21 Kasım 2024 Perşembe

Zafer intifadanın olacak

Bir aydan beri Gazze'de süren ?Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü? yeni intifadanın başlangıcını oluşturdu. ABD'nin Büyükelçiliği Kudüs'e taşıdığı gün yediden yetmişe her yaştan Filistinli ayağa kalktı. Filistin, işgal karşıtı mücadelesinde yeni bir sürecin başladığını taş, sapan ve cüretli direnişle dünyaya ilan etti.
ABD emperyalizmi geçtiğimiz yıl Tel Aviv'deki İsrail Büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararı aldı. Bu kararı, ironik bir biçimde Nakba'nın yıl dönümünde uygulamaya geçirdi. Nakba, Filistinliler için “Felaket Günü” demektir. 1948 yılında Filistin topraklarının işgali yoluyla, Filistin halkı katliama uğratılarak, sürgün edilerek emperyalistler tarafından İsrail devleti kurduruldu. Amerikan tekellerinin en gaddar ve en saldırgan, faşist temsilcisi Trump, tam da Nakba'nın yıl dönümünde ABD Büyükelçiliğini Kudüs'e taşıdı ve büyükelçiliğin açılışını yaptı. ABD bu açılışla Ortadoğu'da yeni bir kanlı sürecin de perdesini açmış oldu. ABD Senatosunun “Kudüs'ün İsrail'in başkenti olduğu” yönünde aldığı karar, 1995 yılına dayanmaktadır. Bu kararı uygulamak da bölgeyi kan gölüne çevirmeye yeminli Trump'a düştü. 
 
İsrail siyonistleri, Nakba'nın yıl dönümü ve ABD'nin Büyükelçiliğini Kudüs'e taşıması karşısında yeni bir intifada başlatan Filistinliler üzerine kurşun yağdırarak 61 kişiyi katletti, 3 bine yakın kişi yaralandı. Bu kanlı açılış, artık Filistin sorununun ABD ve siyonistlerle uzlaşma zemininde çözülemeyeceği gerçeğini bir kez daha gösterdi. Aynı zamanda uzun süredir tabutta bekleyen Oslo'ya son çiviyi de çakmış oldu. 
 
Oysa Kudüs, Filistin'i Yahudi ve Arap devletlerine bölen 1947 BM paylaşım planına göre, her iki devlete de ait olmayan bir açık şehir statüsündedir. Bu karara göre, Kudüs uluslararası hukuka tabi bir şehir olarak tanımlanır. İsrail'in tek taraflı ilanı üzerine patlak veren 1948 Savaşı'nda, Batı Kudüs İsrail'in, Doğu Kudüs Ürdün'ün elinde kalmıştır. 1967 Savaşı'nda ise Doğu Kudüs de İsrail tarafından işgal edilmiştir. 1967 Savaşı'nda İsrail'in işgal ettiği topraklar BM tarafından hiçbir zaman İsrail toprağı olarak tanınmamıştır. BM Güvenlik Konseyi'nin 242 sayılı kararında İsrail'in Kudüs'ü işgali “yok hükmünde” ilan edilir ve 1967'de işgal ettiği topraklarda yapacağı yerleşimler “yasadışı” sayılır. 
 
ABD'nin Kudüs'ü siyonistlerin başkenti yapma kararı, ABD-İsrail ilişkileri kadar bölgede sürmekte olan dolaylı emperyalist paylaşım savaşı ile bağlantılıdır. Nitekim geçtiğimiz yıl Trump'ın şaşalı Suudi Arabistan ziyareti ABD politikalarının yeniden şekillendiği bir döneme denk düştü. İran'a, Hizbullah'a ve Suriye'ye karşı yeni şer eksenini burada ilan etti. Ortadoğu'da ABD'nin nefes alışlarını ve nabız atışlarını İsrail üzerinden ölçebiliriz. Bu ziyaretle birlikte İsrail, Lübnan ve Suriye üzerindeki saldırılarını artırdı. ABD, Suriye'de IŞİD'in türevi örgütleri yeniden tahkim etti. ABD, Suudi yönetimini yeni dönem politikalarına uygun olarak şekillendirdi. Suudi-Katar ekseni yerine, Suudi-Mısır-BAE ekseni oluşturdu. İran'la daha önce imzaladığı nükleer anlaşmadan çekildi.
 
Siyonistlerin Filistin katliamını bu gelişmelerle birlikte ele almak gerekir. 
 
Bir aydan beri Gazze'de süren “Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü” yeni intifadanın başlangıcını oluşturdu. ABD'nin Büyükelçiliği Kudüs'e taşıdığı gün yediden yetmişe her yaştan Filistinli ayağa kalktı. Filistin, işgal karşıtı mücadelesinde yeni bir sürecin başladığını taş, sapan ve cüretli direnişle dünyaya ilan etti. 
 
Emperyalist ülkeler, Filistin'de siyonist katliamı kendi çıkarlarına göre ve emperyalist rekabetin penceresinden bakarak gördü. Kuşku yok ki, AB ve diğer emperyalistlerin ABD'nin Kudüs kararına ve bu katliama karşı çıkışı timsah gözyaşlarıdır. İsrail sadece ABD emperyalistlerinin değil aynı zamanda Almanya, İngiltere, Fransa ve diğer emperyalist devletlerin de desteğine sahiptir. Bölgede Arap işbirlikçi yönetimler de katliamın suç ortağıdır. Sözde açıklamalar ihanet ve işbirliğinin görülmesini engellemeye yarayan perde işlevi görmektedir.
Bu konuda kimse AKP ve Saray iktidarının eline su dökemez elbette. AKP, bir yandan İsrail'le stratejik işbirliği anlaşmasını sürdürüyor, ortak askeri tatbikatlar, silah alımı yapıyor, diğer yandan ticaret hacmini büyüterek katlıyor. Filistin topraklarından çıkan doğalgazın İsrail'le birlikte Avrupa'ya taşınması anlaşması yapıyor. Kısaca AKP, dün “One munite” dediğinde bile İsrail'le siyasi, diplomatik, ekonomik, askeri ilişkilerini sürdürdü. Mavi Marmara katliamı örneğinde olduğu gibi “Giderken bana mı danıştınız” diyerek, Filistin davasını 20 milyon dolara satmakta beis görmedi. 
 
Şimdi ise seçimlere denk gelen İsrail katliamı AKP ve Saray için bulunmaz nimete dönüşüyor. Seçimlerde İslami duyarlılığı kullanarak oy devşirmenin aracı haline getiriyor. Oysa Filistinlilerin çektiği acılar, yerlerinden yurtlarından edilmesi, sürgünde yaşamak zorunda bırakılması, topraklarının işgal edilmesi AKP ve Sarayın umurunda değil. Tamamen çıkar ilişkisine dayalıdır. Sahte gözyaşları ile halkın Filistin davasına olan duyarlılığını istismar ederek kitle tabanını konsolide etmenin fırsatına dönüştürüyor. Oysa AKP Filistin'i çoktan satmıştı. Siyonistler oluk oluk Filistin kanı döküyor, AKP ise iç politikada kendi iktidarını sürdürmek için menba suyuna çeviriyor.
 
Erdoğan'ın İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile sürdürdüğü polemik tam da halk arasında, “Tencere dibin kara seninki benden kara” sözüne uygundur. Erdoğan,"Netanyahu, savunmasız bir halkın topraklarını BM kararlarını ihlal ederek 60 yıldan fazladır işgal altında tutan ırkçı devletin başbakanıdır. Netanyahu'nun elinde Filistinlilerin kanı vardır ve bunu Türkiye'ye saldırarak saklayamaz. İnsanlık dersi istersen 10 Emir'i oku" dedi. Netanyahu ise “Erdoğan, Hamas’ın hiç kuşkusuz en büyük destekçileri arasında ve terörizm ile katliamı iyi bildiğine kuşku yok. Bize ahlak dersi veremez” diye cevap verdi. Dolayısıyla bir birlerine ders veremeyecek durumdalar. Çünkü, “Kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yapın” diyen Erdoğan, Kürdistan'da yaşanan katliamların sorumlusudur. Netanyahu Filistin halkının kanı ile besleniyorsa ve Filistin topraklarını işgal etmişlerse, Erdoğan da Efrin başta gelmek üzere Kürdistan'ın işgalinin sürdürücüsü, kanlı politikanın sorumlusudur. Hala Efrin işgaline karşı çıkanları vatan haini ve terörist olarak damgalayan ve tutuklayan Erdoğan'ın kim daha katil tartışmasında faşist Netanyahu'ya söylediklerinin inandırıcılığı yoktur.
 
AKP iktidarı inandırıcı olacaksa; İsrail ile Türkiye arasında imzalanan stratejik işbirliği anlaşması başta gelmek üzere ABD ve İsrail ile bütün askeri antlaşmalar derhal iptal edilmelidir. İsrail ile tank ve silah modernizasyonuna dair bütün antlaşmalara son verilmeli, ekonomik ilişkiler, doğalgaz anlaşması iptal edilmelidir. Konsolosluk ve büyükelçilerin geri çağrılması yerine diplomatik ilişkiler tümden kesilmelidir. Filistin halkının çıkarı bunu gerektirmektedir. Bunu yapmak yerine, “yarın yeniden ilişkileri sürdürürüz” yaklaşımı ucuz politikadan öteye geçmez. AKP, devlet mitingi yaparak seçimlere oy devşirme peşinde, Filistin halkı özgürlük ve bağımsızlık derdinde. 
 
Gerçekte ise Türkiye'de AKP ve devletçi İslamcıların Filistin davasına karşı yaklaşımı sahtedir. Eğer öyle olmasaydı, daha dün HDP'nin sorunu Meclis'te görüşülmesi önergesini reddetmezlerdi. 
 
Türkiye ve Kürdistan halkları tüm bunların bilincinde olarak dün Denizlerin yaptığı gibi Filistin direnişçileriyle omuz omuza savaşma geleneğini sahipleniyor, sokaklarda siyonist katliamı lanetliyor.
 
Dünyanın her yerinde de Filistin dostları “Boykot, Yaptırım, İlişkilerin Kesilmesi” sloganlarıyla sokaklara çıkıyor. Arap halkları, Filistin için kitlesel dayanışma hareketleri geliştiriyor. Filistin sorununun çözümü bölge halkları arasında dayanışma ve eylem birliğinin geliştirilmesinden geçmektedir. Ortadoğu halklarının kaderi giderek daha fazla birbirine bağlanmıştır. Türkiye Kürdistan devrimi ile Filistin devrimi arasındaki ilişki ve koordinasyon artık halklarımızın ortak geleceği için kaçınılmaz hale gelmiştir. Ortadoğu devriminin birleşik bir kulvara doğru yol alması ortak kurtuluşun da yolunu döşeyecektir. Halklar arasında dayanışma ve işbirliğinin geliştirilmesi için Türk, Kürt, Arap halklarının bir birinin davalarını sahiplenmesi zorunludur.
 
Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin bölgeden kovulması, İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve demokratik bir Ortadoğu'nun yaratılması, Filistin halkının özgürlüğünün yolunu açacaktır. Zafer, birleşen ve direnen Filistin halkının ve intifada çocuklarının olacaktır.