21 Kasım 2024 Perşembe

Semiha Şahin yazdı | 'Maliyet' hesabıyla özgürlük kazanılır mı?

"Kâr-zarar" hesabına vurarak 'maliyet' çıkarırsak, erkek egemen zihniyetle mücadele etmek bütün kadınlar açısından çatışmayı "zararla" kapatmak demektir. İfşa hareketi üzerine elbette ki çok tartışmak gerekiyor. Ama bir "maliyet hesabı"yla değil. Hele ki erkek egemenliğiyle mücadeleyi, "Kadınları eşitsizliğe mahkûm eden toplumsal koşulların değişmesi" şartına bağlayarak, birkaç yasal düzenleme ve sosyal hizmet sağlanması talebini ileri sürerek hiç mümkün değil.

Yaklaşık bir aydır sosyal medya üzerinden başlayan taciz ve şiddet ifşaları yerini yol ve yöntem tartışmalarına bıraktı. İfşalar çeşitli boyutlarıyla devam etse de tekillikten çıkarak bir harekete evrildi.

Hareket, erkekliğin kalelerini henüz yıkmadıysa da burçlarını oldukça sarstı. Bu sarsıntıyla kafalarına düşen ağır bloklar altında epey bir tacizci erkek kaldı. Onlar birbirini kurtarma çabasını sürdüredursun, bu yıkıcı gücün ortaya çıkardığı sonuçlar ise toz duman dağıldıkça çok daha net görülmeye başlandı. Şimdi erkeklerin cinsel saldırılarıyla mücadelenin yol ve yöntemleri daha sarih bir şekilde tartışılmaya başlandı.

Esen fırtına şimdilik dinse de gemi, lebideryayı çoktan aştı. Yeni bir limana kadar da yeni rotasında ilerleyecektir. Bu geminin rotasının nereye doğru evrileceğine dair durum değerlendirmeleri, bu anlamıyla önem arz ediyor.

İlerihaber.org yazarı Ebru Pektaş, Kadınların Kurtuluşu'nda Benazir Coşkun, ETHA'da Arzu Demir, ifşa yöntemine neden ihtiyaç duyulduğu ve erkek şiddetine karşı mücadelede bu yöntem ve sonuçları üzerine fikirlerini dile getirdiler. Buraya aldığımız dört örnek yazının dışında çok sayıda düşünce, eleştiri, değerlendirme yapıldı.

Adı geçen yazılar, kadın özgürlük mücadelesinin temel gündemlerinden biri olan erkeklerin fail olduğu "cinsel suç" kapsamına alınacak filleriyle mücadelede, yeni yöntem arayışlarına dair, bugünden yola çıkarak geleceğin sorunlarına yanıt oluşturma derdi taşıyor. Bu anlamıyla hem kendiliğinden kadın bilinciyle yola çıkanlara, hem de örgütlü kadın mücadelesinin izlemesi gereken hatta kendi bulunduğu yerden yanıt olmaya çalışıyor.

Ekmek ve Gül'de yayınlanan "İfşa: Yöntem, muhteva, olanaklar ve sınırlar" başlıklı yazısında Sevda Karaca ise bu tartışmalara çok farklı noktadan yaklaşıyor. Kadınların erkek şiddetine karşı mücadelesinin haklı ve meşru olduğunu sıraladıktan sonra ifşanın sonuçlarını, "Giderek artan yoksulluk, güvencesizlik, işsizlik, örgütsüzlük, ağır yaşam ve çalışma koşulları, kadınların mahkûm edilmeye çalışıldıkları bağımlı yaşamlar karşısında ses çıkarma potansiyellerini, olanaklarını da daraltan etkide bulundu. Bu etkilerin tamamı, farklı kesimlerden kadınların farklı düzeylerde ve şiddette yaşadığı, 'sınıflı' bir etki" şeklinde değerlendiriyor.

Yazı bu çıkarıma bağlı olarak; kadın kitlelerine ve esasta "işçi ve emekçi kadınlara", erkek egemenliğinin çeşitli kılığa bürünerek, kadınlar üzerinde kurduğu hegemonyanın, sürgit devam etmesini güçlendirecek argümanlarla devam ediyor. İfşa hareketinin yarattığı dalganın, erkeklerden çok kadınlara zarar verme riskine odaklanan yazı, ifşada bulunan kadınların davranışlarını "esasen bu tam da sistemin orta sınıfa bahşettiği gerilime tekabül ediyor" şeklinde değerlendirirken, emekçi kadınların bu gündemden bihaber olduğunu ileri sürüyor. Sınıfsal farklılıkların altı çizilerek, 'sınıf mücadelesi' vurgusuyla aslında pek çok tartışmayı yeniden gündeme taşıyor.

"Kadınların 'homojen bir ezilen cinsiyet' olmadıkları" çıkarımı genel doğru olmakla birlikte kapitalizmin doğuş koşullarından çeşitli aşamaları tamamlayarak bugün geldiği emperyalist küreselleşme boyutu, bu genel doğrunun, yeni verilerle yanlışlanmayla da malul olduğunu gösteriyor bize.

Kadınların "homojen"lik içine dahil edemeyeceğimiz kesimi yüzde 1'lere daralırken, 2008 yapısal krizinden bu yana orta ve küçük burjuva sınıfa mensup milyonlarca kadın, hem sınıfsal sömürüye hem de doğrudan failinin erkekler olduğu cinsel suçlara maruz kalıyor. Tabakalar arasında geçişkenlik sürüyor. İçinde bulunduğumuz dar alanlar üzerinden genellemeler yapmak herkes açısından doğru olmayan sonuçlara yol açabilir. Ne bütün kadınlar twitter kullanıyor, ne de milyonlarca kadın toplumsal zenginliğe eşit derecede ulaşabiliyor. Bunun sınıfsal bir yanı da var elbette.

Kapitalizm, işçi ve emekçilerin sayısını artırıyor. Bu gerçek içinde kadınlar da aynı zamanda erkek şiddetinin bin bir türüyle karşı karşıya kalıyor. Kadınlar mülksüzlerin mülkiyeti olmaktan kurtulamıyor. Sermayeyi koruma kalkanını tahkim eden devletler, bunun giderini ilk önce kadın emeğini daha da ucuzlaştırarak, geçmişte sosyal devlet olmanın gereği olarak sağladığı hizmetleri kadınların sırtına yıkarak gerçekleştiriyor. Yani pek sınıfsal olan sömürü ilişkisi, aynı zamanda sömürünün cinsiyet politikalarıyla bezenmesiyle paralel ilerliyor. Yani bugün gerçek anlamıyla cinsel sömürü sadece kadın bedenini değil, aynı zamanda kadın emeğini de tanımlar hale geliyor.

Sevda Karaca yazısında, "Yaşananların ve tartışmaların sınıfın en güvencesizi olan yoksul, işçi kadınların gündemine twitter aracılığıyla, sosyal medyadaki hızla, sosyal medyadaki sarsıcı etkisiyle girmiyor oluşu, gündeme getirildiğinde ise kendi yaşadıkları şiddeti bu yöntemle ortaya sermelerinin 'maliyetinin' daha çok konuşulması üzerinde durmamız gereken bir mesele" diyor. 

"Maliyet" tanımlaması her ne kadar tırnak içine alınmış olsa da yazının devamında mecazi söylemi değil, gerçek anlamına karşılık geliyor.

"İfşa edenle aynı koşullarda olmayan, ifşanın (maalesef) yüklediği toplumsal, ekonomik, psikolojik maliyeti karşılama olanağından yoksun olan kadınlar üzerindeki etkisi nedir?" -ki burada maliyet tırnak içinde değil- sorusunun hemen arkasında taciz veya şiddetle mücadelenin işçi ve emekçi kadınlara "maliyeti"nin işten çıkarılmak olduğu verilen iki örnekle açıklanıyor. İşçi kadınların işyerlerinde yaşadıkları cinsel suçlara tanım koymakta sorun yaşamadıklarını ama bu suça karşı mücadele ettiklerinde işlerinden oldukları, yaşam koşulları nedeniyle de bunu yapamadıkları söyleniyor yazıda. Kadınların erkek şiddetine karşı mücadele edebilmeleri için talepleri sıralayan Karaca, en geniş kadın kitlesine toplumsal, ekonomik, sosyal vb. koşullar sağlanmadan erkek şiddetine karşı mücadele etmesini önermenin kadınlar arasında mesafe yaratacağını ileri sürüyor.

Peki soruyoruz, işçiler, işyerlerinde hakları için mücadele ettiklerinde, örgütlendiklerinde, farklı bir durumla mı karşılaşıyor. Ezilenler arasında cinsiyet ayrımı yapılmaksızın tümü için durum aynı. İşçiler sendikalaştıkları için kapı dışarı edilirken, kadınlar işyerlerinde örgütlendiklerinde farklı bir durumla mı karşılaşıyor ki, "Esaslı bir dönüşüm her koşul altında her yerde örgütlülüğümüzle, örgütlü mücadelemizin kadınları eşitsizliğe mahkûm eden toplumsal koşulların değişmesi mücadelesinin ayrılmaz bir parçası haline gelmesiyle mümkün" diyebiliyoruz.

Yazı boyunca kadınların başlattığı ifşa hareketinin aslında ne kadar anlamlı ve önemli olduğuna dair cümleler kurulurken, bu yöntemi kullananlara "tuzu kuru" muamelesi yapılması da yazının kendi iç çelişkisi.

Erkek edebiyatçıların suç mahallinin "yazı atölyeleri" olduğu, kadın yazarlarla ilgili "Boşuna değil çoğu kadın edebiyatçının örneğin öğretmenlik, büro emekçiliği vs. yaparken, üstüne bir de ev içindeki bakım yükünü sırtlanırken ilk ürünlerinin büyük kısmını gece saatlerinde mutfak masasında üretmeleri"nden bahsederken, erkeklerle kadınlar arasındaki çok temel eşitsizliği ortaya koyuyor. Ama birçok satırda, ifşa yöntemini uygulayan kadınlar işçi ve emekçi değil de, "orta sınıf"mışçasına kategorilendiriliyor. Fail erkeklerle ifşayı tercih eden kadınlar arasında yaşanan çatışmayı, "sistemin orta sınıfa bahşettiği gerilim"e indirgiyor. "Kullanılageldiği biçimiyle ifşa, bir nevi 'rezil etme, itibarını yok etme, ün ve statüyle varlık sürdürdüğü alanlardan dışlanmasını sağlama' gücünü devreye sokarken, bunu da bu kişinin sahip olduğu itibara, ün ve statüye önem veren kesimleri harekete geçirerek yaparken, esasen bu tam da sistemin orta sınıfa bahşettiği gerilime tekabül ediyor."

Sevda Karaca'nın bir işçi kadına atfederek söylediği, "Onların kaybedecek neyi var, benim çok şeyim var" dediği "onlar", gayet canlı kanlı "işçi sınıfının" bir parçası.

Bir okulda tanık olduğu veya yaşadığı cinsel suçu açıkladığı için kaç öğretmen kadın, gerçekten hayatına kaldığı yerden devam edebildi örneğin. Ya da kaç kadın akademisyen hiçbir şey olmamış gibi çalışmalarını sürdürebildi. "Toplumsal koşullara" rağmen, binlerce kadın şiddet cenderesi altında yaşadığı evliliğini sonlandırmayı göze alıyor. İşten atılma değil, öldürülmeyi göze alarak bunu yapıyor. Bu kadınlar bunu Zeyna gücüne eriştiği için mi yapıyor gerçekten.

"Kar-zarar" hesabına vurarak Sevda Karaca'nın tanımıyla bir 'maliyet' çıkarırsak, erkek egemen zihniyetle mücadele etmek bütün kadınlar açısından çatışmayı "zararla" kapatmak demektir. Göze almak diye bir davranış biçimi de "nesnel"dir. Onlarca kadın ifşada bulunurken, "ben yaşadım, bir başkası yaşamasın artık" diyerek yola düştü. Orantısız güç ilişkisine rağmen bir tutum ve mücadeleye girişti.

Aslında Sevda Karaca da söylüyor bunu. Yazısında da bunu ortaya koyuyor. Gel gelelim, "sınıf bölünecek" kaygısı, kadınların erkek egemen kapitalist sistemle mücadelesinin karşısında daha baskın hale geliyor. "İfşalar, bu somut örgütlülük olmadan gerçekleştiğinde belirli bir kesimde 'farkındalık ve güçlenme' yaratabilir, yaratabiliyor da. Ama başka bir kesim kadın için eşitsizlik de yaratabilir. Kadınları ve kadınlığı toplumsal ve tarihsel bağlamından uzaklaştırarak homojenleştirmek, kadınların arasındaki farklılık ve egemenlik ilişkisini gizlemeye neden olur" ifadeleri bu kaygıyı özetliyor. Cins özgürlükçü politikaların yapısal özelliği nedeniyle, sınıf hareketini bölmekten öte, toplumsal kurtuluşları bakımından birbirini güçlendiren bir yerde durduğunu sürekli dile getirmek gerekiyor.

İfşa hareketi üzerine elbette ki çok tartışmak gerekiyor. Ama bir "maliyet hesabı"yla değil. Hele ki erkek egemenliğiyle mücadeleyi, "Kadınları eşitsizliğe mahkûm eden toplumsal koşulların değişmesi" şartına bağlayarak, birkaç yasal düzenleme ve sosyal hizmet sağlanması talebini ileri sürerek hiç mümkün değil. Yazının sonunda dile getirilen talepler ancak ekonomik reformlardan öte gitmez, o da sanıldığı gibi talep edilmeyle elde edilmez. Kapitalizmin yapısal krizinin geldiği düzeyde ise söz dizini olmaktan öteye gitmez. Hele ki "sınıf" farklılıklarını hatırlatırken işçi kadınların "kaybedecek çok şeyleri" var demek, başlı başına sınıf mücadelesinin en temel önermesini unutmak anlamına gelir. Çünkü hangi cinsiyette ve ulustan olursa olsun, işçi sınıfının kaybedeceği hiçbir şey kalmamıştır. Aksi her söz, söz konusu kadınlar olunca akla gelen sınıf çelişkisinin gizlenmesinden başka bir şey değildir. Sermaye sınıfının işçileri birbiriyle rekabete sevk ettiği ve bununla sınıf kardeşlerini böldüğü ideolojik saldırıya ortak olmaktır.

Madem ki ifşa karşısında örgütlü mücadeleyle toplumsal koşulların değişmesini ileri sürüyoruz, bunun da adını hakkıyla koymak gerekir. Bu koşulları sağlayacak yegane sistemin adı sosyalizmdir. 20. yüzyıl sosyalizm deneyimleri kadınlara bir başka deneyim de bıraktı elbette. Kadın devrimi olmadan kadınların toplumsal koşullarının değişmesinin garantisi yok. İşte o zaman sermayenin sömürüsüne karşı tek yumruk olan işçi sınıfının çelişkili birliğinin yerinde yeller esecek. "Bu sorunu şimdilik kenara bırakalım zamanı gelince bakarız. Aman bir tatsızlık çıkmasın" diyerek o günün gelmesini mi bekleyeceğiz? Elbette ki hayır. Önce erkek egemenliğinin bilincimize ve ayaklarımıza taktığı prangaları kıracağız.

* Atılım Gazetesi'nin 1 Ocak tarihli 459. sayı Özgür Kadın köşesi.