1 Ocak 2025 Çarşamba

Özenç Özyürek yazdı | Silahlara veda mı?

Devrim; kitlelerin en kararlı, en dinamik ve en yaratıcı mücadelelerinin ürünüdür. Bununla birlikte her türlü olanak ve aracın sınıf savaşımıyla bütünleştirildiği karmaşık ve zengin bir süreçtir. En nihayetinde de toplumun en önemli sosyal çelişki ve çatışmalarını çözüme kavuşturan şiddet ve zor olayıdır.

Modern çağın krizler toplamını aşmanın yeni yol ve araçlarını bulmaktan yola çıkan postmodern ve postmarksist akımların, kapitalist piyasa ekonomisinin sınırlarını aşmayan, en fazlasıyla onda varolan çatlaklara sızan teorik önermeleri pratik temelde kendini sınıf savaşımının tasfiyesine dayandırıyor. Toplumsal devrimlerin son bulduğu, ezilen halk kitlelerinin devrimci başkaldırı döneminin kapandığı ifadesi, kendisiyle beraber çözümsüz bir boşluk yaratıyor. Tüm bunları yanıtlamaya öncelikle şiddet ve zorun toplumsal ilişkilerdeki yerini tespit ederek başlamak gerekiyor.

Toplumun sınıflara bölündüğü ve devletin sınıfsal egemenliğin taşıyıcı kolonu olarak ayakları üzerine dikildiği tarihten itibaren egemen sınıflar, ezilen halk kitlelerini savaşım araçlarından yoksun bırakma girişimi içerisinde bulundular. Egemen bir sınıf olarak, üretim ilişkilerinin çatışmalar doğuran antagonist durumun sürdürülebilirliğini, ezilen halk kitlelerinin örgütsüz dağınık ve savaşım araçlarından yoksun bırakılmasıyla sağlayabildiler.

Kapitalist üretim ilişkileri altında örgütlenen modern burjuva devlet, zor-şiddet araçlarını kendi bünyesinde toplayarak tekelleştirdi. Politik şiddeti yalnızca egemen sınıfların kullanabileceği örgütlü, yasal bir zor aygıtı olarak işçi sınıfı ve ezilen sınıflara yasaklı hale getirdi. İşçi sınıfı ve ezilenler her türlü politik mücadele aracını sınıf savaşımına büyük bir yaratıcılıkla dahil ederek, bu tekeli kırma yönünde başarılı hamleler yaptı.

Kapitalist piyasa ekonomisinin açık ve gizli savunucuları, devrimci mücadele döneminin bittiğini, toplumsal devrimler çağının 20. yüzyılın bitişiyle beraber son bulduğunu ilan ediyor. Her yanıyla öznellikten ibaret olan bu tespit, gerçek olgularla çelişmektedir. İşçi sınıfı ve ezilenlerin egemen üretim ilişkilerine karşı sınıf savaşımı ile politik bir özneye dönüşme ve toplumsal devrimlerle komünist topluma ulaşma utkusunu arkaik ve çağdışı bir olay olarak değerlendirmek, devrimci gelişmenin sağlayabileceği toplumsal alt üst oluşu frenlemekten başka bir anlam taşımayan kof bir iddiadır. Tarihi durağan, üretim ilişkilerini mutlak gören bu bilincin hiç kuşkusuz ki; ruh hali ve görüş açısı da karamsarlıktır.

Devrim; kitlelerin en kararlı, en dinamik ve en yaratıcı mücadelelerinin ürünüdür. Bununla birlikte her türlü olanak ve aracın sınıf savaşımıyla bütünleştirildiği karmaşık ve zengin bir süreçtir. En nihayetinde de toplumun en önemli sosyal çelişki ve çatışmalarını çözüme kavuşturan şiddet ve zor olayıdır. Engels, tarihte zorun dönüştürücü rolünü ifade ederken, "Toplumların en önemli meselelerini zor yoluyla çözebileceği" değerlendirmesinde bulunur. Karşıt iki sınıfın merkezinde olduğu temel toplumsal sorunların kesin çözümünün devrim veya karşıdevrim lehine örgütlü şiddet aracılığıyla sonuca ulaşacağı, bu yanıyla eski düzeni alt üst eden ve yeni üretim ve toplumsal ilişkileri eskinin direncini kırarak var edenin bu devrimci zor eylemi olduğunun altı çizilir.

Mevcut toplumsal üretim ilişkileri içerisinde politik askeri mücadele tarzını sınıf savaşımının bir parçası olarak ele alma sorunu, proletarya bakımından, şiddet ve zor uygulama tekelinin egemen sınıfların elinden alınması anlamı taşıyor. Egemen sınıf hukuku altında, ezilenlerin burjuva devlet aygıtının saldırılarına karşı kendisini savunma biçimi olduğu kadar, hatta bundan daha fazlası olarak, sınıfsal kurtuluşunu gerçekleştirme yolunda saldırı hakkının meşru biçimidir. Bu nedenle, şiddet uygulama eylemi, meşru bir hak olarak sadece proletarya ve ezilen halklar bakımından doğru ve ahlakidir.

Zora dayalı devrim stratejisi, devrimci şiddet teorisinin somutlaşmış biçimleri olarak gerçekleşir. Politikanın devrimci şiddet araçlarıyla gerçekleştirilmesi, öncü kuvvetlerin saldırı ve direnme eylemleri kadar devrimci kitle ayaklanma stratejisinin uygulanışına dek geniş ve çok yönlü bir tarzda ele alınır. Bu yönüyle, verili üretim ilişkilerinin ortaya çıkardığı hukuk ilkelerinin sınırlarını aşan devrimci eylemin kendi meşru hukukunu ürettiği bir teorik zemin yaratılır.

Burjuva hukuk ilkeleri, modern dünyanın hakim olan toplumsal ilişkiler antlaşması olarak, işçi sınıfı ve ezilenleri kendi düzenlediği toplumsal ilkeleri ortadan kaldırma hakkından yoksun kılar. Bütün zor aygıtlarından yalıtır, politik özgürlüğünü çeşitli biçimlerle kısıtlar veya tümden ortadan kaldırır. Burjuva toplum düzenine karşı gerçekleşen tüm girişimleri resmileşmiş burjuva hukuk düzenine yönelik bir meydan okuma sayarak, suç olarak ifade eder. Burada bir başkaldırı veya mücadele biçimini savunulabilir yapan öz, onun yasal ya da yasadışı olup olmadığı değil, tarihsel olarak oynadığı rolün niteliği, haklı ve meşru bir toplumsal zemine dayanıp dayanmadığıdır. Burada, sınıf savaşımının tek bir mücadele yöntemini diğer araç ve yöntemlere üstün kılmak değil, tüm mücadele araç ve yöntemlerinin devrimci tarzda ve devrim stratejisine bağlı ele alınması savunulmaktadır.

Modern dünya, kapitalist üretim ilişkileri altında bir tröstler diktatörlüğüdür. "Emperyalist küreselleşme ile birlikte dünya pazarı bütünleşmiş, yekpare bir dünya finans piyasası kurulmuş, sanayi üretimi küresel ölçekte örgütlenmiştir." Sermayenin bu boyuttaki egemenliği, milyonlarca insanın üretimden kopmasını, ekosistemin parçalanmasını ve diğer sonuçları doğurdu. Burjuva modern devletin bu krizlere çözümü bölgesel savaşlar, yeşil kapitalizm, dünyanın militarizasyonu ve 3. Dünya Savaşı'nın hazırlanması oluyor. Modern kapitalist dünyanın, şiddeti ve savaşı küresel bir felaket düzeyinde örgütleyip, kitle imha silahı envanterini genişletip, soykırım düzeyinde saldırıları gerçekleştirmesine karşın işçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci şiddet araçlarına yaslanarak politika yapma hakkının "terörizm" olarak kodlanması, demagojinin ötesinde herhangi bir anlam taşımayan ikiyüzlülüktür.

Yasalcılığın ve tasfiyeciliğin sınırları, burjuva hukuk ve üretim dünyasının çizdiği çerçeveyi aşmamaktadır. Ayrıca tutarsız ve demagojiktir. Kapitalist devletlerin kar için üretim hedefi dünyayı barbarlığa doğru yaklaştırırken ezilen halk kitlelerinin kendi kaderini ellerine almak adına başlattıkları politik askeri çıkışlarını ve devrim mücadelesini arkaik ve çağdışı olarak nitelendirmenin demagoji ve tutarsızlık dışında başka bir karşılığı olamaz. Örneğin; her gün bir parçası koparılarak yok edilen Filistin'de kurtuluş hareketlerinin ortaklaşa gerçekleştirdiği Aksa Tufanı hamlesi siyonist İsrail tarafından "terörizm" olarak yaftalanırken İsrail'in Filistin'de bugün ve on yıllardan beri işlediği katliam ve savaş suçlarını hatırlamakta fayda vardır.

İşçi sınıfı ve ezilen halk kitlelerinin kurtuluşu olarak devrim ideali günceldir. Modern kapitalizmin içine düştüğü krizler toplamına onların zemininden çözüm bulmanın olanaksızlığı, kapitalist piyasa ekonomisi ve düşünce yapısının tam karşısında konumlanmayı zorunlu kılıyor. Tarihin sonu ve mevcut ilişkilerin restorasyonunu değil, egemen sınıfların siyaset kompozisyonunun dışına çıkarak çözümler üretmeyi gerektiriyor. Devrim yoluyla politik iktidarı ele geçirerek komünizme ulaşma stratejisi tam da budur.

Son yüzyılda yaşanan toplumsal olaylar, işçi sınıfı ve ezilenlerin çağın gerisinde kalmış kapitalist sermaye egemenliğine karşı başkaldırı ve devrimleriyle doludur. Bunun güncelliğinden veya meşruluğundan yana şüpheye düşmek; varoluşunu sermaye egemenliğinin vicdanına terk eden bir teslimiyetle eş anlamlıdır, proletarya ve ezilen halkları politik özne olmaktan çıkartarak iradesizleştirmektir. Postmodernizm ve postmarksizm bunu yapıyor, proletaryayı devrimci ideolojisinden kopararak kendi düştükleri karamsarlığa çekiyor.

Ezilen halk kitlelerinin Arap devrimci sürecine dönüşen isyan ve devrimleri veya Filistin kurtuluş hareketlerinin siyonizme karşı Aksa Tufanı hamlesi devrimci öncünün politik şiddeti veya politik iktidarı ele geçiren halk devrimleri olarak güncel, nesnel ve ilham vericidir. Bu iki tipteki devrimci şiddet pratiği, barbar sömürgeci dünya düzenine karşı işçi sınıfı ve ezilen halkların devrimci tarzda meydan okumasıdır.

Gerçekte arkaik ve çağdışı hareket eden kapitalizmin geldiği son aşamadır. Artık aşılması gereken bir toplum biçimi olarak yıkılmak zorundadır. Onu savunmak çağdışılıktır, insanın insan tarafından sömürüsüdür.

Gerçekte sonu gelen kapitalizmdir. Kendinden önceki tüm eski üretim ilişkileri gibi gericileşmekte ve yeni toplumsal düzene karşı tüm insanlığı yıkıma götürecek düzeyde barbarca bir karşı direniş sergilemektedir.

İşçi sınıfı ve ezilen halk kitlelerinin sınıf savaşımını çeşitli biçim ve yöntemlerle zenginleştirip geliştirmesi tarihsel varoluş hakkının, devrimci bir sınıf olarak toplumsal rolünün gerekliliğidir. Bunun aksini iddia eden her teori, hangi zeminde olursa olsun, işçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci hedeflerine yönelik bir saldırıdır.