Yaşam Uzun yazdı | Aşı ile normale dönülür mü?
Dünyadaki tüm insanları aşılamanın maliyeti, salgının ekonomide yaratacağı söylenen trilyonlarca dolarlık zararın yüzde 1'inin bile altında olmasına rağmen adeta bir tür aşı milliyetçiliği ile şirketlerin karlarını katlaması ise yine gizlenmeye çalışıldı. Aşıya dair her gelişme ile borsa değeri artan BionTech şirketinin örneğin bu süreçte hisse değeri 20 milyar doları aştı. Salgın dönemlerinde ilaç tekellerinin bu acımasız açgözlülüğüyle sağlık hizmetinin metalaşması bir tür insanlık suçuna dönüştü.
Burjuva Türk devleti, salgından önceki dönemde içine girilen ekonomik kriz koşulları altında sürecin başından itibaren "sürü bağışıklığı" stratejisini izleyerek salgını fırsata çevirmek için elinden geleni yaptı. Açıklanan günlük salgın verileri başından beri inandırıcılıktan uzak ve yalandı. İnsanların gözden çıkarılmasının normalleştirilmesi anlamına gelen "yeni normal"de hastalara doğru düzgün ilaç sağlanamazken Arnavutluk'tan Türkiye'ye tedaviye gelen zenginlerin 6,7 milyon Avro harcaması bu fırsatçı bakışın "sağlık turizmi" adı altındaki görünümü oldu.[1] İSİG Meclisinin açıklamalarına göre 8 ayda en az 368 işçi Covid-19'dan hayatını kaybetti. Üstü örtük ekonomi işleyişindeki gibi Covid-19 testlerinin de kime yapıldığı bilinmiyor, başta sağlık emekçileri, her sektörde işçiler tükenmişlik içinde açlık ve hastalık ikilemine itilmiş durumda. ABD başkanı dahil en tepeden siyasiler ve kapitalistler salgına yakalansa da tedavi sürecindeki sınıfsal ayrımcılık ve adaletsizlik adeta kapitalist toplumdaki bireysel rekabetin bir parçası gibi olağan kabul edildi.
Alınmayan önlemlerle sağlık sistemi çökmüş olsa da bunun çarkların ne olursa olsun dönmesi gerektiği sermaye bakış açısının yanında istenen bir çöküş olduğunu ise Sungkyunkwan Üniversitesi'nden Gökçe Başbuğ'un, "Salgınla mücadelede en etkili olan yöntem bağlantı takibidir... Batılı kapitalist ülkelerin bağlantı takibini etkili bir şekilde hayata geçirmeyip maske-mesafe ve aşı-ilacı öne çıkarması bilinçli bir tercihtir... Bu sistem maske-mesafeyi vurgulayarak sorumluluğu bireylere atar, aşı-ilacı öne çıkararak bir yandan halka umut dağıtır, diğer yandan azami karı hedefler. Çünkü bağlantı takibi yöntemi kar getirici bir yöntem değildir."[2] sözleriyle ifade ettiği üzere ilaç tekellerinin salgın sürecinde öne çıkan rollerinden anlayabiliriz.
Aşı ve ilaç beklentisi, dev ilaç tekellerinin ve onların üssü olan ulus devletlerin arasındaki kapitalist rekâbetin bir parçası olarak salgının başından itibaren Bill Gates'in herkese çip takmak istediği gibi komplo teorilerinin, yeni biyolojik saldırı ve hastalıkların konusu oldu. Şirketlerin deneme aşamalarına dair her detay gereksiz bir bilgi olarak salgın gündemine sokuldu. Ancak aşıların güvenilirliğini ileride sorgulatacak şekilde, kürkü için endüstriyel tesislerde hapsedilen vizonlara mutasyona uğramış virüsün bulaşması ile milyonlarca hayvan toplu bir katliama uğradı. Aşının salgınları önlemede kesin bir çözüm olmadığının bir ön gösterimi oldu. Eksi 70 derecede saklanıp uygun uçak ve kara yolu araçlarıyla taşınması gereken aşıların kitlesel üretimi ve dağıtımı için altyapıyı sağlamak ve finanse etmek ise ancak buna gücü yeten ülkelerin öncelikle altından kalkacağı bir "piyasa". Hakimiyeti elinde bulunduran AB ülkeleri ve ABD'nin daha "piyasa"ya çıkmamış aşının alım sözleşmeleri yapması ancak başta Afrika'dakiler olmak üzere geri kalan ülkeler için belirsizliğin sürmesi bu kirli rekabetin üzerinde geliştiği derin eşitsizlik uçurumunu gösteriyor. Ülkeler arasındaki derin eşitsizlik, aşıda öncelikli olanların dahi güvende olmasının önünde bir engel. Zira, küresel meta zinciriyle salgının nasıl hızlı yayıldığı deneyimlendi.
DSÖ'ye göre 100'den fazla aşı adayından henüz sadece bir kısmı insanlarda deneme aşamasına ulaşabildi. Bunlardan ABD menşeli Pfizer ve Almanya menşeli BionTech ortaklığının geliştirdiği iki dozda uygulanan aşı için ABD Gıda ve İlaç Dairesi'ne (FDA) lisans başvurusu yapıldı. FDA'nın, %90 etkili olduğu söylenen aşı için 10 Aralık'taki toplantıda olur kararı vermesi beklenirken şirket yıl sonuna kadar 50 milyon doz üretim yapacağını açıkladı. AB, bu dev tekel ile 300 milyon doz karşılığında (100 milyon dozu Almanya'nın) 4,65 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladı. Aşı başına maliyetin 31 Avroya denk geldiği açıklandı. Diğer öne çıkan şirketlerden Moderna da şimdiden ön sipariş satışlarını yaptı. Oxford Üniversitesi ve Astra Zeneca ise Noel'e kadar lisans başvurusu yapacaklarını açıkladılar.
ABD ve İngiltere'de 11 Aralık'tan, İspanya ve Almanya'da Ocak ayından itibaren riskli grup aşılamaları başlayacak. Türkiye ise Sağlık Bakanı'nın açıklamalarına göre Pfizer/BionTech'ten ilk aşamada 1 milyon doz aşı almak için sözleşme imzalayacak ve 2021 yılında bu 25 milyon doza kadar çıkacak. Son faz çalışmaları Türkiye'deki denekler üzerinde süren Çin menşeli Sinovac firmasının aşısı için de sipariş verilecek. Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala'ya göre Covid-19'a karşı aşı ile toplum bağışıklığının oluşabilmesi için nüfusun en az yüzde 67'sinin aşılanması yani bu hesapla Türkiye'de yaklaşık 40-50 milyon kişinin aşı olması gerekiyor.
Sınır Tanımayan Doktorlar (STD) örgütü 11 Kasım'da yaptığı açıklamada "Benzeri görülmemiş düzeyde kamu finansmanına rağmen, COVID-19 aşıları geliştirmek için yarışan bir dizi başka şirket için yapılan diğer lisans anlaşmaları da gizli tutuluyor" derken, ABD'de 6 aşı adayı çalışma için Astra Zeneca/Oxford, Johnson&Johnson/BiologicalE, Pfizer/BionTech, GlaxoSmithKline/Sanofi Pasteur, Moderna/Lonza ve Novavax şirketlerine 12 milyar dolar ödeme yapıldığını açıkladı. Örgüt açıklamasında Pfizer ve Johnson&Johnson gibi iki büyük ilaç tekelinin bu kadar büyük sübvansiyona rağmen ürünlerinin yalnızca 5'te 1'inin kendi Ar-Ge laboratuvarlarında üretildiğine, geri kalanın ise diğer küçük şirketlerin satın alınıp yutulmasıyla piyasaya sürüldüğüne dikkat çekti.[3] Halkın vergisiyle finanse edilen şirketler, aşıları patentledikleri gibi araştırma sürecindeki hiçbir aşamada şeffaf davranmayarak maliyetleri gizliyorlar. Ve şimdi son ürün için bir kez daha kamu bütçesine göz dikecekler.
Dünyadaki tüm insanları aşılamanın maliyeti, salgının ekonomide yaratacağı söylenen trilyonlarca dolarlık zararın yüzde 1'inin bile altında olmasına rağmen adeta bir tür aşı milliyetçiliği ile şirketlerin karlarını katlaması ise yine gizlenmeye çalışıldı. Aşıya dair her gelişme ile borsa değeri artan BionTech şirketinin örneğin bu süreçte hisse değeri 20 milyar doları aştı.[4] Salgın dönemlerinde ilaç tekellerinin bu acımasız açgözlülüğüyle sağlık hizmetinin metalaşması bir tür insanlık suçuna dönüştü.
Burjuva hukukunda özel mülkiyet olan bu tür buluşların piyasa değerini koruyan yasal kılıf olan patentler ilaç sektöründe daha acımasız bir rol oynuyor. İlaç molekülünün keşfinden itibaren 20 yıl koruma sağlayan patent, ilacın piyasa aşamasına gelmesi 15 yıl kadar sürdüğü için şirketlerin karını ancak 5-8 yıl garanti edebiliyor. DTÖ'ye üye ülkeler arasında imzalanan TRIPS (Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması) gereğince insan hayatını görmezden gelen bu süreç HIV/AIDS ilaçlarında yaşanmıştı. Özellikle Sahra Altı Afrikası'nda yaşanan insani kriz sonrası bu ilaçlara özel bir üretim izni çıkarılmıştı. Ekim ayında Güney Afrika ve Hindistan'ın DTÖ'ye yaptığı başvuru ile tıpkı 2001'deki HIV salgınının zirve yaptığı dönemde verilen gibi bir feragatin sağlanması için çalışma yürüttüklerini açıklayan STD İlaca Erişim Kampanyası eş-direktörü Dr. Sidney Wong, Covid-19 bağlantılı tüm teknoloji ve ilaçların fikri mülkiyet engellerinden bağımsız olması gerektiğini vurgularken bunların küresel kamu malı ilan edilmesi çağrısı yaptı.
Türk Eczacıları Birliği'nin sıraladığı taleplerden olan "aşılar ve Covid'de kullanılan tüm ilaçlar her koşulda, herkes için kamu tarafından ücretsiz bir şekilde sağlanmalıdır. Aşı ülkelerin ekonomik durumlarına göre fiyatlandırılmalı, üreticiler tarafından yoksul ülkelere ücretsiz olarak sağlanmalıdır." talepleri ile HDP Sağlık ve Sosyal Politikalar Komisyonu'nun aşının kamu bütçesi yerine özel bir servet vergisi ile finanse edilmesi halkçı talepleri ise Covid-19 krizinin yeni toplumsal mücadele gündemleriyle süreceğini gösteriyor.
Elbette aşıya erişim temel bir insan hakkı ve sağlığı rehin alan şirketler bu hakkı gasp ediyorlar. Bir umut gibi sunulan aşının dünyanın dört bir yanına hızla dağıtılması ve uygulanması sağlanmadıkça önemi ve anlamı o kadar büyük olmayacak. Fiili OHAL'e dönüştürülen salgın önlemleri ile Dardanel ve Vestel'deki kapalı devre zorla çalışmanın tüm ülkeye yayıldığı koşullarda adeta bir çalışma kampına dönüşen ülkede reform söylemi ile göz kırpılan emperyalist tekellere işçilere daha çok saldırılacağının sözü verilmişti. Verilerdeki sahtecilikten, bilimsellikten uzak halkı suçlayıcı dile, kendi hastane "zinciri"nde daha pahalı test skandalından maske-dezenfektanın dağıtılamamasına aynı kar aklının hakim olduğu Sağlık Bakanlığı'nın damat bakan gibi istifasının yakın olduğu söylenebilir ve belki de aşı sürecinde yaşanacak skandallar bunun habercisi olabilir.
1- https://www.devrimgazete.com/arnavut-zenginler-turkiyede-tedavi-oluyor-zenginler-orada-iyilesiyor-geri-kalanimiz-burada-oluyor/
2- https://www.gazeteduvar.com.tr/bati-kapitalizmi-ve-pek-karli-salgin-yonetimi-haber-1504953
3- http://sinirtanimayandoktorlar.org/guncel/msf-hukumetler-ilac-sirketlerinden-covid-19-asi-lisans-anlasmalarinin-kamuya-acik-olmasini-talep-etmeli/
4- https://yenihayat.de/2020/11/20/korona-asisi-kar-patent-ve-goecmenlik-hali/