Yaşam Uzun yazdı | İklim Krizinden Ne Anlıyoruz
Dahası yine emperyalist olsun ya da olmasın her bir ülkede bu felaketler, işçi sınıfı ve ezilenleri önce ve daha derinden vurur. İklim felaketleri daha esnek ve acımasız emek rejimleri için işçi sınıfının kolektif hareket kabiliyetinin de altını oyan sonuçlar doğurur. Ülkeler arası ve sınıflar arası bu boyutlarıyla iklim krizinin beslediği toplumsal adaletsizlik kapitalizmin olağan işleyişinin sonuçlarıdır ve o coğrafyaya bağlı "nesnel" adaletsizlikle her bir ülkede, bölgede farklı biçimlerde örtüşür.
Son 25-30 yılın üzerine belki de en çok söz tüketilen ve felaketlerle giderek kendini dayatarak gündemin tepesinden hiç inmeyen konusu küresel iklim değişikliği. Bu hafta aşırı hava olayı yaşandı mı diye bakmamıza bile gerek dahi yok artık konuyu önümüze çekmek için. Konuyla son yıllarda aşırı iklim olayları, iklim mültecileri, kuraklık ve kıtlık gibi gündemler üzerinden ilgilenmeye başlayanlar; ekoloji hareketindeki ya da emekçi solun konuyla daha önceden ilgilenmeye başlayan kesimlerindeki tartışmalarda bazı argümanları, bilimsel verileri bağlamına oturtmakta zorlanabilirler. Burada kısa bir özetle bazı başlıkları sadece açmakla yetineceğiz.
Küresel iklim değişikliği ya da daha yaygınca iklim krizi, esasen dünya atmosferinde yaklaşık son 200 yıldır sera gazlarının artışına bağlı olarak yaşanan ısınmanın neden olduğu iklim sistemindeki değişikliklerdir. Yani aslında küresel ısınma ve iklim değişikliği ifadeleri meselenin kendisini daha doğrudan anlatıyor. Ancak iklim sistemlerindeki bu hızlı değişikliğin bir kriz olarak tanımlanması onun toplumsal boyutunu içeriyor ve bu boyut olmadan tartışmanın politik açıdan bir anlamı olmayacaktır.
Yine, sıcaklık ortalamalarının artıyor olması aşırı soğuk havaların yaşanmasıyla çelişen bir durum değil. Aksine daha sıcak bir atmosfer daha az istikrarlıdır ve aşırı hava olaylarına daha yatkındır. Bu aşırı hava olayları, görülmemiş soğuk hava dalgalarını, kar fırtınalarını, yağış miktarlarını da içerir. İklim krizinin dünyanın farklı coğrafyalarında farklı sonuçlarının olması onun "nesnel" adaletsiz dağılımını ifade eder. Emperyalist olsun ya da olmasın hiçbir ülkenin gereken önlemleri almaması ve yeni duruma uyum sağlamaya yönelmemesi elbette her aşırı hava olayının birer felakete dönüşmesine yol açar. Ancak emperyalist ülkeler, hem altyapılarının dayanıklılığı hem de sermaye birikimleriyle felaketin mali sonuçlarını karşılayabilme güçleriyle iklim felaketlerinden daha hızlı toparlanabilirken mali-ekonomik sömürgeler ve diğer bağımlı ülkeler sonsuz bir yeniden inşa, toparlanma ve iklim felaketlerine uyum döngüsü içine sıkışırlar. Dahası yine emperyalist olsun ya da olmasın her bir ülkede bu felaketler, işçi sınıfı ve ezilenleri önce ve daha derinden vurur. İklim felaketleri daha esnek ve acımasız emek rejimleri için işçi sınıfının kolektif hareket kabiliyetinin de altını oyan sonuçlar doğurur. Ülkeler arası ve sınıflar arası bu boyutlarıyla iklim krizinin beslediği toplumsal adaletsizlik kapitalizmin olağan işleyişinin sonuçlarıdır ve o coğrafyaya bağlı "nesnel" adaletsizlikle her bir ülkede, bölgede farklı biçimlerde örtüşür.
Bu nedenle ana akım iklim hareketini oluşturan reformist eylem gruplarında son yıllarda yaygın söylemlerden biri haline gelen "iklim adaleti"nin somut talepleri eğer sınıf hareketinin talepleri haline getirilecekse tüm bu boyutlar hesaba katılarak içeriklendirilmelidir. Bir diğer yaygın yanlış anlayış: "İklim zaten hep değişiyor, bu doğal bir süreçtir." Bu kesinlikle bilimsel bir argüman değildir.
Günümüzdeki iklim değişikliği gezegenin geçmişindeki diğer iklim değişikliklerinden farklıdır. Jeolojik çağları insanlarla bağı içinde kısaca ele alalım. Yaklaşık 200-250 bin yıldır evrimleşen Homo sapiens Holosen öncesinde Afrika'dan çıkıp dünyaya düzensiz bir şekilde yayılmıştı ama sayıları tüm dünyada en fazla 1-2 milyonu buluyordu. Son buzul çağının 12 bin yıl önce sona ermesiyle ise uygarlığın gelişebileceği koşulların oluştuğu Holosen'e giriş yaptık. İklimin istikrarlı olduğu bu çağda yerleşik hayat ve tarım ortaya çıkabildi. Ormanların kesilip yakılarak tarıma açılmasıyla birlikte atmosferdeki karbondioksit oranı artsa da, ki bu bugüne oranla oldukça küçük bir emisyon düzeyi, aynı dönemde havaya salınan sülfat benzeri aeroseller ısınma ve soğuma arasında bir denge yaratabildi.
Holosen öncesinde, yaklaşık 130 bin yıl önce, Holosen'den 1 derece kadar daha sıcak olan Eymiyan adında bir ılıman dönem daha yaşandı, ancak o dönemde henüz Homo sapiens Doğu Afrika savanalarıyla sınırlı bir yaşam alanına sahipti. Son 2,5 milyon yıldaki buzul çağı döngülerinde iklim birçok kez değişti ama bunların çoğunda insanlar henüz ortada yoktu, olan hominidler (insansılar) ise yok oldu.
Kambriyen sonrası dönem, yani son 542 milyon yılda, bitki ve hayvanların artık her köşesine yayılmış olduğu dünya, 450 ve 350 milyon yıl önceki iki buzul dönemi hariç, çok büyük oranda hep Holosen'den daha sıcaktı. Fosil kayıtların daha çok olması nedeniyle daha iyi incelenebilen, türlerin son kitlesel yok oluşundan sonra başlayan son 251 milyon yılda sıcaklıklar özellikle daha yüksekti. Kıtalar bugünkü yerlerinde değildi, Antarktika'nın buzullaşması ancak 30 milyon yıl kadar önce başladı. 56 milyon yıl önce Termal Maksimum denen dönemde sıcaklıklar Holosen'e göre 12 derece daha sıcaktı. Bu dönemlerde insanlar zaten yaşayamazdı ya da sadece belirli coğrafyalarda farklı şekillerde
yaşayabilirlerdi.
Diğer yandan bu önceki iklim değişiklikleri dev volkanik patlamalar, meteor çarpması, buzullaşmaların albedo etkisi, dev bitkilerin ölümüyle hızlı kömürleşme, kıtaların kayması sonucu etkilenen atmosferik sistemler, dünyanın diğer gezegenlerle etkileşimi sonucu yörüngesindeki değişiklikler, güneşten gelen enerjideki değişiklikler gibi nedenlerle bir sürece yayılarak, belki de binlerce yıl içinde gerçekleşirken günceldeki değişim bunlardan onlarca kat daha hızlı gerçekleşiyor. Sadece bu yüzyıl içinde 6 derecelik bir sıcaklık artışı yaşanması olasılıklar içinde. Bu da dinozorların yaşadığı 65 milyon yıl önceki 6-8 derece daha sıcak atmosfer koşullarının ortaya çıkacağı anlamına geliyor.
Dolayısıyla bugünkü iklim değişikliği açısından bu örneklerin güncel durumla bir ilgisi yok ve bunu doğal bir olgu olarak açıklayanların bilinçli bir şekilde manipülasyon yaptıkları açıkça teşhir edilmeli. 19. yüzyılın ortalarındaki Sanayi Devriminin ardından 1940'lara kadar olan sürede yeryüzündeki yıllık sıcaklık ortalaması yaklaşık 0,2-0,3 derece arttı. 1940'lardan 70'lere kadar olan dönemde ise karbondioksitin yanında hava kirletici olarak salınan kükürt ve azot bileşikleri bir yandan milyonlarca kişinin ölümüne neden olurken diğer yandan da aerosol olarak soğutucu özelliğiyle ısınmayı bir süre dengeledi. 1970'lerin ardından bu kirleticilerdeki azalma, Batı emperyalistleri dışındaki diğer bölgelerin de hızla sanayileşmesi ve ardından emperyalist küreselleşmeyle birlikte ısınma baskın geldi ve sıcaklık artışı son 10 yıl ortalamasında 1,1 dereceyi buldu. 2030'lara gelindiğinde meşhur 1,5 derecenin aşıldığını göreceğiz. Bu artık kaçınılmaz. 2050'ye kadar ise 2 derecenin aşılma ihtimali bulunuyor.
İşte bugünkü iklim eylemleri sera gazı salımlarını ne kadar erken ve ne kadar çok kısabilirsek ısınmayı o kadar erken bir noktada durdurabileceğimize odaklanıyor. Ancak bu süreçte yeni geri besleme mekanizmalarıyla sıcaklık artışının kontrolden çıkması daha büyük bir olasılık olarak görünüyor. Kuzey Kutup denizindeki, Alpler ve Himalayalar gibi yüksek dağlardaki buzulların yaz döneminde tamamen erimesiyle albedo etkisinin ortadan kalkması, Kuzey Kutbu çevresindeki donmuş toprakların çözülmesiyle ve deniz tabanının ısınmasıyla büyük miktarda metan, metan hidratlar ve karbondioksit salınması, asitlenen ve ısınan okyanuslardaki mercan resiflerinin yok olması gibi geri besleme mekanizmaları bu süreci hızlandıracak faktörler.
Bunlar aynı zamanda deniz seviyesinin bugünden daha hızlı yükseleceği, deniz seviyesindeki bölgelerin, kimi adaların sular altında kalacağı, balıkçılığa dayalı ekonomilerin çökeceği anlamına geliyor. Yine, Akdeniz Havzası ve Orta Doğu'da kuraklığın artacağı, Afrika'da susuzluk ve kıtlığın yayılacağı, aylar süren orman yangınlarının meydana geleceği koşullar oluşacağı anlamına da. Bunlarla ilgili telafi ve uyum adımları ayrıca bir pozitif geri besleme mekanizması olarak işlev görecektir. Ekosistemlerdeki tüm bu değişimlerin başka ne gibi sonuçlar doğuracağı elbette belirsiz.
Tüm bunlar 25-30 yıl içinde yaşanacak gerçekler. Dünyanın her bir noktasında farklı ama birleşik yaşanacak bu süreç sınıf mücadelelerinin, bu yeni olgularla güncellenen faşizme karşı mücadelenin gerçekleşeceği zemin. İşçi sınıfı ve ezilenlerin sermaye düzenine karşı mücadelesi bu nedenle günlük yaşamın yeni iklim ve doğa koşullarına göre şekillendirilmesini de içererek gelişecektir. Şubat depremlerinin yaşandığı bölgedeki halkın hangi politik araçlarla sesini duyurmaya çalıştığı buna benzer bir durumdu. Gelişen kendiliğinden bilincin devrimcileşmesi için günbegün yaşanan bu değişimi takip etmek ve buna uygun hareket planları oluşturmak da dönemin öncülerinin özgün görevleri arasında olacaktır.