Adnan Özcan yazdı | Endonezya halklarının nepotizme karşı politik özgürlük mücadelesi
Burjuva muhalefetinin liyakatsizlik eleştirisi durumu bu bakımdan yumuşatmakta ve halkın eylemini önlemektedir. AKP-MHP faşist iktidar bloğu ile mücadele eden tüm kuvvetlerin gözlerini buralara dönmesi, bu ayaklanmalardan öğrenmesi gerekmektedir. Siyasal oligarşi ve neopotizme karşı ortaya çıkan ayaklanmaların bizlere verdiği mesaj açıktır, çözüm sokaktadır.
Son günlerde Endonezya'nın iktidar partisi PDIP ve daha özelde devlet başkanı Joko Widodo'nun kendisine yakın isimlerini ve aile üyelerini önemli pozisyonlara geçirmesinin önünü açacak yasa değişiklikleri ve bu yasaya karşı geliştirilen kitlesel eylemlerle gündeme geliyor. Ülkenin siyasal yapısını ve güncel gelişmeler ışığında siyaset sahnesindeki figürlerin hangi siyasal zeminin temsilcileri olduğunu anlamak için biraz geriye gitmek faydalı olacaktır.
Katliamlar ve soykırımlarla dolu bir tarihe sahip olan Endonezya'da emperyalizmin boyunduruğu altındaki diğer devletler gibi işçi sınıfı ve ezilenlere sömürü ve imha politikaları ile yaklaşıyor. 1965-1966 yılları arasında başta Endonezya Komünist Partisi üyeleri olmak üzere yaklaşık bir milyon sol, sosyalist ve ilericinin yaşamının yitirdiği büyük katliamın ardından çoğunlukla asker kökenli gerici-faşist oluşumlar tarafından yönetildiğini görüyoruz.
Ayrıca Endonezya'nın çeşitli azınlıklara dönük katliamlarla ve 90'lı yıllarda tıpkı bizim coğrafyamızda olduğu gibi muhaliflere dönük kaybetme saldırıları ile sıkça gündeme geldiğini özellikle vurgulamak gerekiyor. Bu katliamların en büyük sorumlularından olup 1967-1998 yılları arasında devlet başkanlığı yapan ve bir milyon insanın katledilmesinden sorumlu Suharto'nun damadı Prabowo Subianto ise geçtiğimiz aylarda gerçekleşen seçimlerle şu anki devlet başkanı Joko Widodo'nun yerine geçecek isim oldu. Prabowo Subianto'nun asker kökenli olup 90'lı yıllarda devlet başkanı olan kayınbabasına muhalif kişilerin kaybedilmesi ve katledilmesinin tescilli sorumlusu olması ise bizleri şaşırtmıyor. Seçildiği her iki seçimde de Subianto'yu yenen Widodo, 2 dönemlik görev süresinin dolması ile PDIP adayı olamamış ve partisinin çıkardığı aday ise rakibine kaybetmiştir. Rakibinin seçim sonuçları kesinleşmeden zaferini açıklamasından tutalım insan hakları ihlallerine imza atmış tescilli bir katil olmasına kadar çokça sebep herhangi bir coğrafyada cepheden mücadele edilecek bir isim olmasını gerektirirdi. Mevcut iktidarın Subianto'ya dair çözümü ise onu Savunma Bakanlığına getirmek oldu. Kendi iktidarını ayakta tutma yolu olarak aile üyelerini bürokrasinin en üst kademelerine yerleştirmek diğer tamamlayıcı adımdı.
Katliamlar, faşist terör ve her türlü imha politikası ile tüm devrimci-demokrat hareketleri bastırarak, tabiri caizse halkın ensesinde boza pişirebileceğini düşünen rejime ve ülkeyi aile şirketi gibi yönetenlere karşı halk tepkisi oluştu ve sokaklara taştı.
Bahse konu yasayı kısaca özetlemek gerekirse öne çıkan birkaç noktadan bahsedebiliriz: Bölgesel seçimlerde aday olma kriterlerinden biri olan 30 yaş ve üzerinde olma kriterinin başkan Widodo'nun oğlu olan Kaesang için kaldırılmak istenmesi bu noktalardan ilkini oluşturuyor. Daha önce de Widodo'nun en büyük oğlu olan Gibran Rakabuming Raka, amcası Anwar Usman'ın başyargıç olarak görev yaptığı sırada bölgesel yöneticilerin yaş sınırı ile ilgili yasasının delinmesi ile başkan yardımcılığı görevine getirildiğini belirtelim.
Nitekim gelen tepkiler üzerine Anmar Usman başyargıçlık görevinden alınsa da Gibran başkan yardımcılığı görevine devam ediyor. Sadece aile üyelerinin konumunu sağlamlaştırmakla sınırlı kalmayan iktidar, ayrıca görece tabanı dar partilerin bölgesel seçimlerde aday çıkarmasını zorlaştıran bir oy kotasını da yasalaştırmanın peşindeydi. Yüzde 20 olarak belirlenen oy kotası en baştan demokrat-sol denebilecek partilerin aday çıkarmasını engelleyecek şekilde dizayn edildi. Nitekim seçim arifesinde yapılmak istenen bu yasa değişikliğine itiraz ederek konuyu anayasa mahkemesine taşıyan da geçtiğimiz yıllarda kurulmuş İşçi Partisi oldu. Kitlesel protestoların baş gösterdiği günlerde anayasa mahkemesine yapılan başvuru sonucunda yapılmak istenen yasa değişikliği reddedildi.
Eylemlerin şiddetlenmesinden çekinen hükümet ise bu yasalara ve hukukun bağlayıcılığına dair nutuklar çektikten sonra yasayı sözde revize edilmiş bir şekilde yeniden meclise sundular. Yüzde 20'lik kota şehrin nüfusuna göre yüzde 6,5-yüzde 7,5 bandına kadar geri çekilirken yaş sınırı ise adayın göreve başladığı sırada 30 yaşında olması şeklinde revize edilmeye çalışılıyor. Buradaki kurnazlık ise en başta yasanın değiştirilme nedeni olan başkan Widodo'nun oğlu Kaesang'ın 29 yaşında aday olup seçildiği takdirde görev süresi başladığında 30 yaşında olacak olması.
Buraya kadar özetlediğimiz sürecin bizlere tanıdık gelmesi elbette tesadüf değil. Endonezya'daki rejimin bu konuda Türkiye'deki rejim ile yüksek bir benzerlik gösterdiği barizdir. Faşist şeflik rejiminin emekçilerin sırtından geçinerek servetine servet kattığı, faşist şefin ve çevresindekilerin her bir aile üyesine bürokrasi içerisinde birden fazla koltuk verildiği ve yasaları istediği gibi eğip büktüğü bir süreçten geçiyoruz. İşçi sınıfının örgütlülük düzeyindeki zayıflık Türkiye'den Endonezya'ya Güney Amerika ülkelerinden Afrika'ya dünyanın dört bir yanında yönetenlerin sömürüyü doruklarına çıkarmasının ve kendi iktidarını sağlamlaştırma yolunda pervasızca davranmasının önünü açmış durumda. Ancak elbette ki bu pervasızlığın egemenler bakımından bir bedeli olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Egemen sınıfın ezilen sınıflar üzerindeki iktidarını, onların rızası dahilinde sürdürme kapasitesinde yani hegemonyasında bir aşınma görüyoruz. Özellikle dünya kapitalizminin içine girdiği krizle birlikte bu aşınmanın somut enerji açığa çıkartması ise bizleri son dönemle birlikte karşı karşıya kaldığımız ayaklanmalara ve kitlesel protestolara doğru götürüyor. Çıkarılmak istenen yasaları, son zamanlarda dünyanın dört bir yanından yükselen isyanları ve kitlesel gösterileri göz önünde bulundurduğumuzda egemenlerin kronikleşmiş bir özelliğine itiraz edildiğini görüyoruz. Peki, nedir bu özellik? Kayırmacılık, torpil, toplumu konsolide ederek rejimin geleceğini güvenceleyen parlamentoların meşruluk kaybı yani bir bütün olarak burjuva partilerin inandırıcılık yitimi. Söz konusunu hegemonyanın aşınması ile doğrudan bağlantılı olan bu inandırıcılık yitimi verili iktidarların ve onların politikalarının meşruluğunu sorgulatmakta. Hegemonyasını kaybetmeye başlayan her iktidarın egemenliğini tahakküm yoluyla sürdürme çabası ise nafiledir. Çünkü zor aygıtları hiçbir iktidarın egemenliğini kalıcı olarak sağlayamaz.
Nitekim son dönemde yaşanan çeşitli ayaklanmalar ve kitlesel eylemler ile öfke boşalmalarının yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Geçtiğimiz ay Şeyh Hasina hükümetinin devrilmesi ile sonuçlanan Bangladeş'teki ayaklanmanın temel nedenlerine baktığımızda iktidarda bulunan Awami Birliğine yakın ailelerin kamu kurumlarına atanmalarında avantaj sağlayan kota yasasının ayaklanmanın işaret fişeği olduğunu görüyoruz. Yine Mayıs 2022'de, Sri Lanka'da ailecek bürokrasinin en üst katmanlarını doldurarak emekçiler yoksulluğun pençesinde kıvranırken zevk ve sefa içinde yaşayan Rajapaska ailesinin de halktan kaçtığı anlar hafızalarımızdaki yerini koruyor. Şimdi ise Endonezya'da bahsettiğimiz nedenlerle eylemlerin yoğunlaştığını görüyoruz. Buradaki üç örneğin tamamında devrimcilere dönük katliamlar ile kitleler öncüsüz bırakılmak istenmiş, azınlıklara dönük katliamlar ve saldırılarla suni bir düşman yaratılarak esas sorumlular ile kitleler arasına bir perde çekilmeye çalışılmıştır.
AKP-MHP faşist saray rejimi de göz çıkartan bir nepotizm politikasıyla iktidarını sürdürüyor. Hatta AKP-MHP iktidarının bu konuda başkaca rejimlere ders verecek bir pratiğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Devletin malı deniz yemeyen keriz felsefesi faşist şeflik rejimi modeliyle birleşince saray iktidarı pervasız bir nepotizm karşımıza çıkıyor. Bugün saray cuntası aile birey ve akrabalarına, mafyatik suç ortaklarına devlet katları ve imkanlarını sunma politikasını sürdürüyor. Bu nepotizm politikası faşist ve otokratik rejimlerin ayırıcı özelliklerinden biridir. Bütün faşist diktatörlerin ailelerinin zenginleşme ve iktidarın en kilit noktalarını tutması tam da bu kayırmacılık ve ayrıcalıklı zümre yaratma siyasetini belgelemektedir.
Burjuva muhalefetinin liyakatsizlik eleştirisi durumu bu bakımdan yumuşatmakta ve halkın eylemini önlemektedir. AKP-MHP faşist iktidar bloğu ile mücadele eden tüm kuvvetlerin gözlerini buralara dönmesi, bu ayaklanmalardan öğrenmesi gerekmektedir. Siyasal oligarşi ve nepotizme karşı ortaya çıkan ayaklanmaların bizlere verdiği mesaj açıktır, çözüm sokaktadır. Yine bu ayaklanmaların vardığı nokta düşünüldüğünde sınırlı talepler etrafında şekillenen hareketlerin ötesine geçilerek öncelikle politik özgürlüğün kazanılmasına vardırılacak bir devrimin yollarını aramalı, bugün pratiği ile yol gösteren halklara kalıcı çözüm yolu gösterilmelidir.