5 Ekim 2024 Cumartesi

Pınar Gayıp yazdı | Biz bitti demeden Suruç davası bitmez

İlk duruşmadan 21. duruşmaya; ilk heyetten davayı kapatan heyete neredeyse her duruşmada asıl sorumluları aklamak için sergilenen tiyatro oyununa tanıklık ettik. 21. duruşmada tüm bu hukuksuzlukların hızlandırılmış özetini yaşadık. Suruç katliamı MİT-devlet-IŞİD ortaklığıyla gerçekleşti, katliamın sorumluları yargı-devlet eliyle korunmaya çalışılıyor. Saray, verilen bu kararla davanın kapatıldığını düşünse de; Suruç için adalet diyen, 33 düş yolcusunun düşlerinin peşinde koşan, bunun için faşizme karşı dövüşenlerin nezdinde mahkemenin kararı yok hükmünde. Suruç katliamının hesabını 6 buçuk yıldır sokak sokak mücadele ederek soranlar, antifaşist birleşik mücadele ile gerçek sorumluların yargılanmasını da sağlayacak. Bugün değilse bile yarın, mutlaka...

İngiliz edebiyatının klasik eserlerinden Romeo ve Juliet'te yer alan "Yarayla alay eder yaralanmamış olan" repliği çok dikkat çekicidir. Bu cümle içeriğinde acı, ihanet, yok sayma, alay etme gibi hisleri barındırır. Bundandır ki 21. duruşmada kapatılan Suruç davasını bir cümle ile özetlemem gerekse Shakespeare'e sığınırım.

6 buçuk yıl boyunca heybemizde biriktirdiğimiz tüm umudu elimizden almak istercesine, göstermelik bir ceza ile kendilerince kapatmaya çalıştılar davayı. Sonucun böyle olacağı herkesin malumu olsa da bir miktar burukluk, çokça öfkeye de neden oldu bu karar.

Duruşma için birçok kentten yola çıkanlar sabahın erken saatlerinde Urfa'nın Hilvan ilçesindeki hapishane kampüsünde bir araya geldi. Katliam davasındaki yargılama kısmından önce şunu vurgulamak isterim. Dün Hilvan'da görülen duruşmada karar açıklanacağını hepimiz biliyorduk. Devlet de, katliamın hesabını sormak isteyenler de kendisini buna göre konumlandırmıştı. Uzun bir aradan sonra birçok kentten, birçok kurumdan temsilci, katliamda yakınlarını kaybeden ailelerin büyük bir kısmı, sosyalistler, kadınlar, gençler, milletvekilleri, oldukça kalabalık bir heyetle Hilvan'daydık.

Devlet de kendisini buna göre konumlandırdı demiştim. Suruç katliamı davasının görüleceği gün Urfa Valiliği eylem yapılmasını engellemek için ceza infaz kurumları kampüsü ve çevresinde eylem ve etkinlik yapılmasını yasakladı. Ancak kitlenin kararlılığı, öfkesi, ne valiliğin kararını ne de jandarmanın engelleme çabasını tanıdı. Hem duruşma öncesinde hem de karar açıklandıktan sonra kitle açıklama yaptı, sloganlarını attı. Aslında Suruç katliamı davasının bu şekilde kapatılamayacağını, mücadelenin nasıl sürdürüleceğinin mesajı verilmiş oldu dün Hilvan Hapishanesi kampüsü önünden.

Davanın katliamın sorumlularını korumak amacıyla kapatılacağını hepimiz biliyorduk. Söz alanlar, mahkeme heyetine vereceği kararın önemini sık sık hatırlattı, katliamın asıl sorumlularının açığa çıkarılmasının önemini bir kez daha vurguladı. Ancak Suruç katliamı davasının başından beri oluşturulan her heyette olduğu gibi bu heyette davanın sonucuna ilişkin icazet almıştı. Ve bütün duruşmayı buna göre yönetti.

İlk duruşmadan 21. duruşmaya; ilk heyetten davayı kapatan heyete neredeyse her duruşmada asıl sorumluları aklamak için sergilenen tiyatro oyununa tanıklık ettik. Katliamdan sağ çıkanların davaya katılım talebinin aldığı yaraya göre değerlendirilmesi, acımızla dalga geçercesine "ne gibi bir zarara uğradın" sorusu, sanık Yakup Şahin'e "katil" denmesinin engellenmesi, buna karşın vereceği ifade, şekli, zamanı ve yerinin Yakup Şahin'in keyfine bırakılması...

21. duruşmada tüm bu hukuksuzlukların hızlandırılmış özetini yaşadık. Duruşma başlar başlamaz beyanları almayacağını söyleyen mahkeme başkanı niyetinin en kısa sürede duruşmayı yapıp davayı bitirmek olduğunu gösterdi. Mahkeme heyeti, Anayasa Mahkemesi'nin SGDF'yi "terörist" göstererek 33'lerin katledilmesini "meşrulaştırmaya" yönelik kararının aynısını 21. duruşmada uygulamaya çalıştı. Konuşmalarının engellenmesine tepki gösteren Suruç yaralılarının savunma yapma hakkına ilişkin haykırışlarına kulağını tıkayan mahkeme başkanı salona jandarmayı yığdı. Tek bir sanık olmayan duruşma salonunda açık bir şekilde aldırdığı "güvenlik" önlemiyle, Suruç ailelerine, yaralılarına ve tanıklarına düşman hukuku uyguladı.

Avukatların da sık sık sözlerini keserek suç işledi mahkeme başkanı. Suç işledi çünkü yasalar tarafından avukatlara verilen ifade hakkını bir lütufmuşçasına sunmaya çalıştı. Duruşma salonunda bir irade savaşı yaşandı. Kati surette reddettiği beyan talebini, jandarmanın salondan çıkarılması istemleri karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Çünkü mahkeme başkanı icazetini saraydan alırken, karşısında dimdik duran Suruç davası avukatları cüret ve cesaretini 33'lerin iradesinden, düşlerinden alıyordu. Bu nedenle karşılıklı irade savaşını kazanan avukatlar oldu, aileler oldu, yaralılar oldu...

İlk günden bu yana iğneyle kuyu kazarcasına elde edilen delilleri mahkeme heyetine sunan savunmanlar defaatle katliamın sorumlusunun tek başına Yakup Şahin olmadığını anlattı. Ortada tam bir katliam organizasyonu vardı. İstihbarat bilgilerine rağmen önlem almayanlar, yaralıların üzerine biber gazı atılması talimatını verenler, yaralılara saldıranlar, ambulansları alana aldırmayanlar başta olmak üzere; tecavüzcü barbar, katliamcı IŞİD'i "bir grup öfkeli genç" diyerek savunan akabinde de AKP ile ters düşmesi sonucu Suruç katliamına dair bildikleri olduğunu açıklayan dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu'na, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, dönemin İçişleri Bakanına, MİT'e kadar sorumluluklarını gözler önüne serdi. Zira "görevi ihmal"den yargılanan Ahmet Oğuz Davarcı, verdiği ifadede MİT'in olaydaki parmağını aktarmış, kendisinin de tehdit edildiğini belirtmişti.

6 buçuk yıl boyunca değişen her heyet bu iddiaları araştırmak, delilleri incelemekle ilgilenmedi. Gözlerimizin önünde şefkatle Yakup Şahin'i korudu. Yapılan savunmalardan dolayı Suruç ailelerine, yaralılarına ve tanıklara soruşturma açtı. Hukuksuzluklarının finalini de yine, savunma hakkını savunan Suruç yaralıları, aileleri ve dava avukatı Sezin Uçar'a açtığı soruşturmayla yaptı.

Suruç katliamı davasının görüldüğü mahkemenin tüm heyetleri, sarayın talimatıyla hareket etti. Saray davanın nasıl ilerlemesini ve sonuçlanmasını istiyorsa kararlarını ona göre aldı. Bir kişinin böylesi büyük bir katliamı tek başına işleyemeyeceği gerçekliğini görmezden, duymazdan geldi. Çünkü iktidar, Yakup Şahin'in tutuklanmasıyla "katliamı yapanı yakaladık" demişti.

Katliamın tüm sorumluluğu Yakup Şahin'e yüklendi. Şahin daha önceki duruşmalarda, "Benimle geldiler görüştüler, seni buradan kurtaracağız diye söz verdiler, bir daha uğramadılar", "Gerçek sorumluların isimlerini verdim hala araştırmadınız" demişti. İşte bu noktada nadir görülen bir durum yaşandı, katliamın sorumlusuyla katliamdan zarar görenlerin avukatları aynı hususta ortaklaştı; mahkeme heyeti ise hiçbir iddiayı araştırmadı!

Yakup Şahin açık bir şekilde talimat aldığı isimler olduğunu, bunların araştırılmadığını söylerken, Suruç İçin Adalet Platformu avukatları da dosyaya sundukları delillerin dikkate alınmadığını ve sundukları iddiaların araştırılmadığını vurguladı. Avukat Sezin Uçar, mahkeme başkanının tek görevinin katliamı aydınlatmak olduğunu ancak bunu yapmadığını söyledi. Uçar haklıydı çünkü mahkeme heyeti kendisini katliamı aydınlatmaya değil, katliamın arkasındaki asıl failleri aklamaya vakfetmişti. Heyetin bir başka görevi de kendisine, saraya, iktidara yöneltilen eleştiri ve suçlamaların üzerini kapatmaktı. İşte bu nedenle, mahkeme heyetinin iktidarın talimatıyla hareket ettiği yönünde eleştiride bulunan avukat Sezin Uçar hakkında soruşturma açılması istendi.

Mahkeme, önceden belirlenmiş, sınırları çizilmiş kararı açıklamadan önce Yakup Şahin'den mütalaaya karşı savunmasını istedi. Şahin, "Gökyüzü yarılsa da benim suçsuz olduğuma inanmayacaksınız" dedi. Bu davada kurban seçildiğini ve suçsuz olduğunu iddia etti, mahkeme heyetinin de bu doğrultuda hareket ettiğinin altını çizdi. Hızını alamadı, Suruç İçin Adalet Platformu avukatlarının da hakkını savunmadığı yüzsüzlüğünde bulundu. Şahin, "Katılan avukatlara da yazıklar olsun, benim adil yargılanma hakkımı savunmadılar. Adalete en çok ihtiyaç duyduğum anda beni adaletten mahrum bıraktılar" diyebildi.

Yakup Şahin söylediği gibi hiç de masum değil. Ama bir konuda haklı. Bu katliamı tek başına planlamadı, tek başına uygulamadı. O belki de bu katliamın en küçük parçalarından biri. Ve Suruç katliamı davasında gözden çıkarılan isim. Kapalı kapılar ardından yürütülen anlaşma sonucunda suç üzerine yıkılmış, "kurtarılacağı sözü" verilmiş ancak bir daha aranıp sorulmamış. Devreye giren mahkeme heyeti de sesini çıkarmasın diye, gönlünü hoş etmek için "şefkatle" davranırken aldığı talimat doğrultusunda verdiği cezalarla tüm suçu üzerine yıktı.

Suruç katliamı MİT-devlet-IŞİD ortaklığıyla gerçekleşti, katliamın sorumluları yargı-devlet eliyle korunmaya çalışılıyor. Saray, verilen bu kararla davanın kapatıldığını düşünse de; Suruç için adalet diyen, 33 düş yolcusunun düşlerinin peşinde koşan, bunun için faşizme karşı dövüşenlerin nezdinde mahkemenin kararı yok hükmünde. Çünkü Suruç için adalet mücadelesi ne adliye koridorlarına sığar ne de tiyatro oyunlarının sergilendiği duruşma salonlarına. Suruç katliamının hesabını 6 buçuk yıldır sokak sokak mücadele ederek soranlar, antifaşist birleşik mücadele ile gerçek sorumluların yargılanmasını da sağlayacak. Bugün değilse bile yarın, mutlaka...

Kararın açıklanmasının ardından alkışlarla ve sloganlarla protesto eden aileler, yaralılar ve tanıkların son sözüyle yazı bitmiş olsun, "Sizin kararınızın önemi yok. Biz bitti demeden bu dava bitmez."