Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Devrimcilik mesleği
Örgütlü mücadele, mesleği devrimcilik olan kişilerin öncülüğünde yürütülür. Tarihe müdahale etmenin, tekerleği hızlandırmanın büyük esinlendiricisi Lenin "Ne Yapmalı?" adlı her dönem için vazgeçilmez kitabında, bir meslekten devrimciler örgütünün nasıl olması gerektiğini anlatır. Ve orada söylenenleri düstur edinmek görevimizdir. Profesyonellik, katılımcılık, kararlılık, disiplin, ilkelilik, verilen işi eksiksiz yapmak, örgüt iradesine uymak olmazsa olmaz ilkelerdir kuşkusuz.
"Bir insan bir dünya kurmak için yola çıkınca/ ilkin kendinden başlar işe, yüreğindeki inançtan./ Çünkü oradadır yaratma isteği ve hızı ve gücü/ Önce yüreğinde bulur kuracağı dünyayı insan,/sonra başlar insanda akıl bir yol aramaya,/ Yeryüzüne bakar, ormanlara, ırmaklara bereketli toprağa/ arar orada gereken şeyleri ve bulur."
Mesleği devrimcilik olanlar bir dünya kurmak için yola çıkanlardır. Ve elbette ilkin kendilerinden başlamaları gerekir işe. Son zamanlarda tüm devrimci sosyalist basına bir göz attığımızda, hepsinin "işe kendinden başlamanın" yolları ve yöntemleri üstünde durduklarını görüyoruz. Bütün sol dergiler, militan devrimcilik, meslekten devrimcilik, yeni insan, kurtuluşçu kişilik, devrimci ahlak üstüne art arda yazılar yayınlamaktadırlar. Görece bir durgunluk döneminin ipuçlarıdır bu. Sorunun ne kadar can alıcı hale geldiğinin de açık bir göstergesi aynı zamanda.
İnsanlığın yeni bir karanlıklar çağına girmekte olduğu, yaşadığımız dönemin yeni bir Ortaçağ'dan başka bir şey olmadığı söylenmekte sık sık. "Hem ilerlemeyi hem de düzeni birer ilke şeklinde ortaya koyarak üç yüzyıldan fazla hüküm sürmüş bir dönem sona eriyor" diyor, Fransız düşünür Alain Mine. Ondan yana olanlar ve ona karşı olanlar sosyalizmin çözülüşünün insanlığı yeni bir Ortaçağ'a sürüklediği konusunda hemfikir görünüyorlar. "Komünizmin ölümünden, böyle büyük bir zelzeleden hiç kimse yara bere almadan kurtulamazdı. Komünizm sonrası ne piyasa ekonomisinin tartışılmaz zaferi ne ulusların intikamı ne de varsayımsal Amerikan egemenliği şeklinde özetlenebilir. Hakim olan tek bir sonuç yoktur. Bunların hepsi doğrudur ve hepsi de yanlıştır. İşte bizi yeni bir Ortaçağ'a geri götüren de bir bakıma bu postkomünist dünyanın kurucu ilkesini keşfedememe yeteneksizliğidir." Bu düşünceler "Yeni Ortaçağ" adlı kitabın girişinde yer alıyor. Yazar elbette bir antikomünist ve serbest piyasacı. Ancak sosyalizmin çözülüşünün insanlık adına yarattığı tehlikelerin de farkında. "Gerçekten de yeni Ortaçağ: Örgütlü sistemlerin yokluğu, her türlü merkezin kayboluşu, kaygan ve silindik dayanışmaların ortaya çıkışı, belirsizlik, rastlantı, bulanıklık. Yeni Ortaçağ: Zengin toplumların mafyalar ve yolsuzluklarla kemirilmesinden Rus düzensizliğine varıncaya dek, her türlü otoritenin dışında sayıları giderek artan "gri alanlar"ın gelişimi. Yeni Ortaçağ: Aklın kurucu ilke olarak, uzun zamandır kaybolmuş olduğu sanılan ilkel ideolojilerin ve boş inançların yararına silinip yok oluşu. Yeni Ortaçağ: Krizlerin, sarsıntıların ve spazmların sanki günlük yaşamımızın dekorları gibi geri gelişi. Yeni Ortaçağ: "Düzenli" evren gitgide daha küçük bir yere sahip olurken, bizim eylem araçlarımızla, hatta analiz olanaklarımızla giderek duyarsızlaşan alanların ve toplumların daha büyük bir yer kaplayışı."
Çizilen karanlık bir tablo. Ancak hiç de gerçek dışı değil. Egemenliğini ilan etmiş başıboş bir piyasa düzeninin, kendi kendini düzenleyen pazar ütopyasının gerçekleşmesinin sonuçları bunlar. Her şey Engels'in "insanın bir alçalan bir de yükselen soydalı vardır" deyişini anımsatıyor. Ve insanlığın ya sosyalizme varacağı ya da yok olacağı şeklindeki önermeyi. İlerlemenin düz bir çizgi izlemediğini, helezonik olduğunu iddia eder Marksistler. Geriye doğru büyük sıçramaların yaşanması her zaman mümkündür. Ancak bu karanlıklar çağından çıkış da iradi müdahaleyi gerektirmektedir.
Arkadaşı Bloch'a yazdığı çok bilinen mektubunda şunları söyler Engels: "Kendi tarihimizi kendimiz yapıyoruz ama her şeyden önce belirli öncüllerle birlikte ve çok belirli koşullar içinde. Bütün öteki koşullar arasında en sonunda belirleyici olanlar, ekonomik koşullardır. Ama siyasal koşullar, hatta insanların beyinlerine musallat olan gelenek bile, kesin son verici olmasa bile gene bir rol oynar.
Ama ikinci olarak şu var ki; tarih her zaman sayısız bireysel iradelerin çatışmalarının açığa çıkması sonucu gerçekleşir. Bu iradelerin her biri de o bulunduğu haliyle, bir yığın özel varlık koşulları kalabalığı tarafından yaratılmıştır... Çeşitli iradelerin istedikleri şeye ulaşamayıp genel bir ortalamada, ortak bir bileşkede kaynaşmalarından, bunların sıfıra eşit oldukları gibi bir sonuç çıkarmaya hakkımız yoktur. Tam tersine bunların her biri bileşkeye katkıda bulunur ve bu niteliğiyle onda içselleşmiş durumdadır."
Kendi tarihimizi yaparken iradenin öneminin altının çizilmesidir bu. Ve elbette aynı zamanda bu tarihi yapmada bireysel iradenin rolünün açığa çıkmasıdır. Eğer özgürlük zorunluluğun kavranması yanında onun dönüştürülmesiyse "irade" örgütte, örgütlü mücadelede cisimleşir. Örgütlü mücadele, mesleği devrimcilik olan kişilerin öncülüğünde yürütülür. Tarihe müdahale etmenin, tekerleği hızlandırmanın büyük esinlendiricisi Lenin "Ne Yapmalı?" adlı her dönem için vazgeçilmez kitabında, bir meslekten devrimciler örgütünün nasıl olması gerektiğini anlatır. Ve orada söylenenleri düstur edinmek görevimizdir. Profesyonellik, katılımcılık, kararlılık, disiplin, ilkelilik, verilen işi eksiksiz yapmak, örgüt iradesine uymak olmazsa olmaz ilkelerdir kuşkusuz. Ancak devrimcilik mesleğinden olmak, devrimciliği kapitalist düzende bir meslek icra eder gibi yapmak anlamına gelmemelidir. Galiba içinden geçmekte olan dönemin en can alıcı özelliği de budur.
Eğer dünya bir çağı yaşıyorsa, yaşadığımız topraklar bir dönemden geçiyorsa, ona muhalif olanlar da bir biçimde yaşanılan dönemden paylarına düşeni alırlar. Dönemden etkilenmemeleri mümkün değildir. Yaşadığımız coğrafyada yerel ve global yenilgi birbiriyle örtüştü. Devrimciler, bir dönemden çıkamadan diğerinin içine düştüler. 12 Eylül, insanların yeni bir dünyayı istediği, bu amaçla örgütlendiği, mücadele ettiği, dayanışmacı ve ortakça yaşama kültürü geliştirdiği bir dönemin olduğunu belleklerden silmek için insanlık dışı yöntemler geliştirdi. İnsan iradesine ve insan aklına karşı her biçimde saldırdı. İnsanlarımıza isyanı ve reddi unutturdu. Global anlamdaki saldırının amacı da bundan farklı değildi. "Komünizm, aklı çılgıncasına kendisinde somutlaştırmak istediği için kendisi yıkılırken onu da beraberinde sürükledi. Akıl dışılığa geri dönüşün malzemeleri zaten uzun zamandan beri hazırdı; komünizmin çöküşü bunları açığa çıkarıverdi" diye yazıyor Alain Mine. Aklın en alt düzeyde kullanılması için medyalar aracılığıyla global ölçekte bir saldırı yürütüldüğü açık. Düşlerimiz ve ideallerimiz dahil, her şey önceden hazırlanıyor ve sunuluyor bize. Bir zamanlar liberal ve narodnik ütopyayla mücadele ederken; "Hayal kurma, zayıfların alınyazısıdır" demişti Lenin. Ama şimdi hayal kurma hakkımız için bile mücadele etmemiz gereken bir çağdayız.
Ütopyamızı, düşlerimizi rehin olmaktan kurtarmamız gerekiyor. Korkunun, bireyciliğin, boş inançların egemen olduğu bir dünyada kendimize ve hayata iradi müdahale edebilme yeteneği gösterebilmemiz yaşamsallaşıyor. Bulanıklık, belirsizlik ve bulaşıklık yeni çağın özelliği. Bu özellikler, devrimci bireyi de bozuyor, yozlaştırıyor. Yalnızca düzene tepki ve öfke duymak "red" anlamına gelmiyor. Onu tümüyle inkar etmek, ondan kopmak gerekiyor. Düzeni eleştirmeyi içselleştirmeyi bir yaşam sanatı haline getirmemiz zorunludur. Tümünü istemek ve tümünü reddetmek, ilke bu olmalıdır.
Lenin, Komsomol'un Üçüncü Tüm Rusya Kongresi'nde yaptığı konuşmada; "Kendimize komünist diyoruz. Komünist ne demektir?" diye soruyor ve kendi sorusunu şöyle yanıtlıyordu: "Komünist Latince bir sözcüktür. "Communis", "Ortak" sözcüğünün Latincesidir. Komünist toplum her şeyin; toprağın, fabrikaların ortak mal olduğu ve insanların ortaklaşa çalıştığı bir toplumdur. İşte komünizm budur." Komünistler, insanlığın ortakça yaşadığı ve özel mülkiyetin olmadığı eşitlikçi bir düzen kurmak için ortakça mücadele eden insanlardır. Komünist düzende insanlar zorunlu oldukları için değil, ihtiyaç duydukları için çalışacaklar ve karşılık gözetmeden çalışma esas olacaktır. Gönüllü ve yaratıcı çalışma, bir komünistin en belirgin vasfı haline gelecektir. İşte devrimcilik mesleğini seçen insanın da en belirgin özelliği bu olmalıdır. Devrimcilik mesleğinden olmak, yani mücadeleye boş saatlerini ve yalnız akşamlarını değil, bütün bir ömrü karşılık gözetmeden adayabilmek... Bu hülyalı, inançlı ve sevdalı olmayı, en iyisini istemeyi gerektiriyor. Memurca davranmak devrimci olmaktan uzaklaşmaktır. Kendine bir sınır çizmek ve yalnızca verilen görevi yapmak anlamına geliyor. Düzen, tebalaştırdığı insanlarda bu konumu içselleştiriyor. Devrimcileşmiş kişilerin eleştirdiklerinden farklı davranmasını beklemek gerekiyor. Yaşama itirazı olanlar, akıllarını büyütmeli ve devrimciliklerinin ufkunu genişletmelidir. Çevremize şöyle bir göz atarsak bir yorgun devrimciler kalabalığı görürüz. Bunlar için devrimci olmak, artık bir alışkanlık haline gelmiştir. Bildikleri tek yaşamı sürdürmektedirler. Uzatmaları oynayan yorgun oyuncular gibidirler. Uzatmaları oynamak sevgide, dostlukta ve kavgada sonucu geciktirmek anlamına gelmektedir yalnızca. Ve yorgunluğun bir adım ötesi yılgınlıktır. Eski bir komünisti şöyle tanımlamıştır Nazım: "Ne umutlu ne umutsuz/ve ela gözlerinde ölesiye bir inat." Devrimcilik ölesiye bir inat istiyor, bu doğrudur. Ama ne umutlu ne umutsuz değil, hep umutlu olmak gerekiyor, daima umutlu. Düzen umudu yok etmek için var. Umudun azaldığı yerde devrimci iş, alışkanlığa dönüşüyor. Devrimcilikse alışkanlıkları dönüştürme işidir. Sürekli yenilenmeyi, yaşamın içine sevgiyi içermeyi, başkaları için var olabilmeyi, meraklı, sevinçli ve ısrarlı olabilmeyi dayatıyor. Devrimcilik mesleği, inancı keskin, yaşamı şiddetli, iradesi güçlü olmayı gerektiriyor. Şimdi iradeye umudu, umuda inadı içerme zamanıdır. İnisiyatif, geliştirmekle mümkün olabiliyor. Yaratıcı bir inisiyatif, yürümeye ve gelişmeye yol açmaktır. Eylemde zenginleşmek anlamına geliyor. Eylemde zenginleşmek yaşamda güzelleşmektir. Gerçeğin yüzüne bakarak güzelleşmesini bilmek gerekiyor.