Sinan Boran yazdı: Devrimci hareketin en iyi gelenekleri ve bir kazanım olarak HDP
Bugüne değin, yüzünü burjuva düzen partilerine, parlamenter mücadeleye dönmenin örneklerinin halklarımıza, dolayısıyla HDP'ye bir yararı görülmedi. Sokakta, kitle mücadelesinin gücüne dayanılarak gelişip serpilmiş HDP'nin aynı yoldan devam etmesini önleyebilecek bir "bileşen hukuku" engeli olmadığına inanıyoruz. Yanılıyor muyuz?
Ahmet Şık'ın istifası sonrası HDP konusunda değişik görüşler, politik ve ideolojik duygular ifade edildi. Faşist şeflik rejiminin borazanları, burjuva sol düşünce sahipleri, emekçi solun sosyalşoven kesimleri ve bizatihi HDP merkezinin temsilcileri ile Kars'ın HDP'li Belediye Eşbaşkanı Ayhan Bilgen düşünce, beklenti ve duygularını basına ve sosyal medyaya yansıttılar.
Bu bahiste, faşist şeflik rejiminin borazanlarına, demagoji batağında çürüyeceksiniz demekten fazlası israf olur. Burjuva solu da bir kenara bırakabiliriz. Örneğin, Mithat Sancar'ın açıklamasını yansıtış tarzlarında, durumdan duydukları memnuniyet sırıtışını gördüğümüz sosyalşovenizmin bayraktarı Güler-Okuyan TKP'sinin ve sosyalşovenizmin yedek taburu BirGün gazetesi cenahının, zihniyetlerini bir de bu vesileyle ortaya koymalarını da es geçebiliriz.
***
Antifaşist ve antişovenist cephe ya da birleşik demokratik cephe olarak HDP, emekçi solun, işçi ve ezilenlerin büyük bir kazanımıdır. 71 devrimci atılımının güçlü bir devrimci ruh ve örgütsel fedakarlık pratiğiyle temellerini attığı devrimci yoldaşlık ve birleşik mücadele geleneğinin, 74-80 dönemi grupçuluğu tarafından yıkıma uğratıldığını biliyoruz. Denilebilir ki, strateji yoksunluğu ve cepheleşme yeteneksizliği 74-80 devrimci hareketinin en önemli iki zayıflığı oldu. Bu büyük ideolojik-politik geri düşüş, 12 Eylül faşist askeri darbesi ve elebaşısı faşist cunta karşısında, onbinlerle sayılan militan gücün, yüzbinlerle sayılan taraftar ve sempatizan kitlenin bir kuvvete dönüştürülememesiyle ağır bir bedel ödetti.
90'lı yılların ikinci yarısı bu durumun aşılması çabaları, teorinin ve pratiğin gündemine girse bile, emekçi solun ezici çoğunluğu meseleyle 74-80 dönemi zihniyetiyle ilişkilendiği için pek çok örnek umulan gelişmeye yol açmadı. Bir dizi deneyin ardından, nihayet zihniyet yenilenmesinin güçlü bir imkanı ve aracı olarak HDK adımı atıldı. Bu cepheleşme atılımı, yalnızca, Kürt ulusal demokratik hareketi de içinde olmak üzere, emekçi solun güçlerinin aynı hedefe birlikte vurmasını, enerjinin daha verimli değerlendirilmesini değil, coğrafi olarak dağınık ve örgütlü hareket etme koşullarının dışında veya örgütsüzlüğe sürüklenmiş hatırı sayılır bir gücün örgütlü politik yaşama katılımını sağladı. HDP'yi ve başarısını bu çalışmalar hazırladı.
HDP, antifaşist ve antişoven bir odak olarak, kısa zamanda politik yaşamda ağırlığını duyurdu. Geniş kitlelerin birleşik demokratik cephe bayrağıyla mücadeleye atılmasını olanaklı kıldı. Öyle ki, 7 Haziran 2015 seçimlerinde ortaya çıkan destek ve bunun hızla büyüyeceğini müjdeleyen kuvvetli alametler, faşist politik İslamcı şef Tayyip Erdoğan'ı ve ırkçı faşist Devlet Bahçeli'yi çıldırttı. İşçiler, kadınlar, gençler, yoksullar, Kürt halkımız, Laz, Gürcü, Roman, Ermeni, Rum, Süryani, Arap, Boşnak, Pomak, Çerkes, Abhaz, Terekeme ulusal toplulukları, Aleviler, Ezidiler, antisömürgeci Müslüman Kürt emekçiler, antişoven ve antikapitalist Müslüman Türk emekçiler içinden yüzde 11-13 oranında seçmen kitlesi, en eşitsiz koşullara ve faşist şeflik rejiminin en ağır terörüne rağmen günümüze değin birleşik demokratik cephenin etrafında kenetlendi. HDP, tek tek parti ve örgütlerin, faşizme karşı savaşımda birbirinden yalıtık kuvvetler biçiminde elde edemeyecekleri çapta, değişik pratik ve moral başarılar kazandı. Türkiye'de, Türk işçi ve yoksullarıyla Kürt işçi ve yoksullarının birliğini, birleşik mücadelesini ilk kez ulaşılan bir düzeye yükseltti.
20 Temmuz 2015'de yönetimi elinde toplayan saray cuntası, azgın bir faşist devlet terörü ve sömürgeci savaş eşliğinde faşist şeflik rejimine yürürken, temel hedeflerinden biri birleşik demokratik cephenin yıkılmasıydı. Binlerce gözaltı ve tutuklamayla HDP örgütlerini tümüyle dağıtmak, halkla bağlarını koparmak, moral bir darbe olarak seçimlerde yüzde 10 barajının altında bırakmak, Kuzey Kürdistan'ın simgesel belediyelerini düşürmek ve ezilenleri, yoksulları birleşik cepheden koparmak istiyorlardı. Ne var ki, faşist sömürgeci saray cuntası ve sömürgeci faşist şeflik rejimi tüm bunların odağında duran konuda, işçilerin ve ezilenlerin HDP'den koparılmasında başarısız oldu. HDP'nin oy desteği yüzde 10'un altına indirilemedi. Simgesel belediyeler seçimlerle düşürülemedi. Antifaşist antişoven cephenin, Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, Sabahat Tuncel, Selma Irmak, İdris Baluken gibi temsilcileri ve pek çok halk vekili faşist şeflik rejiminin saldırılarını göğüslemede kararlı bir tutum sergileyerek halklarımızın fedakarlık ve bağlılığına cevap verdiler.
HDP, tartışma, eleştiri ve özeleştiri konusu olan ve olması gereken değişik pratiklerine karşın, birleşik demokratik cephe niteliğini korumaya ve halklarımızın desteğini almaya devam ediyor. Türkiye'nin büyük sanayi şehirlerinden Karadeniz'e, HDP desteğinin, en azından seçim ölçüsüyle, zayıflamadığı, hala diri olduğu da biliniyor.
Ahmet Şık, parti formunda örgütlenmiş olan birleşik cepheden vekil seçildi. Halklarımız ondan, faşist şeflik rejiminin işlevlerini asgariye indirmesine karşın, burjuva mecliste kürsüyü, soru önergesi vb. araçları etkin biçimde değerlendirmesini, sokakta işçilerin ve ezilenlerin mücadeleleriyle omuz omuza olmasını, antifaşist ve antisömürgeci demokratik mücadeleyi güçlendirecek tarzda yazmasını, konuşmasını, HDP meclis grubunda, faşizme, sömürgeciliğe ve erkek egemenliğine karşı mücadeleyi büyütecek kararlar alınması için emek vermesini, Türk halkımızın onurlu evlatlarından biri olarak enternasyonalizme sıkıca bağlı kalmasını, Türk halk onurunu temsil edenlere yaraşır bir pratik sergilemesini istediler, beklediler. Bundan hareketle, Ahmet Şık'ın, istifa açıklamasıyla birlikte, kendi pratiğine dair kısa bir değerlendirme sunması isabetli olurdu.
İstifa demokratik bir kurumdur. Ne var ki, bu kurumla ilişkilenişte burjuva düzen insanlarının ilke ve ahlakıyla, kapitalizmi ve burjuva egemenliği reddeden insanların ilke ve ahlakı farklıdır. Birinciler için bireysel çıkarlar esastır. İstifa da geri alış da kendinden fedakarlığın değil, bireysel çıkarların esas alınmasına dayanır, bireycidir. İkinciler için, toplumsal yarar esastır. O nedenle de istifayı "tek yanlı" bir kurum olarak görmezler, parti ve yoldaşlık hukuku içinde etkileşime açıktırlar, tutumlarını, kolektivizmden geçirerek sonuçlandırırlar. Elbette insan merak ediyor, Ahmet Şık, istifa öncesi, kolektivizmi yardıma çağırdı mı? Meseleyi HDP meclis grubunda tartıştı mı? Konuyu tartışmak için bir MYK toplantısına davet edilmesini talep etti mi? Seçildiği ilin HDP yönetim kuruluyla ve oylarını aldığı bölgedeki ilçe örgütleri yönetimleriyle durumu görüştü mü? Nasıl hareket etmesi gerektiğine bir de bu tartışmalar ışığında baktı mı?
Ahmet Şık'ın belirli bir dönemdeki HDP yönetiminin şu kararına, şu taktiğine, şu politikasına, şu örgütsel işleyişine ciddi ve önemli eleştirileri olabilir. Doğaldır. Hele de söz konusu olan, Türk ve Kürt halkları ile ezilen ulusal toplulukların birleşik mücadele örgütü ve ideolojik olarak heterojen bir partiyse hayli hayli doğaldır. Yapılması gereken parti tüzüğü ve işleyişi temelinde görüş, eleştiri ve önerilerini sunmak, parti platformlarında bunların mücadelesini yürütmektir. HDP, işçi sınıfının, yoksulların, ezilen Kürt halkının ve ulusal toplulukların, ezilen cinsin, ezilen inançların, halk aydınlarının, sanatçıların, göçmenlerin antifaşist, antişovenist sesi ve doğanın "taleplerinin" temsilcisi olmak niteliğini programatik ve pratik olarak koruyorsa, istifa yerinde bir tavır değildir. Görüldüğü kadarıyla, Ahmet Şık'ın eleştirileri ne politik, ne de örgütsel olarak bu kapsamdadır. O halde eyleminin bu gerçeğe denk düşmesi gerekir. İstifanın böyle bir denklik taşımadığı gözler önündedir.
Yakın döneme dair bir örnek düşünelim. Son yerel seçimlerde HDP, gerek şovenist karakteri, gerekse de demokratik hak ve özgürlükler konusunda halkçı bir zeminle ilişkisizliği örtük bile olmayan CHP, İYİP ve Saadet Partisi ittifakını destekledi. Bunu faşist şeflik rejimi karşısında demokrasi mücadelesinin en isabetli güncel taktiği saydı. HDP'nin kurucu bileşenlerinden ESP, verili gerçeklik altında, bu taktiği yanlış, halklarımızın ihtiyaçlarına yanıt vermeyen bir tutum, burjuva soldan kopmuş kitlelerin yeniden burjuva sola yöneltilmesi, Türkiye kentlerinde güçlü bir politik kitle çalışması yürütme, hazır güçleri dinamikleştirme ve yeni güçlere ulaşma imkanının heba edilmesi olarak gördü. HDP kurullarında görüşler dile getirildi, ESP parti olarak görüşlerini açıkladı. Buna karşın, HDP'nin ESP'li vekili Murat Çepni ve HDP kurullarında yer alan ESP'liler halklarımız önünde HDP disiplinine uygun davrandılar. Birleşik demokratik cephenin kararına karşı ajitasyon, propaganda yürütmediler. ESP, görüşlerini en geniş yığınlara duyurdu fakat HDP'den çekilmedi. Eleştirel tutumla yetindi.
Ahmet Şık istifa ederek, antifaşist, antişovenist mücadeleyi güçlendirmiş olmuyor. İstifa, siyasi mücadelede, HDP'den daha tutarlı, politik enerjisi daha yüksek, farklı ideolojik görüşlere sahip emekçi soldan kitleleri, ilericileri saflarında birleştirmeye daha uygun bir seçeneğin mevcudiyeti veya olanaklılığı temelinde gelişmiyor. Örgütsüz Ahmet Şık, HDP'li Ahmet Şık'a göre daha etkin bir mücadele yürütecek de değil. Tersine, istifa HDP'ye karşı güvensizlik yayma ve demagoji aracına dönüştürülüyor. Ahmet Şık, durumun farkında olduğu için, "akademisyen de olsa spekülasyon yapanlara inanmayın" açıklamaları yapma zorunluluğu duyuyor. Ve daha önemlisi, örgütlü mücadele ve kitle desteği olmazsa, "on parmağında on marifet" bir yetenek veya "tek vuruşta yüz kişiyi deviren bir dev" de olsanız, isyankarlıktan öteye geçme imkanınızın olmadığını Ahmet Şık'ın bilmemesi imkansız. Şimdi ondan, istifanın örgütsüzleştiriciliği temelinde bir özeleştiri yapma ferahlığı beklemek hakkımız. Eleştirilerini sürdürmek ve mücadelesini vermek ise onun baki hakkı. İstifada ısrar, parti işleyişinin, örgütlü, disiplinli hareketi, ikna sorumluluğunu, tek sözcükle kolektivizmi gerektiren varoluşu karşısında, işin aydınca veya küçük burjuva kolaycılığına kaçmak, kendini zahmetten, ruhsal gerilimlerden, emek harcamaktan "kurtarmak" olur. Ne yazık ki, bunda da pek yeni veya örnek alınacak bir yön bulunmadığına kanıt gerekmiyor.
***
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ve Kars Belediye Eşbaşkanı Ayhan Bilgen'in, Ahmet Şık'ın istifasıyla ilgili sorumlulukla, yoldaşça dile getirilmiş sözlerinde, yüzünü HDP'ye dönmesi için çaba harcanan emekçi ve ezilen kitleler, hatta bugün birleşik cepheye oy veren antifaşist ve antisömürgeciler, ilericiler için negatif gizem oluşturan bir vurgu var: "bileşen hukuku!" Her iki isim de bu konuda şikayetçi ve mutsuz bir tonda konuşuyorlar. Hatta, Ahmet Şık'a, "vaziyet bu, ne yapalım, sen bunu anlamıyorsun" havasında sitem ediyorlar. Eh, bu durumda insan merak ediyor: "bileşen hukuku" HDP PM'sinin, MYK'sının, Meclis Grubunun işleyişine, karar alma hakkı ve gücüne engel mi yaratıyor? Öneri, tartışma ve etkileşimin ardından görüş birliği yoksa oylamayla karar alınması dışında bir yönteme mi yol açıyor? Oylamadan önce "mutabakatı" esas almak, mutabakat sağlanamadığında karar alamamayı mı koşulluyor? HDP'nin, örneğin, faşist infaz yasası taslağına karşı, örgütlü bulunduğu tüm kentlerde dar gruplar halinde eylemler yapmasını, yasa taslağı oylanırken tüm vekilleriyle burjuva meclis salonunda bulunmasını mı önlüyor? Koronavirüs karşısında, fabrika ve işletmelerde köle işçi durumuna düşürülen, can güvenlikleri ellerinden alınan işçiler için ücretli izin talebiyle veya 1 Mayıs kutlamaları için Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın olanaklı en fazla semt ve meydanında yine dar gruplar halinde eylemler yapması için karar almasını mı engelliyor? Mezar taşlarını parçalayan insanlık dışı faşist sömürgeci alçak ve ahlaksızlara ya da İmralı'da ve diğer zindanlarda süregiden tecrit terörüne, sürgünlere ve artan faşist zulme karşı örgütlü olduğu her yerde "tepki göstermesi"nin yolunu mu tıkıyor? Sanırız bunların hiçbir değil. O halde, neyse bu "bileşen hukuku" cenderesi, önce HDP'nin yetkili örgütlerinde tartışmak, sonra da halklarımıza açıklamak en isabetlisidir. HDP konusunda nesnel olarak böyle olumsuz "gizemler" yaratmanın yanlışlığına itiraz olmasa gerek.
HDP, sokakta kuruldu. İşçilerin ve ezilenlerin sorun, talep ve özlemlerini sözüyle ve asıl olarak da pratiğiyle dile getirebildiği, bunlar uğruna mücadele yürüttüğü ölçüde güven ve ilgi odağı oldu. İşçi grev ve direnişleri, Kobanê direnişi, iş cinayetleri, özyönetim direnişleri, kadın cinayetleri, erkek egemenliğinin değişik cendereleri, düşünce, basın, toplantı, örgütlenme ve eylem haklarının zincirlenmesi, Kürtçe'ye vurulan pranga, zam ve vergi soygunu, asgari ücretin açlık ücreti düzeyinde tutulması, faşist sömürgeci kayyum saldırısı, antifaşistlere, devrimcilere karşı yürütülen tutuklama terörü, Alevilere, antikapitalist Müslümanlara, antisömürgeci Müslüman emekçilere, Hristiyan inanışından insanlarımıza yöneltilen faşist ve ırkçı terör, faşist şeflik rejiminin savaş ve işgal saldırganlığı, LGBTİ+ gerçekliği karşısındaki insanlıktan uzak tutumlar, doğal çevrenin yıkımı, üniversite ve liselerin polis cenderesinde tutulması gibi konularda, Türk ve Kürt halklarından, Laz, Gürcü, Roman, Ermeni, Rum, Süryani, Arap, Boşnak, Pomak, Çerkes, Abhaz, Terekeme ulusal topluluklarından işçilerin, kadınların, gençlerin, yoksulların birleşik demokratik öncü bölüğü olabildiği ölçüde değer, güven ve destek kazandı. Bugüne değin, yüzünü burjuva düzen partilerine, parlamenter mücadeleye dönmenin örneklerinin halklarımıza, dolayısıyla HDP'ye bir yararı görülmedi. Sokakta, kitle mücadelesinin gücüne dayanılarak gelişip serpilmiş HDP'nin aynı yoldan devam etmesini önleyebilecek bir "bileşen hukuku" engeli olmadığına inanıyoruz.
Yanılıyor muyuz?