22 Kasım 2024 Cuma

15-16 Haziran kime ne söylüyor

Emperyalist küreselleşme koşulları altında yeni arayışlar, tarihsel deney ve birikimlerin üzerinde yükselecektir. İşçi hareketi dün 15-16 Haziran'ı yaratan işçiler gibi taban örgütlerine dikkatleri yoğunlaştırarak, işyerlerinde ve semtlerde örgütlü bir güç haline gelirse, direnişten öğrenir ve onun izinden gittiğini dost ve düşmanlarına gösterebilir. İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır, fakat aynı zamanda ezilen milyonların baskı ve zulümden kurtuluşu da işçi sınıfı ile birleşen halklarımızın olacaktır.

İşçi hareketi tarihinin en büyük direnişlerinden 15-16 Haziran direnişinin 51. yıl dönümü. Bu büyük direnişin asıl mimarları fabrikalarda örgütlü işçiler ve temsilcilerdi. MGK ve işbirlikçi burjuvazinin Süleyman Demirel'in başında olduğu Adalet Partisi eliyle sendikal harekete ve DİSK'in örgütlenmesine karşı giriştiği saldırı hamlesi direnişle püskürtüldü. 15-16 Haziran, işçilerin birleşmiş bir güç olarak sermayenin karşısına dikildiği bir gün.

Direnişin arka planında bu büyük direnişi besleyen gür bir kaynak vardı. 1960'lı yıllar boyunca işgaller, fiili grev ve direnişler silsilesinden geçen, Kavel'den Demiröküm'e, Rabak'tan Sungurlara uzanan direniş ve mücadele birikimi bu direnişin beslenme kaynağıydı. Hareket önce sınıf işbirliği çizgisindeki Türk-İş barikatını aşarak DİSK'i yarattı. Ardından fabrikalarda işyeri komiteleri ve işyeri temsilciler meclisleri, işçi birlikleri, Anayasal direniş komiteleri gibi örgütsel araçları yarattı. Hareket bu zemin üzerinde yükseldi.

Sermaye sınıfı ve devlet, 274-275 sayılı sendikalar ve grev yasası ile işçileri örgütsüzleştirmeyi ve DİSK'i dağıtmayı amaçlamışlardı. Sermaye, direniş sonucu bu amacına ulaşamadı. Aynı zamanda "DİSK'in çanına ot tıkayacağız" diyen dönemin Türk-İş Başkanı Seyfi Demirsoy'un da hevesini kursağında bırakmıştı. Türk-İş'in sermaye ile birlikte DİSK'e karşı düşmanca davranmasına karşılık, harekete ilk gün katılan işçi sayısı 70 bin iken ikinci gün Türk-İş'li işçilerin de katılımıyla 150 bini bulmuştu. Seyfi Demirsoy'un emellerinin aksine Türk-İş üyesi işçiler DİSK'li işçi kardeşleriyle omuz omuza alanlara akarak polis ve jandarma ile çatıştı. Silahtar'dan Levent'e, Paşabahçe'den Yoğurtçu Parkı'na, Kartal'dan Gebze'ye, Gebze'den İzmit'e kadar sanayi fabrikalarının olduğu her yerde alanlarda birleşmiş bir işçi iradesi ortaya çıkardılar.

Eyleme katılan tekstil işçisi kadınlar, Tekel işçisi kadınlar en önde barikatları göğüsleyerek önemli bir yer tuttu. 15-16 Haziran direnişi, kadın işçilerin kitlesel olarak katıldığı direniş olması itibariyle de dikkat çekicidir.

Direniş sonucu 3 işçi katledildi, yüzlercesi yaralandı. Direnişten sonra kara listeler oluşturularak 5 bin işçi işten atıldı. İşçi sınıfı bedel ödemişti ama yasayı geri çektirmişti.

Hareket fabrikanın dar sınırlarını aşma eğilimi göstermesi bakımından da anlamlı derslerle doludur. O dönem fabrikaların etrafını saran gecekonduların yoksullarını ve işçi ailelerini de sürece katması bakımından anlamlıdır. İşçiler ve aileleri bu sürecin aktif bileşenlerinden biriydi. Sadece bununla sınırlı değil aynı zamanda devrimci gençliğin işçi sınıfı saflarında bizzat savaştığı ve gençlik hareketiyle işçi hareketinin ortak bir direniş zemininde buluştuğu bir direniştir de.

İşçiler, fiili grev silahını etkili bir biçimde kullandılar. Fabrikalarda ilan edilen sıkıyönetime rağmen fabrikalara dönmekle birlikte üretimi fiili olarak durdurmuştu. Sıkıyönetim komutanlarının tehditlerine aldırış etmeden direnişi sürdürmüştü.

Sermaye ve devlet bu direnişten epey ürkmüştü. Bir yıl sonra 12 Mart 1971 darbesini yapan askeri cuntanın generallerinden Memduh Tağmaç, "Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı, bunu durdurmak gerekiyor" diyerek, sermayenin hareket karşısındaki tutumunu yansıttı. Fakat hareketin yasal sınırları aşarak fiili ve meşru bir mücadele karakteri kazanması, bu direnişe öncülük eden dönemin DİSK yöneticilerini de ürkütmüştü. Hareketin kendi kontrollerinden çıktığı endişesi ve devletle karşı karşıya gelmeme tutumu ağır basmıştı. DİSK başkanının, işçilerin ordu ile karşı karşıya getirildiği ve provokasyonlara alet olunmaması, fabrikalara dönülmesi yönünde radyoya verdiği talihsiz beyanat, direnişin bitirilmesine yol açtı. Bu eleştirildi pek çok kesim tarafından. Bu eleştirinin olması onların direniş içindeki rollerini ve oynadığı değeri ortadan kaldırmaz.

İşçi hareketinin o günkü koşullar altında geliştirdiği bu devrimci eylemden öğrenmek ve sonuçlar çıkarmak, hareketin güncel ihtiyaçlarına yanıt vermek bakımından önemlidir. 15-16 Haziran direnişine bugün övgü yağdıran ama hareketin dilini bugüne çevirmek için kılını kıpırdatmayan sendikacılar için bir nostaljiden öteye bir anlam taşımıyor. Bugünkü DİSK yönetimi yıllardan beri direnişe övgüler dizmekten geri durmuyor. Fakat emperyalist küreselleşme koşulları altında işçi hareketinin ihtiyaçlarını bir kenara itiyorlar. 15-16 Haziran'dan burjuvazi ile uzlaşma çizgisine gelenler direnişe övgü yağdırmayı kendi gerçeklerinin üzerini örtmeye yarayan bir şala dönüştürmekte oldukça maharetli sayılırlar.

Sınıf sendikacılığı ilkesinden önce "çağdaş sendikacılık" ilkesine; şimdilerde de devletle uzlaşmacılık ve uyum çizgisine gelen DİSK yöneticileri, "idare-i maslahatçık"lıkla işçi hareketinin kötürümleştirilmesinde rol sahibidirler. Gerçekte bugün DİSK yönetimi, direnişçi işçi ve sendikacıların kemiklerini sızlatmaktadır.

Dün DİSK, devrimcilerle kol kolaydı bugün sermaye ve devletin temsilcileriyle uyum içinde olma gayretinde. Son 1 Mayıs pratiğinde olduğu gibi devletten icazet alarak hareket etme düzeyine düşen bir DİSK yönetimi mevcuttur. Bunu bu sendikal önderleri kötülemek için söylemiyoruz, tersine işçi hareketine ne kadar kötülük ettiklerini belirtmek için söylüyoruz. Devrimcilerle 1 Mayıs'ı birlikte örgütlemek için toplantı yapmaktan kaçınan, fakat gestapo şefi, mafyacı Süleyman Soylu ile ortak görüntü vermekten kaçınmayan bir DİSK yönetimine ne söylenebilir.

Tabi ki DİSK yöneticilerini eleştirmek tek başına sorunu çözmez. İğneyi sendikal bürokrasiye batırırken, çuvaldızı devrimcilerin kendilerine batırması gerekmez mi? Bütün suçu sendika yöneticilerine atarak işin içinden sıyrılmak kolaycılık değil midir?

Ebette işçi hareketinin bugünkü ihtiyaçlarına yanıt verme arayışı ve çabası içinde olan öncü işçiler ve sendikacılar mevcuttur. Fiili ve meşru sendikacılık anlayışında ısrar eden, sınıf mücadelesi ilkesini düşürüldüğü yerden ayağa kaldırmaya çalışan arayışlar değerli ve önemlidir. Zaten işçi hareketinin geleceğini de bu arayışta ısrar eden devrimci işçi ve sendikacıların emeği ve ısrarı belirleyecektir. Mevcut kriz koşulları altında öbek öbek direnen işçilerin mücadelesinin birikimleri üzerine yükselecek işçi hareketi. 15-16 Haziran'ı övecek ve ondan öğrenecek de direniş geleneğine sahip çıkan işçilerdir. Tıpkı 2021 1 Mayıs'ında Taksim iradesinde ısrar eden, burjuvazinin devasa şiddet aygıtlarına meydan okuyan işçi ve sendikacılar, 15-16 Haziran'ın izini takip etmektedir. İşsizlik ve yoksulluğa mahkum edilen, Kod-29'la işten atılmalara direnen işçi direnişleri, 15-16 Haziran'ın tarihsel devamcısıdır.

Emperyalist küreselleşme koşulları altında yeni arayışlar tarihsel deney ve birikimlerin üzerinde yükselecektir. İşçi hareketi dün 15-16 Haziran'ı yaratan işçiler gibi taban örgütlerine dikkatleri yoğunlaştırarak, işyerlerinde ve semtlerde örgütlü bir güç haline gelirse işte o zaman direnişten öğrenir ve onun izinden gittiğini dost ve düşmanlarına gösterebilir. İşçiler kendi sınıf sendikalarını yaratarak ve işçi sınıfı partisinde örgütlenerek birleşik halk direnişinin başına geçebilir. İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır, fakat aynı zamanda ezilen milyonların baskı ve zulümden kurtuluşu da işçi sınıfı ile birleşen halklarımızla birlikte olacaktır.

Yeni bir büyük işçi direnişi, sınıf mücadelesi ilkesine sımsıkı sarılan işçilerin birleşmiş ve kararlı mücadelesinin eseri olacaktır.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 11 Haziran tarihli 16. sayı Yol köşe yazısı.