22 Kasım 2024 Cuma

25 Kasım değerlendirmesi

Kadın hareketinin Taksim patlaması ve valiliğin yasaklama kararına, erkek devletin her türlü kriminalize etme ve sokaklardan uzak tutmaya yönelik çabalarına rağmen İstanbul'da Taksim ısrarından vazgeçmeyişi, yasaklamaların olduğu diğer kentlerde meydanları dolduruşu ile bu savaş ilanının kadınlar tarafından direnişle karşılandığını söylemek mümkün. Kadın özgürlük mücadelemizin önünde 25 Kasım'da attığımız "Kadınlar savaşa hayır diyor" sloganını kalıba dökmek var. Şimdi önümüzde "Tutsak kadınlar onurumuzdur"un karşılığını yaşamda örmek var. 25 Kasım'da yarattığımız işgalci sömürgeci savaşa karşı, antifaşist, kadın özgürlükçü rüzgarı arkamıza almanın tam sırası.

Her yıl olduğu gibi birleşik zeminlerde ve özgün politik hattımızda ördüğümüz çalışmalar ile örgütlediğimiz bir 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü'nü daha geride bıraktık. Sokakları "Jin, jiyan, azadî" diyerek kuşattık, İran halklarından kadınların sesini kent kent meydanlarda tüm engellemelere rağmen haykırdık. Devrimci-demokratik muhalefetin AKP-MHP faşist iktidarı tarafından topyekun silinmeye çalışıldığı bir dönemde kendi bileğinin hakkı ile kavrattığı meşruiyeti ve kazandığı kitleselliği ile kadın özgürlük hareketi, emekten doğaya pek çok kurtuluş için mücadeleyi büyüten patika içinde faşizmin açıkça saldırıdan çeşitli biçimler ile sıkça kaçındığı, uzlaşma yollarını zaman zaman aradığı bir hareket olarak önümüzde duruyor idi. Fakat geçirdiğimiz 25 Kasım süreci ve günün kendisinin çetinliği, faşizmin kadınlara açtığı savaşı artık sakınmadan büyüteceğinin açık bir ilanı oldu. AKP-MHP faşizmi kadınlara açtığı savaşımda yeni bir döneme giriyor, kadın hareketi bakımından daha sert geçecek günlere adım atıyoruz. Bunun kavranması ve kadın özgürlük mücadelemizin de bunun bilinci ve ciddiyeti ile örgütlenmesi için incelenmesi, tartışılması ve yol göstermesi için yazına konu edinmesinin önem taşıdığı fikrindeyiz.

25 KASIM'A GİDERKEN
25 Kasım'a gittiğimiz süreci erkek egemen faşizmin ağır saldırıları altında geçirdik, önce iktidar içi güç çatışmalarının ve çetelerle Türk devletinin kirli işbirliğinin bir ürünü olarak Taksim saldırısını yaşadık. İktidarın bu saldırıyı Kürt halkı üzerine yıkmaya dair tüm çabalarına rağmen gerçeklerin ortaya çıkışı ile iktidar kendi kitlesini bile ortaya koyduğu bu tiyatroya inandıramadı, pek çok farklı platformdan iktidarın elinin kanlı olduğu haykırıldı. Taksim'in ardından Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da hali hazırda devletin her türlü imkan ve olanağı ile sindirmeye ant içtiği kadın özgürlük mücadelemize de saldırılar yoğunlaştı. Kaktüs Genç Kadın Derneğimizdeki kadın ölümsüzlerimizin anmasına yapılan polis baskını ve onlarca kadının dernekte işkence ile gözaltına alınması ardından da derneğin polislerce talan edilmesi bunun en açık örneklerinden biri idi.

7 yıldır Halitağa'da sürdürülen Suruç anmasına getirilen yasak ve gözaltına alınan kadınlara uygulanan işkence, 25 Kasım çağrısı yapmak için bildiri dağıtımı yapan Avcılar Kadın Platformu'ndan yedi kadının işkence ile gözaltına alınıp geceyi karakolda geçirmek zorunda bırakılmaları, Osmaniye, Dersim ve Bursa'da 25 Kasım'ın valilik tarafından kent çapında yasaklanması, İstanbul'un ise üç ilçesinde yasaklama getirilmesi ile de bu saldırıların örneklerini genişletebiliriz. Bu kentlerin yanı sıra Kürdistan'ın pek çok kentinde 25 Kasım'ı da içine alacak şekilde çıkarılmış 15 günlük-1 aylık eylem yasakları çoktan uygulamaya konulmuştu.

Üniversitelerde ise 25 Kasım çağrısı yapmak isteyen kadın öğrencilerin gerek sivil faşistler gerek ÖGB'ler tarafından engellenmeye çalışılması da üniversiteli kadınların iradesini kırmak ve okullar içinde kadın özgürlüğü çalışmasını bütünüyle bitirmeye çalışmanın bir aracı oldu. Çalışmaya yönelen saldırıların yanı sıra Kürt halkının kadınlar öncülüğünde Suriye'de açtırdığı direnç çiçeğimiz Rojava Kadın Devrimimize de saldırılar yoğunlaştırıldı. "Taksim'deki patlamanın hesabını sormak" için harekete geçen işgalci sömürgeci faşizm, aylardır kimyasal silah saldırıları ve karadan yürütülen saldırılar ile kıramadığı direnişin direncini hava harekatı ile silmekten medet umuyor. Kobanê başta olmak üzere Rojava'nın pek çok kenti ve köyü yoğun bombardıman altında. Bu işgalci savaşa ve saldırılara karşı "Kadınlar barış istiyor" diyerek sokaklara çıkan ve çeşitli bildirgeler yayınlayan kadınlar ağır saldırılar ile karşılaştı. Gazeteciler ve aydınlar başta olmak üzere pek çok kadın Rojava'ya yönelik saldırılara ses çıkardığı için hedef gösterildi. Faşizm ezilen cinsin ve ezilen ulusun her biçimde söz ve eylem ittifakına karşı her türlü saldırıya hazır olduğunun gözdağını sıkça verdi. Buna karşın Rojava'ya yönelik saldırılara en yalın dille yazılmış ve karşı cepheden açıklamaların büyük bir kısmı kadınlardan gelmeye devam etti.

Kadın hareketinin Taksim patlaması ve valiliğin yasaklama kararına, erkek devletin her türlü kriminalize etme ve sokaklardan uzak tutmaya yönelik çabalarına rağmen İstanbul'da Taksim ısrarından vazgeçmeyişi, yasaklamaların olduğu diğer kentlerde meydanları dolduruşu ile bu savaş ilanının kadınlar tarafından direnişle karşılandığını söylemek mümkün. Bursa'da yasağa rağmen polis barikatı aşılarak yürüyüş yapıldı, Ankara'da polis provokasyonlarına rağmen açıklama okunabildi, Van'da ve Ağrı'da polis saldırısına karşın açıklamalara devam edildi, Amed'de hava şartlarına ve ablukaya rağmen kadınlar sokakta idi. Tüm kentlerdeki basın açıklamalarında, kadınlar tarafından alanda atılan sloganlarda, taşınan dövizlerde İran'da kadınlar öncülüğünde süren halk ayaklanmasının etkisi güçlü idi. İran'da ayaklanan kadınlarla yalnızca dayanışan değil, İran'daki kadın devrimi kıvılcımını açıkça gören bunu coğrafyamıza taşıma gayesi taşıyan bir görüş açısı ortaya konuldu. Türkiye'den Kürdistan'a kentler tek ses "Jin, jiyan, azadî" diye haykırdı.

Türk devleti tarafından sürdürülen işgalci savaşa da alanlarda kadınlar tarafından güçlü tepki örgütlendi. Rojava'ya yönelik saldırıların durdurulması talebi, Taksim saldırısının bir iktidar hamlesi olduğunun teşhiri, kimyasal silah kullanımının insanlık suçu olduğu sıkça ortaya konuldu. İnsanlık onurunu savunarak gerçekleri duyuran Şebnem hoca sahiplenildi. Çizilen bu hatta erkek devlet de polisi ile saldırmaktan geri durmadı. Ankara'da Kürtçe slogan atılması önlenmeye çalışıldı, "Şebnem hocaya özgürlük" dövizleri taşıyan tıp öğrencisi kadınlar darp edildi. Rojhilat ve Rojava'daki kadın isyanını selamlayan dövizler taşıyan 7 kadın gözaltına alındı, 4 gün boyunca TEM'de işkence ile tutuldu.

İstanbul'da ise kadınların Taksim iradesi cezalandırılmak istendi, 300'ün üzerinde kadın kentin dört bir yanında işkence ile gözaltına alındı. Sinbo direnişçisi Dilbent Türker'in bacağı kırıldı. Gözaltına alınan kadınlar ters kelepçe ile saatlerce bekletildi. Erkek devletin sokağa çıkan kadınların iradesini kırmak ve psikolojik olarak yıldırmak için bu dönemde özel bir saldırı olarak sıkça kullandığı işkence, çıplak arama pek çok kadına uygulandı. Çeşitli baskılar ve saldırılara daha pek örnek sayılabilir, fakat asıl vurgulamamız ve daha geniş kadın kitlelerine duyurmamız gereken şu: Bastırılmaya çalışıldık, ağır saldırılara maruz kaldık ama madalyonun öteki yüzünde kadın isyanını sokaklarda buluşturmayı başardık. Erkek devlet zor araçlarından ulaşım sistemlerine kadar kadınları engellemek için kullandığı her şeye rağmen kadınları yarattığı abluka içinde nefessiz bırakamadı. Kadınlar kent kent ablukayı dağıttı, çok güçlü görüntüler verdi. Tutsak kadınların sesini, ekonomik kriz ile artan kadın yoksulluğunu, barış isteğini sokaklara taşımayı başardı. Direnişin ardından gözaltından eller havada yumruklarla ve zafer işaretleri ile çıkıldı. Bu direngenlik ve başı dik duruş günün ardına da yansıdı.

PEKİ ŞİMDİ NEREYE?
Kadınlar 25 Kasım'daki erkek devlet saldırısının hesabını kenara koymadı, İstanbul başta olmak üzere basın toplantıları ile pek çok kentte işkence teşhir edildi. Edilmeye devam ediliyor. İşkence uyguladığı kadınlarca tespit edilen polisler hakkında suç duyurularında bulunularak kadınların tepkisi örgütlenmeye devam ediliyor. Aynı zamanda eyleme katılan pek çok örgütsüz kadın da kendilerine işkencede bulunan polisleri tek tek fotoğrafları ile teşhir ediyor, bunlar gündeme taşınıyor. Özetle söylenebilir ki erkek devletin kadınlara savaş çağrısı, bu 25 Kasım'da dişe diş şekilde göğüslenmiştir.

Şimdi 25 Kasım'da ablukayı dağıtmanın yarattığı etki ve erkek şiddetine karşı öfkemiz ile sokağa taşıdığımız sözü, ajitasyonlardaki keskin duruşumuzu sürekli olarak eyleme ve pratiğe dökme sırası. Kadın özgürlük mücadelemizin önünde 25 Kasım'da attığımız "Kadınlar savaşa hayır diyor" sloganını kalıba dökmek var. Şimdi önümüzde "Tutsak kadınlar onurumuzdur"un karşılığını yaşamda örmek var. 25 Kasım'da yarattığımız işgalci sömürgeci savaşa karşı, antifaşist, kadın özgürlükçü rüzgarı arkamıza almanın tam sırası. Geçtiğimiz yıl 1 Temmuz'da yine Taksim'de barikatları yıkan öfkemizin ardından olduğu gibi soğumaya mahal vermemek, özgürlük talebimizi takvimsellikten çıkarmak; erkek devletin kadınlara açtığı savaşta bu yeni dönemde saldırıları püskürtebilmenin ve özgürlüğümüzü kazanmanın yoludur.