örnekler deneyim, politika oluşturmak ve bu politikayı hayata geçirmek açısından önemli.

MESLEK ÖRGÜTLERİNE BÜYÜK BİR KISKANÇLIKLA SAHİP ÇIKMALIYIZ
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim; eğer TTB'nin, TMMOB'un yönetimi sağ yapıların eline geçerse bir daha sol yapıların eline geçmesi toplumsal yapının soldan rüzgar estirdiği bir döneme kadar mümkün olmayacak. Dolayısıyla bugün bu yapıları korumak önemlidir. Çünkü hala siyasal partiler kadar etkin bir muhalefet yapan, halkın, toplumun çıkarlarını korumaya çalışan meslek örgütleridir bunlar. Büyük bir kıskançlıkla bunlara sahip çıkmamız gerekir. Küçük çıkar çatışmaları nedeniyle yönetimlerin parçalanıp, karşı tarafa teslim edilmemesi gerekir. Son olarak şunu söyleyebilirim birlik, birlik, birlik.

Röportaj dizimiz yarın Doç. Dr. mimar Gül Köksal ile yaptığımız söyleşiyle devam edecek.