Semiha Şahin yazdı | Erkeklik iktidarını alt üst etmek
Taciz beyanlarına karşı, acabalarla yüklü kaygıları boşa çıkaracak asıl güç, kadınların kuracağı mekanizmalar olacaktır.
8 Aralık'ta sosyal medya üzerinden başlayan cinsel taciz ve şiddete ilişkin ifşalar sürüyor. Çok sayıda açıklama, makale ve görüş beyan edildi. Kadın özgürlük mücadelesinin temel ilkelerine sarılan çeşitli toplumsal kesimden kadınlar, "artık yeter" dedi ve "uykunuz kaçsın" isyanıyla yeni bir sürece girdi. "Türkiye'nin MeToo" hareketi olarak da geniş bir etki sahasına ulaşan "ifşa" bir nevi özsavunma biçimleri arasında yerini aldı.
Cinsel taciz ve şiddete yönelik geçmiş dönemlerde bu yöntem kullanılmış olsa da bugün erkek egemen anlayışı ve erkeklik barikatlarını yıkan ifşa yöntemine ilişkin çok farklı yaklaşım oldu. "Kadın beyanı esastır, aksi ispat erkeğe aittir", "linç", "iftira", "taciz nedir, ne değildir", "hakkında ifşa edilenlerin eserlerine yaklaşım ne olmalı" vb. uzayıp giden birçok soru ve soru işareti peş peşe sıralandı.
Siyasal veya ekonomik hangi kesimden olduğundan bağımsız olarak erkeklerin bu düzenin onlara bahşettiği tüm ayrıcalığı ve konforu arkasına alarak gerçekleştirdiği, esasında tacizde bulunduğu kişiyi 'hiçleştiren' saldırının, saldırıya uğrayanın benliğinde yarattığı tahribat, anlık ve sadece kendisiyle sınırlı kalmıyor. İfşada bulunan yazar Nazlı Karabıyık'ın "Toptaş yaptıklarını çok iyi biliyor. 'Kanıt göster!' diye bağıran güruha söyleyebileceğim tek şey kanıtların derimin altında olduğu" sözlerinde olduğu gibi bir ömür bedeninde ve ruhunda taşınıyor. Saldırı örgüsü bütün kadınları sarıyor.
Bu tahribatı onarmak mümkün mü peki? Belki maruz kalanlar bakımından pek mümkün olmasa da ifşaların iki meseleye ışık tuttuğu ve buradan başka soruları beraberinde getirdiğini söylemek gayet mümkün.
Öncelikle "uykunuz kaçacak" mottosu, erkeklerin, kadınların kimliği, emeği ve bedeni üzerinden inşa ettikleri sırça köşklerinin kendilerine "huzur" vermeyeceğini, o köşklerin de yerle bir edilebileceğini göstermesi bakımından çığlığın beyinlerde yer etmesine hizmet etti. Bu isyan dalgası, erkeklerin kendilerine "hak" olarak gördüğü, "normalleşmiş", "alışılmış", "kabul görmüş" davranışlarını alt üst etti. Bir sabah kalktıklarında sırça köşklerinin tuz buz olduğunu gösterdi.
İkincisi, ifşalar ilk kez yapılmasa da öncekilerden daha geniş bir yankı bulması, ezilen cinsel kimliklerin ve yönelimlerin uzun yıllardır büyük bedellerle yürüttüğü mücadelenin beyhude olmadığını da gösterdi. Belki dar kesimlerin, birçok kesim bakımından da "geniş kitlelerin gündem dışı" meselelerinin aslında ne kadar derin tahribat yarattığını ve sanıldığının aksine "dört duvarlar"da kalmadığını da ortaya çıkardı. Kadının varlığına, benliğine, kimliğine ve bedenine karşı gizlenen savaşın üzerindeki örtüyü araladı. Aynı zamanda, erkek egemen sistemin kendilerini koruyucu kalkanlar oluşturduğunu bilen erkeklerin açtığı savaşa karşı birçok bedeli göze alarak karşı koyanların çokluğuna da işaret etti.
Kadınları hiçleştirmeye yönelik saldırı, erkek bireyle yapılıyor belki ama bunun tekil bir saldırı olmadığını anlamak, onlara karşı yürütülecek mücadele bakımından önemli yerde duruyor. İfşa edilen erkeklerin, gerici erkek ittifakını hemen nasıl örgütlediğini hep birlikte bir kez daha gördük. Hem de başka konularda pek de muhatap görmedikleri "yargı"yı imdada çağırdılar. Elbette yargıyı imdada çağıracaklardı, çünkü yargının bu gerici erkek ittifakının temel kuvvetiydi. Peki kadınların ittifakı ve mücadele hattı ne olacak bu durumda? Eşitsiz güç ilişkisinin olduğu yerde, tacize uğrayan, şiddete karşı karşıya kalan kadının, çocuğun veya bir LGBTİ+ nereye başvuracak? Açıkça çok alternatifi yok. Erkeklerin savaşına karşı ezilen cinsel kimliklerin ve yönelimlerin birbirinden başka başvuracağı herhangi bir merci yok. Bu cephenin daha da güçlendirmesi ve alt üst ediş halini büyütmesi "bundan sonra ne yapılmalı" sorusunun öncelikli yanıtı arasında olmalı. Bunu sağlayacak olan da erkek egemenliğinin örgütlü saldırı gücüne karşı örgütlü bir karşı koyuşla mümkün. Tüm egemenler gibi erkekler de çok güçlü olduklarından dolayı bu ayrıcalığı sürdürmüyor. Kadınların yalnız, tek başına ve hiçlik girdabında olduklarını düşündükleri için başlarına bir şey gelmeyeceğine inanıyor. Ancak kadınların örgütlü ve birleşik mücadelesi, onların bu devranını alt üst ediyor.
Bu konuda çok fazla deneyim biriktirildi. Kadınların örgütlü davranışlarının sadece cinsiyetçi erkek egemen sisteme karşı mücadelede geri adım attırmıyor, aynı zamanda birlikte yol yürüdüğü erkeklerin sere serpe kapladıkları alanlarını da daraltıyor.
Öncelikle ister bir siyasi partide, isterse sendikada veya meslek örgütlerinde olalım, kadınların bulunduğu her alanda kendi öz örgütlülüklerini yaratmak zorundayız. Bulunduğumuz her alanda, büyük küçük demeden bir araya gelişlerimizi çoğaltmalıyız. Devrimci, sosyalist örgütlerden meslek örgütlerine kadar her alanda kadınların örgütlülüğünü oluşturması ve kadın özgürlükçü mücadelenin en temel ilkelerini mücadelelerine kılavuz edinmeliyiz. Envai türde örgütlenme biçimi bulunabilir. Deneyim paylaşmak için bir araya gelmekten tutalım da bir tacizciyi bulunduğu alanında teşhir etmeye, bir partide yönetimlerde yer alan/alacak erkeklerin bir de kadın özgürlük mücadelesiyle kurduğu ilişkinin değerlendirilmesine, yaşam ve faaliyet alanlarında cinsel suçlarla mücadele birimleri oluşturmaya kadar geniş bir örgütlenme alanı kurulabilir. Örneğin, Uluslararası Yazarlar Birliği PEN, edebiyat alanındaki cinsel tacize karşı "önleyici, onarıcı bir adalet sağlamak amacıyla, sektörün bütün unsurlarını bir araya getiren bir Onur Komisyonu kurma" kararı aldı, aynı alandaki diğer meslek örgütlerine de benzer bir çağrıyı yaptı.
Taciz beyanlarına karşı, acabalarla yüklü kaygıları boşa çıkaracak asıl güç, kadınların kuracağı mekanizmalar olacaktır. Hakkında cinsel suç beyanında bulunan erkek de bu mekanizmaların yani kadınların adaletine güven duymayı öğrenecektir.
Kadınlar onca bedel ödeyerek yol yürüyüşünü sürdürürken, sadece sömürgeci faşizmin yok etme saldırılarına değil, erkeklik iktidarlarını alt edecektir. Erkeklerin iktidarlığına mutlaka son verecektir, ama bugün ama yarın…