16 Eylül 2024 Pazartesi

Osman Tiftikçi yazdı | Haziran-Ağustos 1927 Yenice-Nusaybin demiryolu grevi ve kadınlar

Tarih 5 Mart 1998. Daha öğlen olmamış. Dünya Emekçi Kadınlar Gününden 3 gün önce, Yenice-Nusaybin demiryolu grevinden 71 yıl sonra. BTS'li (Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası) kadınlar, Haydarpaşa'da makas başında rayların üzerine oturmuşlar, sendika pankartını açmışlar, trenlerin çalışmasına izin vermiyorlardı.

KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu), Kamu Sendikaları Kanunu'nda  grev ve toplu sözleşme hakkı olmadığından sendika yasasının Mecliste görüşüleceği 4 Mart 1998 tarihinde Ankara Kızılay meydanında sendika yöneticilerinin katılacağı bir direniş ve Türkiye'nin her yerinde sendikalardaki kadro üyelerin örgütleyeceği  iş bırakma kararı almıştı. BTS bu karara hakkıyla uymuş, İstanbul'da ve Türkiye genelinde iş bırakmıştı. Eylem 5 Mart'a sarkınca Haydarpaşa'da Bölge Müdürü'nün ihbarı üzerine polis kadın erkek 32  BTS kadrosunu gözaltına alarak  grevin sona ermesini ve trenlerin çalışmasını sağlayacağını düşünmüştü ancak bu sonuç hiç de polisin düşündüğü gibi olmadı. Daha önce sendikal eylemleri örgütlemede, üyeleri yönlendirmede hiç görev almamış, karar vermemiş, inisiyatif kullanmamış olan BTS'nin örgütlü, direngen kadın üyeleri iş başa düşünce kendileri karar vererek, inisiyatif kullanarak, kararlı bir şekilde harekete geçtiler ve raylara oturarak, trenlerin çalışmasını engellediler ve eylemi devam ettirdiler. Öğleden sonra da ellerinde çiçeklerle karakola giderek, serbest bırakılan arkadaşlarını sevinç göz yaşlarıyla karşıladılar.¹

Kadınların raylara oturarak trenleri engellemeleri ilk defa olmuyordu. 1927 yılı bahar ve yaz aylarında, bir Fransız şirketinin işlettiği Yenice-Nusaybin hattında çalışan demiryolcuların kadın ve çocukları, onlara desteğe gelen Adanalı kadınlar, çevre fabrikalarda, tarlalarda çalışan işçi kadınlar da aynı şeyi yapmışlardı. Defalarca trenlerin önüne oturan kadınlar grevin kırılmasına engel olmuşlar, demiryolu çalışanlarının haklarını almaları için mücadele vermişlerdi.

BTS'li kadınlar bunu bilmiyorlardı. Çünkü tek partili Cumhuriyet döneminde Kürtlere, gayr-ı Müslimlere, sol harekete yapılanları görmezden gelen resmi tarih yazımı, işçi eylemlerine de zararlı, tarihten silinmesi, unutturulması gereken olaylar olarak bakıyordu. Bu nedenle, o dönemdeki işçi eylemlerine ve bu eylemlerin ayrıntılarına ilişkin kaynaklar çok sınırlıdır. O dönemin günlük basını ölümlü işçi eylemlerinin bile üzerine gitmemekte, araştırmamakta, soruşturmamaktadır. Örneğin İstanbul Liman Şirketi İdaresi'nde çalışan yaklaşık 3000 işçi ve mavnacı Ocak 1927'de greve gitmişti. Güvenlik güçlerinin greve müdahale etmesi üzerine çatışma çıkmış, bazı kaynaklara göre 5 polis ve 11 grevci ölmüştü. Böyle bir eylemin ayrıntılarını bile bilmiyoruz. Çünkü 1927 yılında düzen içi muhalif basın bile yoktu. 1925 yılında Takrir-i Sükun Kanunu ile hükümet sözcüsü olmayan, solcu, İslamcı, liberal bütün yayın organları kapatılmıştı.

Yenice-Nusaybin demiryolu grevinin ayrıntılarını, kadınların bu grevin devam etmesinde gördüğü rolü de tesadüfen öğrenebildik. Bir araştırma grubu, TÜSTAV Komintern arşivinde bulunan Osmanlıca bir metni, Balya-Karaaydın maden şirketine ait dosya sanarak incelemeye başlıyor. Fakat metnin, Yenice-Nusaybin grevini yöneten üç işçi temsilcisinden biri olan Komünist Fırka üyesi Alaaddin'in ("Fahrof yoldaş") raporu olduğu anlaşılıyor. Rapor Türkçeye çevriliyor (transkripsiyonu yapılıyor), konuyla ilgili Cumhuriyet arşivleri, yerel ve ulusal gazeteler üzerinde çalışılıyor ve sonuçta, Şeyda Oğuz'un derlediği "1927 Adana Demiryolu Grevi" kitabı ortaya çıkıyor.² Grev hakkında ayrıntılı bilgileri bu rapora ve onu açığa çıkaran ekibin değerli emeklerine borçluyuz. Dolayısıyla, lokomotifin önüne oturan BTS'li kadınların, daha önce de benzer bir eylem yapıldığını bilmemelerinin sorumluluğu, onlara ait değildi.

YENİCE-NUSAYBİN DEMİRYOLU GREVİNİN NEDENLERİ
Demiryolu hattı bir Fransız şirketi tarafından işletiliyordu. Demiryolu çalışanlarıyla Fransız şirketi arasındaki anlaşmazlık 1927 Haziran ayında, bayram avanslarının ödenmemesi üzerine başladı. Adana tren deposunda çalışanlar greve gittiler ve polis müdahalesine rağmen eylem devam etti. Hükümet temsilcilerinin araya girmesiyle şirket avansları verdi ve grev o gün bitirildi.

Daha sonra işçiler şirkete ait bütün hat boyu çalışanlarını (işçi, memur, müstahdem) ilgilendiren 30 maddelik bir liste hazırladılar. Bu liste, Tatil-i Eşgal Kanunu gereği hükümete ve şirkete verildi sonra da görüşmeler başladı. İstemler içinde yer alan ücretlerle ilgili maddeler dışındakiler süreç içinde hükümet yetkilileri tarafından listeden çıkarıldı. Bu istemlerden biri, demiryolcuların birlikte çalıştıkları gayr-ı Müslim personelle ilgiliydi. Yeni Adana gazetesinin yazdığına göre, hatta ve idarede çalışan 850 işçi ve memurun 750'si Türk, 100'ü gayr-ı Müslimdi.³ Demiryolcular;
"Hükümetçe memuriyetleri tesbit ve tayin olunan müdür haricinde gayrı-Türk bulundurulmaması"nı istiyorlardı. Alaadin;
"Mutalebatımızda (istek listemizde O.T) bunların tardını ve yerlerine Türklerin ikamesini istiyorduk." diye yazıyordu. (s. 17)⁴

Alaaddin grev sırasında, polislere müdahale etmemeleri için yaptığı konuşmada da; 
"Makine üzerindeki Bedros'u indirip yerine bir Türk makinist koyarsanız, o zaman amele dağılıp trenin hareketine müsaade ederiz" (s. 44) diyecektir. 
Demek ki Komünist Fırka üyesi Alaaddin'e göre, grev kırıcısı gayr-ı müslim değil de Türk olursa sorun kalmayacaktı! 
Daha önce 1923 Kasım ayında yapılan Orient Express grevinde de işçi istekleri arasında: "gayr-ı müslimler ve yabancı uyruklular aramızdan temizlensin" istemi vardı.⁵
Demiryolcular ve genel olarak işçi sınıfı, devletin zorla Türkleştirme, gayr-ı Müslimleri ekonomik hayatın her alanından (işçilik ve esnaflık dahil) kovma politikasının ağır etkisi altındaydı. Devletin bu ideolojik etkisi işçi örgütlenmesi ve eylemleri üzerinde son derece olumsuz sonuçlar yaratıyordu.

GREV TATİL-İ EŞGAL KANUNU'NA UYGUN BİÇİMDE YAPILDI
Tatil-i Eşgal Kanunu (TEK), II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte patlak veren işçi eylem ve örgütlenmelerini engellemek için, 8 Ekim 1908'de geçici kanun olarak kabul edilmiş ve 27 Temmuz 1909'da kalıcı hale getirilmişti. Kanun sendika kurmayı yasaklıyor, örgütlenme hakkını dernekle sınırlıyordu.

Kanun grevi yasaklamıyordu. Cumhuriyetin ilk döneminde yapılan grevler bu kanuna göre yapılmıştı. Anlaşmazlık halinde, üç işçi, üç işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan uzlaştırma kurulu devreye giriyordu. İşçi temsilcilerinin yetkili olabilmeleri için çalışanların salt çoğunluğunun imzalarını almaları gerekiyordu. Yenice-Nusaybin grevinde, hem hükümet yetkilileri hem de şirket, grevi işçilerin yasal hakkı olarak görmüşlerdi.

Örneğin Dahiliye Vekili, Yenice-Nusaybin hattı grevi ile ilgili olarak Başvekalete yazdığı 14 Ağustos tarihli yazıda, "Mesai serbest olduğu cihetle uyuşulamadığı takdirde grev yapmak amelenin hakkı olduğu(nu)" bildiriyordu (s. 86).
10 Haziran'da ilk grev yapıldığında Adana tren deposuna giden hükümet yetkilileri işçilere; "Tatil-i Eşgal Kanunu mucibince hareket edecek olursanız hükümet te sizinle beraberdir.  Ve o zaman hakkınızı istediğiniz gibi alırsınız. Hakkınız verilmezse ancak o zaman kanun dairesinde grev yapabilirsiniz" demişlerdi (s. 13).

1936 yılında Tatil-i Eşgal Kanunu kaldırılarak yeni iş kanunu kabul edildi. Yeni kanunla Tatil-i Eşgal Kanununda bulunan hak kırıntıları da tümüyle yok edildi. Sendika kurmak, grev yapmak yasaklandı. 1938 yılında kabul edilen yeni Cemiyetler Kanunu ile işçilerin dernek kurması bile yasaklandı. Böylece başında M. Kemal Atatürk'ün bulunduğu Cumhuriyet dönemi, işçi hakları ve demokratik haklar bakımından tarihimizin en yasakçı, en anti-demokratik dönemi olarak tarihe geçti.

GREVİN GELİŞİMİ VE KADINLAR
Demiryolcular demirci ustası Alaaddin"i, marangoz Halil'i ve şef tren Nuri Efendileri temsilci olarak seçtiler. İşçi temsilcileri yazdıkları salahiyatnameyi (yetki belgesini) imzaya açtılar ve hat boyunda çalışan 850 demiryolcunun çoğunluğunun imzasını topladılar. Ardından 30 maddelik istek listesini 1 Temmuz'da hükümete, üç gün sonra da şirkete verdiler ve görüşmeler başladı. 11, 16, 17, 18 ve 19 Temmuz'da yapılan görüşmelerde sonuç alınamadı. Bunun üzerine Ankara'dan, içinde Demiryolları Genel Müdürü Ahmet Muhtar Bey'in de bulunduğu bir heyet gönderildi. Bu heyet önce Adana'da işçi temsilcileriyle görüştü. Sonra da şirket müdürüyle görüşmek için Halep'e, şirketin ayağına kadar gitti. Heyet 8 Ağustos'ta Adana'ya geri döndü. Heyet şirketin isteklerini işçilere dayatınca, bununla da kalmayıp Ahmet Muhtar Bey; "Grev yapacak olur iseniz, bundan sonra da karşınızda bizi göreceksiniz. Grev yapın da göreyim." (s. 37) diye tehditler savurunca, 10 Ağustos saat sekizde bütün makineler depoya alındı ve grev başladı.

Şirketin hükümetten kuvvet istemesi üzerine polis ve jandarma depoya geldiler. Saat 13.00'te Mersin istikametine bir tren çıkartılmak istenmesi üzerine hat üzerinde toplanan demiryolcular treni durdurdular. Bunun üzerine polisler saldırıya geçip, işçileri döverek dağıttılar. Fakat işçi temsilcilerinin olay yerine gelmesi üzerine işçiler tekrar toplandılar ve polis saldırısına taşla karşılık verdiler.  Polisin havaya ateş açması üzerine, silah sesini duyan civar fabrikalardaki işçiler de koşarak olay yerinde toplandılar. Polis ateş etmeye devam ederken, jandarma da saldırıya geçti. Bunun üzerine işçiler kaçmaya başladılar, kaçamayanlar tutuklandı. Tutuklanan emekçi sayısı 32 idi. Yani 1998 yılında Haydarpaşa'da gözaltına alınan demiryolcu sayısıyla aynı. Üç saat süren bu mücadeleden sonra tren hareket etti. 

Alaaddin'in raporunda, grevin ilk gününde kadınların rolü üzerine bir bilgi yok. Fakat demiryolcuların avukatı İlhami Bey 11 Ağustos tarihli Yeni Adana gazetesinde çıkan açıklamasında, işçi ailelerinin de eyleme katıldığını ve demiryoluna yattıklarını söylüyordu: "Ameleye isnat edilen fiil nihayet bir trenin işlemesine karşı ailelerinin hat üzerine yatmış olmalarından ibarettir. Bunun bir cürm teşkil etmeyeceği erbab-ı hukukça malum ve müsellemdir (herkesçe kabul edilmiştir O.T)." (s. 104)

Polis ve jandarmanın greve karşı tavrı, özellikle de silah kullanması, yerel basının da sert tepkisi ile karşılaştı. Yerel basın demiryolcuların eylemini haklı buluyordu.

Grevin 3. günü demiryolcular bir treni Mamure'de (Demirkale) durdurdular. İşçiler makinisti, hareket müfettişini ve diğer müdürleri trenden indirdiler ve dövmek istediler. Emniyet güçleri müdahale edip bunları işçilerin elinden aldı ve treni hareket ettirmeye kalktı. Bunun üzerine demiryolcuların kadınları, çocuklarıyla beraber hattın üzerine yattılar ve karşı koydular. Polis bu direnişi kıramadı. Kadınlar emniyet güçlerinin saldırısını püskürtüp, karşı saldırıya geçmek için hazırlanmaya başladılar. "Kadınlar(ın) da ellerine sopalar alarak hücum etmek üzere hazırlandıklarını" (s. 49) gören şirket yanlıları, treni gerisin geri Osmaniye'ye hareket ettirdiler. Amaç takviye alarak geri gelmek ve direnişi kırmaktı. Nitekim Osmaniye'de Vali yeni kuvvetlerle birlikte trene bindi ve tren tekrar Mamure'ye geldi. Ama bu arada Mamure'deki grevcilere de demiryolu dışından gönüllü kuvvetler katılmıştı:"Kadınları zorla hattın üzerinden atmaya çalıştıkları esnada, kadınların üzerine taarruz edildiğini haber alan yakın köylüler ve kadınları, grevci amelelere yardım etmek üzere sopalar ve kazmalarla mahall-i vakaya (olay yerine O.T) gelmişlerdir. Köylü kadınlar da iştirak edince, kadınlar trenin üzerine hücuma başladılar. Grevci amele de kadınlara bir taarruz olursa, onlar da taarruza hazırlanıyorlardı." (s. 50)

Vali, demiryolcuların Tatil-i Eşgal Kanununa aykırı davrandıkları gerekçesiyle, askerlere süngü taktırıp kadınların önüne dikti ve onlara dağılmalarını söyledi. Buna karşılık kadınlar; "Dağılmayacağız! Ne isterseniz yapınız" diye bağırdılar.
Kadınların direnişi karşısında çaresiz kalan Vali, yalvar yakar bir duruma düştü. Vali hükümetin hakların alınmasına yardım edeceğini söylüyor, "Allah aşkına dağılınız!" diye yalvarıyordu. Kadınlar insafa gelip treni bıraktılar (s. 50).

4. gün Adana'dan hareket ettirilmek istenen bir treni gene kadınlar engellediler. 5. gün Mamure'de raydan çıkan (daha doğrusu grevciler tarafından raydan çıkarılan) trene yardım için Adana'da bir imdat treni hazırlandı. 08.45'te hareket eden tren makas başında amele kadınları tarafından durduruldu. Alaaddin'in yazdığına göre bu eylemde kadınları örgütleyen, Komünist Fırka ile ilişki içinde olan Kara Fatma idi. Alaaddin imdat treninin hazırlandığını haber alınca, "kadınların reisi Kara Fatma'yı çağırıp ona talimat verdik. (…) Kadın kitleleri Kara Fatma'nın idaresinde hareket ediyorlardı." (s. 55) diye yazıyordu.⁶ Kadınların bir kısmı makinistleri taşlarken, bir kısmı arka vagonlara girdiler. Polis müdahale edince kadınlar daha da inatlaştılar. Kadınlar bunları yaparken erkekler de 1 km uzakta tarlada, gerektiğinde müdahale etmek için beklemektedirler. Bu sırada, olayı duyan Adana halkı istasyonda toplanmaya başladı. Bu durum karşısında polis müdahaleyi göze alamadı. Aradan üç saat geçti. Demiryolcuların Cemiyet başkanı⁷ ve iki kişi polis tarafından kadınları ikna için, eylem yapan kadınların içine gönderildi.
"Fakat (bu üç kişi O.T) kadınların yanına gelir gelmez hücum eden kadınlar: ‘Biz kocalarımızı tanımıyoruz. Bizi hiçbir kuvvet dağıtamaz, bu treni bırakmayacağız.!' demeleri üzerine, tornacı Mecit Efendi kendi ailesini almak istediği için hücum eden kadınlar giden heyete dayak atmaya başladılar. Ve polis memurlarının yardımıyla zorla kadınların ellerinden kurtulmuşlardır." (s. 56)
Eylemcilere rağmen tren gene de yavaş yavaş hareket ettirilir ama hiç kımıldamadan rayların üzerinde bekleyen kadınların önünde durmak zorunda kalır. Bu sırada Adana'daki kadınlar da harekete geçirilmiştir: "Tarla içerisinden şalvarlı Arap kadınları ve caddelerden de araba ve otomobillerle diğer amele kadınları akın akın gelmeye başladılar. Zabıta kuvveti bu kadınlara engel olmak istedi ise de muvaffak olamadılar. Kadınların kollarından tutmaya korkuyorlardı. İşte gelen kadınlar da iltihak edince kuvvetlenen kadın kitlesi tekrar makineye hücum etmeye başladılar.  Bu defa jandarma kuvveti de işe karıştı." (s. 56, 57)

Kolluk güçleri kadınlara dağılmalarını emrediyor ve onları güç kullanmakla tehdit ediyordu.  
"Kadınlar bağırıp çağırmaktan bu emri hiç işitmediler. Askerler de kadınların üzerine yürümeye cesaret edemiyorlardı. İşte bu sırada itfaiyeye makineden (buharlı lokomotif O.T) sıcak su sıkmak üzere emir verildi." (s. 57)
"Hortumların bağlandığını gören kadınlardan birkaç kişi: ‘Amanın kardaşlar, makineden sıcak su sıkacaklar, bak daha hala kocalarımız karşıdan seyrediyorlar. Bizi tavuk gibi haşlayacaklar. Hükümetin kuvvetine karşı gelinmez. Haydin kaçalım!' diye söylüyorlardı. Fakat haberdar olan diğer kadınlar: ‘Ne isterlerse yapsınlar, bu treni bırakmayacağız!' demeleri üzerine emme basma tulumbalar harekete geldi ve dört taraftan kadınların üzerine su sıkmaya başladılar. Kadınlarda hasıl olan zihniyet dolayısıyla ‘Yaşasın Cumhuriyet!', ‘Allah sizden razı olsun. Sabahtan beri güneş altında kavruluyorduk. Hiç olmazsa biraz serinlettiniz!' diye dua etmeye başladılar. Fakat suyun şiddetinden birkaç kadın bayıldı ve çarşafları parça parça oldu. Bu vaziyet karşısında tarla içerisinde karşıdan vakayı seyreden ameleler(in) hepsi koşa koşa mahall-i vakaya geldiler. Fakat bu amelelerin içerisinde yalnız depo ameleleri olmayıp Adana'dan diğer fabrikalardaki ameleler de iltihak etmişlerdi. Müdde-i umuminin (savcını O.T) otomobilini saran ameleler de bağırmaya başladılar. Ve tulumbalar hemen durduruldu. Jandarmalara da süngü tak emri verildi." (s. 57)

Polisler temsilci Alaaddin'i aldılar. Savcı Alaaddin'e, yaptıkları hareketin kumpanyaya karşı değil hükümete karşı olduğunu söyledi ve onu; "kadınları nasıl teşvik ettiysen şimdi de öyle dağıt" diye payladı. Alaaddin de, "Ben kadın murahhası değilim, amele murahhasıyım." diye cevap verdi ve kadınlara sözünün geçmeyeceğini söyledi. Ama sonunda Alaaddin kadınların yanına gitti, onlardan "bu treni hükümetin hatırı için bırak(malarını)" (s. 58, 59) istedi. Alaaddin kadınları ikna için onlara, hükümete değil, kumpanyaya karşı isyan ettiklerini ve haklarını alana kadar böyle kalacaklarını anlatıyordu. 

Alaaddin'in bu tavrı anlaşılmaz bir şey değildi.  Alaaddin ve demiryolcular hükümeti tümüyle karşılarına alabilecek bir güce ve örgütlenmeye sahip olmadıklarının farkındaydılar.  Kadınlar işçi temsilcisi istediği için eylemi bıraktılar. Direniş beş saat sürmüştü (s. 60.) İmdat treni hareket etti, polis müdürü ve savcı Alaaddin'e teşekkür ettiler. Üç saat sonra da Osmaniye'den trenin susuz kaldığı ve durduğu haberi geldi. Grevciler Alaaddin'in de bilgisi ve isteği dahilinde, istasyonlardaki suları boşaltmışlardı. 

ADANALI KADINLARIN DİRENİŞİ, O DÖNEMİN FEMİNİST HAREKETİNİN VE GENEL OLARAK KADIN HAREKETİNİN BİR YANSIMASIYDI
Demiryolcu kadınlarının gösterdikleri direniş ve Mamure'de köylü kadınların, Adana'da şalvarlı Arap kadınlarının, ev kadınlarının, işçi kadınların onlarla gösterdikleri kız kardeş dayanışması tesadüfi değildi. Demiryolu hattı boyunca ortaya çıkan ve günlerce süren bu kadın dayanışmasında, o dönemin Türkiye'sinde mevcut kadın hareketinin, feminist hareketin önemli etkisi vardı. 

Bunu derken, dönemin örgütlü tek kadın hareketinin ve kadın hareketinin önde gelen isimlerinin bu eylemi açıkça desteklediklerini söylemek istemiyoruz. Hatta durum tam tersiydi. Örneğin Nezihe Muhiddin'in başında olduğu Türk Kadın Birliği (TKB) eylemle ilgili hiçbir açıklama yapmadı. Böyle bir açıklama zaten TKB'nin mücadele anlayışına uygun değildi. Ayrıca TKB son günlerini yaşıyordu. Fakat dönemin kadın hareketinin öne çıkan isimleri, örneğin Suat Derviş, Sabiha Zekeriya (Sertel) gibi isimler de Adana'da kadınların direnişi üzerine bir şey demediler. Halbuki olay hem yerel (Yeni Adana, Türk Sözü) hem de günlük basında (Cumhuriyet, Milliyet, Vakit, İkdam gazeteleri gibi) epeyce yer almıştı. Ve genel olarak basın grevcilerden yana bir tutum içindeydi. Yani grevden ve eylemci kadınlardan söz etmek riskli bir iş sayılmazdı. Sabiha Zekeriya (Sertel) o yıllarda Resimli Ay isimli aylık dergiyi çıkarıyordu. Sabiha Türkiye'deki feminist hareketi; seçkin, burjuva bir hareket olduğu, kadınların ve işçi kadınların ekonomik durumlarıyla ilgilenmediği için eleştiriyordu. Resimli Ay dergisinde Adanalı emekçi kadınların sorunları ve direnişleri üzerine hiçbir yazı çıkmadı.⁸

Dönemin kadın hareketinin Adanalı kadınlar üzerinde etkili olması, kişilerin tavırlarından bağımsız bir olguydu. Cumhuriyetin ilk döneminde II. Meşrutiyetten kalma etkili bir kadın hareketi, feminist hareket vardı. 1927 yılında bu hareket henüz tümüyle silinmemişti.  Kadın hareketi Halide Edip, Ulviye Mevlan, Nezihe Muhiddin, Sabiha Zekeriya, Suat Derviş, Yaşar Nezihe (Bükülmez), Kara Fatma gibi popüler isimler çıkarmıştı.  Kadınlar işgale karşı yapılan mitinglerde (örneğin İstanbul ve Kastamonu mitingleri) konuşmacı ve katılımcı olarak yer almışlardı. Kadınlar seçim hakkını mecliste ve kamuoyunda bir tartışma konusu haline getirmişlerdi. Kadınlar Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası'nın merkez yönetimine seçilmişlerdi, Kadınlar Halk Fırkası'nı kurmuşlardı.⁹ Kadınların eylemi 1927 yılı seçim çalışmalarına denk gelmişti. TKB bu seçimde de kadınlara seçim hakkı kazanmak, seçimlere fiilen katılmak için etkili bir kampanya yürütmekteydi. (Bu N. Muhiddin ve TKB'nin son kampanyası olacaktır.) Özetle toplumsal olaylara duyarlı ve müdahale etmeye istekli bir kadın çevresi yaratılabilmişti. Adanalı emekçi kadınların bu genel havadan etkilendiklerini düşünmemek için hiçbir neden yok.

Yerel basının direnişten yana tavır alması yani Adana genelinde grevcilerden yana esen olumlu hava da Adanalı kadınları cesaretlendirmiş olmalıdır. Meşrutiyet döneminin devamı olan feminist hareket M. Kemal tarafından 1928 yılı başında fiilen, 1935'te de resmen bitirilecektir.

GREVİN ÇÖZÜLEREK SONA ERMESİ
Yukarıda anlattığımız grevin beşinci gününden sonra demiryolcular arasında anlaşmazlıklar çıkmaya başladı. Daha doğrusu eylem uzadıkça, hareketin zayıf yanları ön plana çıktı. Alaaddin ve öncü işçilerin kitle üzerindeki kontrolü hızla zayıfladı. İşçi temsilcilerinin grevi canlı tutma çabaları sonuç vermedi.

Türkiye işçi sınıfı Cumhuriyetin ilk döneminde belki de tarihinin en kötü durumunu yaşıyordu. Güçlü bir siyasi destekten, siyasi örgütlenmeden yoksundu. Sendikal örgütlenmesi bile yoktu. Basın tümüyle hükümetin elindeydi ve buna karşı bir alternatif oluşturulamamıştı. En önemlisi, işçi sınıfı ideolojik olarak devletten, resmi ideolojiden kopamamıştı. Devleti yöneten egemen sınıfların temsilcilerini dost, müttefiklerini (Kürtler, gayr-ı Müslim emekçiler ve ezilenler, tek adam yönetimine karşı duran liberaller, reformist İslamcılar gibi) düşman biliyordu. Cumhuriyetin ilk döneminin, işçi hakları bakımından tarihimizin en anti-demokratik dönemi olmasının altında da işçi sınıfının bu zaafları yatıyordu.

1927 yılında, rakiplerini yok etmiş, sindirmiş, ne isterse yapabilen, kendini kabul ettirmiş bir tek adam yönetimi vardı. Genel hava işçi sınıfından yana değildi. Nadiren gerçekleşen işçi eylemleri hükümetin müdahalesiyle  başarısızlıkla bitiyordu. Yenice-Nusaybin demiryolu grevi de böyle bitti.

Demiryolcular, bölgedeki ticaret, sanayi ve tarım burjuvalarının da ağır baskısı altındaydılar. Bunlar aralarında toplanıyorlar ve ilgili bakanlıklara hattın bir an önce açılması için telgraflar çekiyorlardı (s. 116). Adana-Nusaybin demiryolu grevi sadece Fransız şirketini değil, Türkiye ekonomisini de etkileyen bir grev olmuştu. Böyle olduğu için Başvekil (İsmet Bey), Dahiliye, Nafia nazırları grevle bizzat ilgileniyorlardı. Yazıyı uzatmamak için bu konuya ayrıca girmiyoruz.

Grevin onuncu günü şirket müdürü Fulye, trenle, yolda hiçbir engelle karşılaşmadan Halep'ten Adana'ya geldi. Uzlaştırma kurulu Adana'da bir kere daha toplandı. Yüzde 25 zam isteğiyle greve başlayan demiryolcular, şimdi yüzde 15'e razıydılar. Fakat Fulye yüzde 7'de ısrar ediyordu. İşçi temsilcileri, daha önce yaptıkları gibi gene salonu terk ettiler ama bu sefer grev yapabilecek güçleri kalmamıştı. Bunu bilen hükümet gecenin saat on birinde işçilerin beklediği tren depoya bir polis gönderdi. Polis işçilere yarın saat sekiz buçukta herkesin iş başı yapmasını bildirdi, bu hükümetin kararıydı.

Ertesi günü polisler Fulye imzalı ve şirketin isteklerini dayatan bir ilanı işçilere dağıttılar. İşçi temsilcileri 24 Ağustos'ta grevin bittiğini bildirdiler. Şirket ve işçi temsilcileri arasında bir anlaşma bile imzalanmamıştı. Şirket istemediği işçileri işe almadı, grevin önde gelen işçilerini işten attı. Hükümet bunlara hiç ses çıkarmadı. Alaaddin grevin sonucunu tek cümleyle şöyle özetliyordu:"Hükümetin amele aleyhine geçmesiyle, amele bir şey kazanamadı." (s. 82) 
Nafıa Nazırı Behiç Bey de 24 Ağustos'ta Başvekil İnönü'ye gönderdiği yazıda unu yazıyordu: "tedabir-i inzibatiye iyi netice vermiştir" (s. 90).

HÜKÜMETİN TAVRI
Adana Valisinin, polisin, jandarmanın, Ankara'dan gönderilen heyetin greve karşı tavrını gördük. Adana'daki yöneticiler, şirket yetkilileri sıkı fıkı ilişkiler içindeydiler. 10 Haziran'daki ilk grevde hükümet yetkililerinin tavrını takdir eden şirket, polis müdürüne ve polislere 500'er lira mükafat vermiş, onlar da kabul etmişlerdi (s. 14). İkinci grevi engellemek için de şirket vali vekiline ve polis müdürüne yemek vermişti (s. 18). Ankara hükümetinin, başbakan ve bakanların tavrı da farklı değildi.

Demiryolcular hükümetin sonradan aleyhlerine döndüğünü zannediyorlardı ama hükümet başından beri grevin ve işçilerin karşısındaydı. Hükümet işçileri değil, emperyalist sermayeyi ürkütmemeyi, grevin yerli ticaret, sanayi, tarım burjuvalarına çıkardığı sorunlara son vermeyi, grevin işçilerin siyasi bilinç ve örgütlenme düzeyini geliştirecek sonuçlara yol açmamasını   düşünüyordu. Başvekil İsmet (İnönü) daha grevin birinci gününde (11 Ağustos), Nafıa Nazırı Behiç Bey'e; "Grevin komünist propagandasına ihtiras vesilesi olmasına mahal verilmemesi için dikkatle takip buyurulmasını bilhassa rica ederim efendim" (s. 85) diye yazıyordu.

Behiç Bey Başvekil İsmet'e verdiği cevapta Demiryolları Genel Müdürünü Adana'ya, işçilerin "Grev yapmamalarını temine çalışma(sı)" için gönderdiğini, "Grev halinde şimendifer taburuyla işletmeyi temin etme(yi)" düşündüğünü ve "bu husus hakkında Hariciye Vekili ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye (Genelkurmay O.T) ile görüştü(ğünü)" bildiriyordu (s. 85).

Behiç Bey grevi kırmak için Afyon'da bir "şimendifer taburu" hazırlamıştı. Grevin sonuna kadar, bu taburun gelip gelmeyeceği ile ilgili haberler basında yer aldı (s.114, 128). Bizim tahminimiz, grev bölgedeki güçlerle kırılabildiği için bu taburun gönderilmesine ihtiyaç duyulmadığıdır. İçten çözülmeye başlayan grevi bitirmek için Mersin'deki jandarma taburu yeterli olmuştu. Behiç Bey'in, grevi kırsın diye Adana'ya gönderdiği, Demiryolları Genel Müdürü Ahmet Muhtar, işçi temsilcileri ile yaptığı toplantıda; Behiç Bey'i "şimendiferciler babası" olarak anlatıyordu. Ahmet Muhtar; "Behiç Bey hakikaten şimendiferciler babasıdır. Ve bu mesele için bütün gayretiyle çalışıyor" diyordu (s. 31). Gerçekten de Behiç Bey grevi ikna yoluyla, olmazsa silah zoruyla sona erdirmek için bütün gayretiyle çalışmaktaydı.

Behiç Bey 1947 yılında, grev yapılan Fransız şirketinin kurduğu Cenup (Güney) Demiryolları Şirketi'nin Türkiye'deki Meclis İdare Reisliği'ne getirilecek ve şirket kapanana kadar (1957) bu görevi sürdürecektir.

1) Eylemle ilgili olarak verdiği bilgiler için BTS kurucu kadrolarından Ayşen Dönmez'e teşekkür ederiz.
2) 1927 Adana Demiryolu Grevi, Derleyen: Şeyda Oğuz, TÜSTAV yayınları Mayıs 2005
3) Muzaffer Timurtaş, "Zamanıdır", Yeni Adana, 13 Temmuz 1927.
Şeyda Oğuz'un derlemesinde Yeni Adana gazetesinin Temmuz sayılarına yer verilmemiş. Biz gazetenin Temmuz 1927 ayına ait, bulabildiğimiz sayılarını da gözden geçirdik. Gazete arşivine ulaşmamızı sağlayan Şener Ekiz'e teşekkür ederiz.
4) Kaynak belirtmediğimiz sayfa numaraları, Şeyda Oğuz'un derlemesine aittir.
5) Derinden Gelen Kökler 1, Maden-İş Tarihi Çalışma Grubu, DİSK Birleşik Meta-İş Sendikası Sosyal Tarih Yayınları, Temmuz 2017, s. 51
6) Kara Fatma (Fatma Seher Erden 1988-1955) Milli Mücadele kahramanlarından biriydi. M. Kemal ona gözü karalığından dolayı "Kara" ismini vermişti. Kara Fatma'ya önce teğmenlik, 1922 yılında da üsteğmenlik rütbesi verilmiş, sonra da emekli edilmişti. Kara Fatma emekli maaşını olduğu gibi Kızılay'a bağışlamıştı. 
Kara Fatma'nın yaşam hikayelerinde, onun Yenice-Nusaybin demiryolu grevindeki rolünden ve Komünist Parti ile ilişkisinden söz edilmiyor. (Ayşe Hür, Kara Fatma'nın 1922 yılı 1 Mayıs kutlamalarına katıldığını ve Sovyet Diplomatı Aralov'la tanıştığını da yazıyor.) Bu konu galiba sadece grevin öncü işçilerinden Alaaddin'in anlatımında var. Alaaddin'in Kara Fatma ile ilgili yazdıklarının doğru olduğuna inanmamak için bir sebep yok. Çünkü Alaaddin'in anlatımları, günlük basında çıkan haberlerle tamamen uyum içindedir. Yani Alaaddin hiçbir şeyi uydurmuyor. Kara Fatma'nın daha sonraki yaşam hikayesi de bize göre Alaaddin'in anlattıklarını doğrulamaktadır. Maaşını bağışlayan Kara Fatma, aklını kaçırmış kızı ve torunlarıyla baş başa işsiz, evsiz ve aç bırakılmış, maaş bağlanması isteği kabul edilmemiş, resmen süründürülmüş ve Darülacezede can vermiştir. Muhalif kadınlara, örneğin komünist şairimiz Yaşar Nezihe'ye (Bükülmez), hatta Nezihe Muhiddin'e yapılanların daha beteri Kara Fatma'ya yapılmıştır. Bunca kinin bir nedeni olmalı.
7) İşçilerin 30 maddelik istemleri arasında şirketin Cemiyeti tanıması da vardı. Belirttiğimiz gibi işçiler sendika değil dernek kurabiliyorlardı. Adana'daki demiryolcuların üye olduğu ve toplantılarını yaptığı bu derneğin ismini ve başkanını bilmiyoruz. Mütareke döneminde (1918-1923) siyasi partiler hatta sosyalist partiler bile kurulabilmişti ama işçiler sendika kuramamışlardı.
8) Resimli Ay dergisinin arşivi Beyazıt Kütüphanesi'nde mevcuttur.
9) Osman Tiftikci, Türkiye'de Kadınların Seçim Hakkı Mücadelesi, Hakk-ı İntihab 1908-1935, Notabene Yayınları.