Otomatik pilot
Oy oranlarındaki erime iktidar bileşenlerindeki esneme imkanlarını ortadan kaldıracak türden. Böyle zamanlarda devlet faşizmi adeta otomatik pilot gibi devreye girer. Zihinsel yakınlık ve yatkınlık, bu geçişi ve etki devrini kolaylaştırır. O andan sonra otoriter despotluğun en yetkin isimleri sıradan birer memura dönüşür. Olmakta olan da budur.
20. yüzyılın en önemli edebiyat incelemelerinden biri olarak kabul edilen "Mimesis" adlı eseri geçen yıl Türkçeye kazandırılan Erich Auerbach, 1936 yılında Nazi zulmünden kaçarak Türkiye'ye gelir. Birkaç ay sonra Walter Benjamin'e bir mektup yazar. "Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri" adlı emek yoğun incelemenin yazarı Tuncay Birkan, söz konusu mektupla "Türk milliyetçiliğinin gayet sağlam röntgenini" çekmiştir.
Mussolini ve Hitler faşizmini bilen E. Auerbach, Türkiye'deki fanatik milliyetçiliğin yeni rejime içkin olduğunu teşhis ederken dünyanın o zamanki halinin "Bir bayağılık enternasyonali"ne elverişli olduğuna, Türkiye tecrübesi üzerine emin olmuştur.
Toprak, Atatürk, kültür, ırkçı gibi kimi sıfatlar eşliğinde kullanılan "milliyetçilik" Türkiye egemen siyasetinin sabit noktasıdır. En sakin zamanlarda dahi diplere doğru itilmez. Kritik zamanlardaysa, kanlı bıçaklı parti ve organizasyonlar iç ve dış düşmanlara karşı bu ideolojik bayrak altında toplanıverir.
O çok değiştiği söylenen CHP'nin son vekil hapsetme kindarlığına karşı HDP'yi tanımazdan gelme, vekilleri ölüye sayma tutumu, oradaki milyonlarca oyun bütün cazibesine karşın, derinlerdeki o refleksin yansımasıydı. Bir yolunu bulup CHP ile ortak yol yürüme sevdasına kapılanları dahi çileden çıkarabilecek bu devlet refleksi, Türkiye sathındaki ezilenlerin özgücüne dayalı örgütlenme ve büyüme-gelişme stratejisi haricindeki bütün arayışların önünde sonunda akamete uğrayacağını bir defa daha gösterdi.
Fanatizm siyasal milliyetçilikle siyasal İslamcılığın müşterek noktası olarak, 'öteki' olarak kodlanan bütün kesimlerin hayatını zindana çevirmeye devam ediyor. 'Barış' ve 'birlik' gibi bütün çağrıların istisnası o çevrelerdir. Vurgulamaya gerek yok; Kürtler bu istisnanın değişmez bileşenidir.
Özdeş, homojen toplum yaratma hevesi çok etnisiteli bütün ulus devletlerin hakimiyetindeki coğrafyaları cehenneme çevirmiştir. Yaklaşık yüz yıllık despotik cumhuriyet hikayesi bunu anlatır. Şimdilerde devlet hizmetine koşulan politik İslamcı ve ırkçı milliyetçi reaksiyonerlik, iktidar surlarında açılan gedikleri bu yolla tamir ederek tahkimata girişiyorlar. Ayasofya tartışmasıyla aynı anda, Camiye Bizans bayrağı dikildiği haberlerinin o amaç doğrultusunda köpürtülmesi rastlantısal değil. Yeter ki düşman yaratsın bütün bu gerilimler. Düşmansız faşizm varlığını sürdüremez, bu nedenle düşman bulmak, imal etmek ve yok etmeye girişmek alameti farikasıdır.
Türkiye'de Kürtler (yanı sıra Müslüman olmayan kesimler), dindarlar ve önce sosyalistler, 1960'ların sonundan itibaren de devrimciler milliyetçi ulus devletin asıl düşmanları sayıldı. AKP ile birlikte politik İslamcılık, otantik dindarlığı da paramparça ederek devletleşti. Kürtler ve devrimciler düşman kategorisinde olmayı sürdürüyor. Bir daha 'Kürtler'in asimile olabileceği ümidine kapıldılar ve kısa zamanda imkansızlığını görecek klasik tutuma döndüler.
Dolayısıyla karşı devrim cephesinin hiçbir bileşeni açısından 'Kürtler', bununla özgürlük taleplerini yükselten politik mücadele içindeki dinamiği kast ediyoruz, eşit söz hakkına sahip muhataplar değildir, öyle sayılmamaktadır. Kürdistan özgürlük hareketine hakaret etmeden HDP'ye dair en sıradan cümleler dahi kurulmamaktadır.
Amerikan propaganda filmlerindeki Vietnamlıların temsili neyse bugün 'Kürtler' o kapsamdadır. Ölümsüzleşen evlatlarına dahi hakaret edilmektedir. Dilde ve duygu dünyasında lince hazır hale getirilen sivil faşist kitleler, uygun koşullarda İslam da bu duygularla harekete geçirilebilir. Bu atmosferi yaratarak, tehdit biçiminde kullanarak özgürlük mücadelesi yürütenleri maniple etmek de bir devlet tarzıdır ayrıca.
Son MGK kararları pek dikkat çekmemiş görünüyor. Oysa orada Kürdistan özgürlük hareketinin ilk-öncelikli tehdit olduğu vurgulandı. Önemi şurada: Son beş yılda Cemaat şebekesi de öncelikli statüdeydi. Anlaşılıyor ki oraya ayrılan kuvvet de Kürdistan'daki devrimci mücadelenin dağıtılması amacına hasredilecektir. Bu amaca ulaşana veya amaçlarıyla aralarında uçurum oluşana, yani iktidar olma halleri son bulana kadar fanatik reaksiyonerlik sürdürülecektir.
Oy oranlarındaki erime iktidar bileşenlerindeki esneme imkanlarını ortadan kaldıracak türden. Böyle zamanlarda devlet faşizmi adeta otomatik pilot gibi devreye girer. Zihinsel yakınlık ve yatkınlık, bu geçişi ve etki devrini kolaylaştırır. O andan sonra otoriter despotluğun en yetkin isimleri sıradan birer memura dönüşür. Olmakta olan da budur.
Cumhuriyet tarihine şöyle bir baktığımızda Kürtlere ve devrimcilere karşı şu stratejinin sekmeden işlediğini görürüz: Otoriter despotluk bu iki "düşman"ı maniple etmeyi, erken-hazırlıksız harekete geçmeye, polisiye tedbirlerle yarmaya ve bu arada dayandığı kitle gücünü dağıtmayı ilke edinmiştir.
Şu sıralarda, pek çok arsız itham ve tutumla, bir demokratik halk cumhuriyeti için mücadele eden HDP'nin de benzer bir kıskaca alındığını söylemek gayet mümkün. Vurgulamak gerek: Bütün bu dönemlerde devlet kendi içinde krizlidir, çatışmalıdır, yekpare devlet hali yoktur. Ancak bütün hizipler ve bloklar milliyetçilik paydasında buluşmuştur. Şu sıralar, CHP adına AKP'ye ateş püsküren ve bu arada ne denli milliyetçi olduklarını söyleyerek bunu da 'Harbiye Marşı' okuyarak yapanlar bunu bir kez daha doğruluyor.
HDP, yüzde 11-14 oy oranları arasında gidip gelen ve baraj sorunu bulunmayan bir parti. Kadro kırımına uğradı, uğruyor. Merkezi genel politikayı, il, ilçe, mahalle yerellerinde kitle örgütlenmeleriyle bunu artırmak ve pratik politikadaki kilit parti olma vasfını daha ileriye taşıyabilir.
CHP ile ittifak gibi bir sonuç vermeyecek amaçlar yerine CHP'nin tabanındaki milyonları "aşağıdan" ve doğrudan etkileyerek kapsamak, bunu etki alanını genişletecek biçimde bütün topluma yaymak çok daha gerçekçidir.
İktidar uyguladığı tazyikle HDP'yi kontrolsüz tepkilere itmeye gayret ederken buna karşı serinkanlı bir tutumla kuruluş ilkelerinde derinleşmek en etkili cevap olacaktır. Seçimlere bağlı olmadan, kurucu-kalıcı halk örgütlenmelerine girişen, olanaklı bütün biçimlerle ekonomik-sosyal-kültürel dayanışma biçimlerini etkin olarak örgütleyen bir HDP'yi kimse maniple edemez.
İktidar koalisyonu güç kaybına uğruyor. Rejim krizi sürüyor. Kendisini yürürlükteki yasalarla sınırlamayan devrimcilerin Kürdistan'daki mücadelesi sürüyor. Kürdistan'ın Uluslar arası statü kazanma dönemi olgunlaşıyor. Moral üstünlük, bütün ulusların-halkların eşitliğini teminat altına alan demokratik halk cumhuriyeti mücadelesinden yana. Türkiye'nin batısı da otoriter despotluk dayatmasına karşı, Gezi ile aynı özgürlük amacını paylaşan halk hareketinin mekanı olacaktır. İyimserlik, çalışkanlık ve iradecilik Türkiye ve Kürdistan halklar cumhuriyetinin kapısını açacak anahtarlardan birkaçıdır, üçü de ellerimizdedir.