2 Ekim 2024 Çarşamba

12 Eylül faşist darbesi: Devrimci gelişmeyi tasfiye etmeyi amaçladı

Darbeyle birlikte halk, korkunç bir antikomünist ideolojik taarruza maruz bırakıldı. Faşist generaller ve burjuvazi, yalnızca sosyalizmin yakın olduğu umudunu kırmak değil, işçi sınıfı ve tüm ezilenler nezdinde sosyalizm fikrini ve idealini de görmek istiyordu. İdeolojik şiddetin yoğunluğu her emekçini bilincini ele geçirmek, halka ve bilhassa gençliğe politika ve örgüt korkusu aşılayıp geniş kapsamlı bir depolitizasyonu başarmak içindi. 'Örgüt' kavramı bu saldırıların merkezinde durdu ve her türlü örgütlenme şeytanlaştırıldı.

Türkiye’de '70'lerin ikinci yansında grev ve grevci işçi sayısı büyük artış gösterdi. DİSK'in üye sayısı yarım milyonu aştı.  DİSK, 1976'da “DGM'lere hayır” eylemi, 1978’de 16 Mart Katliamı’nın ardından “faşizme ihtar eylemi” gibi etkin ve kitlesel politik hareketler de geliştirdi.

1976’dan itibaren 1 Mayıs’lar Taksim’de kutlanmaya başladı. Bu politik hareketlerle iç içe, işçi sınıfının ekonomik ve sendikal mücadelesi önemli kazanımlar getirdi. 1979 ve ‘80'de ortalama reel ücret en yüksek noktasına varmakla kalmamış, ücret/katma değer oranında da ciddi artışlar olmuştu.

Petrol krizinin tetiklemesiyle 1975’te derin bir ekonomik krize yuvarlanan dünya kapitalizmi yapısal bir dönüşüm geçirmeye başlamıştı. Devlet eliyle aktarılan kaynaklardan beslenen Türk burjuvazisi de aşırı kar oranlarının düşüşü ile karşı karşıya kaldı. Ekonominin ihracat öncelikli bir model olarak yapılandırılması, piyasanın serbestleştirilmesi, fiyat kontrollerinin kaldırılması, faizlerin yükseltilmesi devlet harcamalarının kısılması, dış borç ödemelerinin güvencelenmesi, devalüasyon yapılması, ücretlerin düşürülmesi, tarım ürünleri taban fiyatlarının indirilmesini içeren 24 Ocak kararları uygulamaya konuldu. 

24 Ocak kararlan Demirel hükümetinin imzasını taşıyordu. Ekim '79 ara seçimlerinde başarısızlığa uğrayan CHP'nin lideri Ecevit hükümetten çekilmiş, Demirel'in azınlık hükümeti kurulmuştu. Gelişen kitle hareketine karşı sivil faşist saldırılar, kontrgerilla cinayetleri ve polis terörü faşist Demirel hükümeti eliyle yoğunlaştırılmış bir şekilde uygulanıyor ancak devrimci kitle hareketi bastırılamıyordu. 

İÇ SAVAŞ YÖNTEMİ DEVREYE SOKULDU
Devrimci/sosyalist gelişmenin önünü kesmek amacıyla uygulanan ilk kapsamlı iç savaş yöntemi '77 1 Mayıs katliamı oldu. Bu andan itibaren, rejimin antifaşist halk kitlelerine ve devrimci güçlere saldırısı yeni bir niteliğe büründü.

Mahallelerde ve okullarda sivil faşist saldırılar ve silahlı çatışmalar hızla yayıldı. Artık faşist-antifaşist çatışması yaşanmayan, yaralanma veya ölümlerle anılmayan gün yoktu. '77 1 Mayıs'ını başka toplu katliamlar izledi: Beyazıt, Bahçelievler, Balgat, Piyangotepe...  Ardından ’78 Maraş Katliamı geldi. Maraş'taki faşist vahşet 13 ilde sıkıyönetime geçilmesinin gerekçesi yapıldı. 1980'de aynı faşist iç savaş tezgâhı bu defa Çorum'da kuruldu.

Sansasyonel faşist cinayetlerin devreye sokulması da gecikmedi. Öğretim üyeleri Bedrettin Cömert ve Cavit Orhan Tütengil, savcı Doğan Öz, Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, Milliyet başyazarı Abdi İpekçi, DİSK eski genel başkanı Kemal Türkler ve daha pek çok demokrat aydın katledildi. 

Ancak devlet-halk çelişkisi iyice keskinleşti. Türk ulusu iç siyasi bölünmeye uğradı ve faşist-antifaşist kamplaşması baskın hale geldi. Devrimci otoritenin kurulduğu pek çok mahalle, okul ve köy vardı. 1980 yılı başlarında TARİŞ işçi direnişi polise ve askeri birliklere karşı büyük bir çatışmaya, ardından da İzmir varoşlarında patlayan bir halk ayaklanmasına dönüştü.

12 Eylül'e doğru birkaç yıl boyunca yaşanan, yalnızca bir devrimci durum değil, aynı zamanda düşük yoğunluklu bir iç savaştı. Ordu, 1980 yılı içinde, bu düşük yoğunluklu iç savaş ortamında daha açıktan yer almaya başladı. İnciraltı katliamı veya Fatsa Nokta Harekatı gibi saldırılar doğrudan askeri birliklerce gerçekleştirildi. 

1980 yılının 11 Eylül’üne gelindiğinde Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya ABD gezisinden Türkiye'ye dönmüştü. ABD aynı tarihlerde Sovyetler'e karşı Afgan mücahitlerini örgütleyip silahlandırıyor ve Saddam'ı İran'a saldırtıyordu. Generaller 12 Eylül'de sahnenin önüne çıktıklarında, oyunun suflörü ABD'ydi.  12 Eylül günü ABD Milli Güvenlik Konseyi Türkiye Masası şefine haber verildi: “Your boys have done it.” (“Senin çocuklar başardı.“)

12 Eylül darbesi ile birlikte devlet, bütün gücünü beş orgenerali Milli Güvenlik Konseyi'nin diktatörlüğünde merkezileştirerek karşı saldırıya geçti. Yeni MGK, yasama ve yürütme yetkilerini kendinde topladı. '71 'de faşist bir revizyondan geçirilmiş olan '61 Anayasası'nın yırtıp attı. Artık her türlü faşist zorbalık yasasını çıkarmakta serbestti. '71 darbesinin yarım bıraktığı işi bitirmeye, devrimci hareketi uzun süre belini doğrultamayacak derecede ezmeye girişti.

Kenan Evren kendini ‘Devlet Başkanı' ilan etti, Parlamento ve hükümet feshedildi. Bülent Ulusu başbakanlığında MGK'ya bağlı bir hükümet atandı. Belediye başkanları görevden alındı ve yerlerine subaylar getirildi, belediye meclisleri  dağıtıldı. Polis, Jandarma Genel Komutanlığı'na bağlandı. Her yerde sıkıyönetim ilan edildi ve Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri kuruldu. Bütün siyasi partiler, Türk-İş hariç tüm sendikalar ve 20 binin üzerindeki dernek kapatıldı. Grevler ertelendi, gösteriler yasaklandı, basın sansürlendi. Faşist terör diktatörlüğü halkın üzerine karabasan gibi çöktü. İşkence, yargısız infaz, hapis, işten atma dalgası milyonların hayatını kuşattı. Diyarbakır Cezaevi'nde sembolleştiği üzere, Kürt halkının payına zulmün yine en katmerlisi düştü.

ANTİKOMÜNİST İDEOLOJİK TAARRUZ BAŞLADI

Darbeyle birlikte halk, korkunç bir antikomünist ideolojik taarruza maruz bırakıldı. Faşist generaller ve burjuvazi, yalnızca sosyalizmin yakın olduğu umudunu kırmak değil, işçi sınıfı ve tüm ezilenler nezdinde sosyalizm fikrini ve idealini de görmek istiyordu. İdeolojik şiddetin yoğunluğu her emekçini bilincini ele geçirmek, halka ve bilhassa gençliğe politika ve örgüt korkusu aşılayıp geniş kapsamlı bir depolitizasyonu başarmak içindi. 'Örgüt' kavramı bu saldırıların merkezinde durdu ve her türlü örgütlenme şeytanlaştırıldı.

12 Eylül resmi ideolojide tamirat amacıyla Türk-İslam sentezini canlandırdı. Milliyetçi ve bütünleştirici bir ideolojik hegemonya kurma ihtiyacıyla Atatürkçülük rehabilitasyona sokuldu. Türklük ve Müslümanlık, ağırlık birincide olmak kaydıyla, birbirine yapıştırıldı. Türk-İslam sentezi Aydınlar Ocağı'nın ürettiği bir ideolojik formdu. Bu faşist örgütün devletçi kadroları hem 24 Ocak kararlarının şekillenmesinde hem de '82 Anayasası'nın hazırlanmasında doğrudan yer aldılar.

Devlet eliyle onlarca yeni imam hatip lisesi ve devlet teşvikiyle binlerce kuran kursu açıldı. Zorunlu din dersi getirildi. Diyanet İşleri Başkanlığı büyük bir bütçeyle yeniden örgütlendi. Radikal İslami eğilimler tasfiye edilirken, 12 Eylül'e dolaylı veya dolaysız destek veren cemaatlerin önü açıldı. Öte yandan M. Kemal'in 100. doğum günü bir Atatürkçülük ayinine dönüştürüldü. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu kuruldu ve “milli kültür” politikasının uygulama merkezi oldu. İkinci bir tür din dersi, yani skolastik bir içerik taşıyan “Atatürk İlke ve İnkılapları” dersi üniversitelerde bile zorunlu kılındı. Tarihten coğrafyaya hemen her şeyin “milli”leştirilmesiyle, “milli kültür” fetişizmi son sınırına vardırıldı.

SERMAYE BİRİKİM MODELİ DEĞİŞTİRİLDİ
12 Eylül rejimi sermaye birikimi modelinde bir değişikliğin uygulayıcısı oldu. 24 Ocak ekonomi politikaları kaldığı yerden devam ettirdi. TÜSİAD, TOBB ve TİSK lobileri darbenin ekonomi politiğinin şekillenmesinde belirleyici rol oynadı. Vehbi Koç, MGK'ya mektubuna, “bu dönemde ekonominin selametle yürütülmesinin en önemli koşulu Özal'a görev verilmesidir” notunu eklemişti. Sabancı Holding'te ve MESS'te görev almış, son Demirel hükümetinde başbakanlık müsteşarı olmuş ve Devlet Planlama Teşkilatı'nın başına getirilmiş, 24 Ocak kararlarının mimarlığını yapmış olan Özal o tarihte bir IMF memuruydu. Tıpkı sonradan Kemal Derviş örneğinde yaşandığı gibi, 12 Eylül cuntacıları da ekonomiyi bir IMF memuruna teslim ettiler. Özal, böylece darbe hükümetinin Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı koltuğuna oturdu. Dünya kapitalizminin Reagan-Thatcher imzalı neoliberal politikaları Türkiye ekonomisine 12 Eylül faşist diktası altında ve Özal eliyle uyarlandı.
Ekonomide  yapısal dönüşüme geçiş, işçi sınıfı, emekçi köylülük ve diğer emekçi tabakalar açısından reel gelir kaybı ve toplumsal hizmetlerden yararlanma imkanlarının giderek daralması dernekti.

Askeri faşist rejim, grevleri yasaklamış, darbe işbirlikçisi Türk-İş dışındaki sendikaların kapısına kilit vurmuş, ücret uyuşmazlıkları için Yüksek Hakem Kurulu'nu yetkili kılmıştı. '82 Anayasası'yla grev ve toplu sözleşme hakkı en geri sınırlara itildi, işyeri eylemleri yasaklandı. Sendikal örgütlenme hakkı gasp edildi. Çeşitli sosyal haklar tırpanlandı. DİSK davasında yargılanan 1477 sendikacıdan 77'si için idam cezası istendi. 12 Eylül saldırısı DİSK'in mücadeleci sendikal iradesini kırdı; DİSK 1992'de yeniden açıldığında, “çağdaş sendikacılık ve toplumsal mutabakat anlayışı”nı ilke edinecekti.

Böylece faşist askeri zor, işgücünün disipline edilmesini ve bölüşüm ilişkilerinin sermaye lehine düzenlenmesini sağladı. Ortalama reel ücret 1980'den '88'e kadar üçte bir oranında azaltıldı. Ücret/katma değer oranı da aynı dönemde yarı yarıya düştü. 12 Eylül, sermaye birikimini hızlandırmanın yeni koşullarını böyle yarattı. 

12 Eylül, devlet yapısını tepeden tırnağa faşist bir temelde kurarak ve asıl devlet partisinin iktidar konumunu sağlamlaştırarak, 12 Mart’ın tamamlayamadığı işi sonuca bağladı. Tekelci burjuvazi, faşist diktatörlük aracılığıyla iktidarını yeniden ve sağlamlaştırarak kurdu. Askeri faşist diktatörlük devrimci tehlikeyi yok edip siyasi alanı düzleyerek rejim krizine son verdi. ’82 anayasasının ardından yapılan 1983 seçimleriyle yarı askeri faşist diktatörlüğe geçildi. Fakat o günden bugüne resmi anayasanın yanında generallerin imalatı olan “kırmızı kitap kodlu gayrı resmi bir anayasa da (MGSB) hiç eksik olmadı. O kırmızı kitap ki, uygulanması her gelen burjuva hükümet için mecburi tutuldu.