Ortadoğu bölgesel savaşı ve saflaşmalar tablosu
Siyonist faşist İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, ABD ve AB emperyalizminden aldığı güç ve destekle Ortadoğu'da savaş saldırganlığını pervasızca sürdürüyor. İran başta olmak üzere düşman devletleri açık ve topyekun bir bölge savaşına çekmeyi amaçlıyor.
8 Ekim 2023'ten beri Ortadoğu'da bölgeselleşen bir savaş gerçeği var. Yaklaşık on aylık savaşta Gazze, siyonist savaş makinasıyla yerle bir edildi. Filistin ulusu soykırıma tabi tutuldu. 40 bini aşan Filistinli dünyanın gözü önünde her türlü savaş suçu işlenerek katledildi. Bu acımasız ve haksız savaş yeni boyutlar kazanarak sürüyor. Son iki haftalık zaman diliminde siyonist İsrail, Lübnan ve İran'ın başkentlerini iki suikastla vurdu. Çok özel hedeflenmiş bu suikastlar "direniş ekseni" devletleri ve güçlerine karşı yeni bir meydan okuma anlamına geliyor.
Filistin-İsrail savaşı gibi görünen savaş aslında bölgesel bir savaş olarak gelişip somutlanıyor. Filistin ulusal direniş güçlerinin 7 Ekim Aksa Tufanı hamlesi, ilk olarak dünyasal ve bölgesel saflaşma tablosu yarattı. Bu savaş saflaşmasında beklendiği gibi siyonist İsrail, ABD, İngiltere ve AB emperyalizmi aynı savaş blokuna dizildi. Siyonist İsrail ve emperyalist müttefiklerinin karşısında Filistin, İran, Suriye, Lübnan ve Yemen bölge devletlerin oluşturduğu ve adına "direniş ekseni" denilen bloku yer aldı. Bu iki blok arasındaki savaş bugün esasen açık ve topyekun biçimde Filistin'de sürüyor. Bölge sathına ise giderek sayısı artan tekil ve taktik vuruşlar biçiminde yayılıyor.
Siyonist İsrail'in Filistin'de yürüttüğü soykırımcı savaş, bugünkü düzeyi açısından topyekun ve açıktan bir bölgesel savaş boyutuna varmamış olsa da bölgesel bir karakter taşıyor. Çünkü daha başından beri İsrail siyonizmi savaşı Lübnan, Suriye, Yemen ve İran'a taşıdı. Filistin'e açık politik ve mali-askeri ve lojistik destek ve dayanışma içinde olan bölge devletlerine mütemadiyen ve özel tipte savaş saldırılarında bulundu. Bu devletlere saldırarak "casus belli" koşulları yarattı. Hava saldırıları, suikastlar yaptı. Ekonomik ve askeri altyapı tesislerini vurdu. Bu nedenle "direniş ekseni" olarak saflaşan İsrail siyonizmi ve batı emperyalizmi karşıtı bölge devletleri, halkları ve farklı meşrepten politik örgütler bu bölgesel savaşın dolaylı ve dolaysız aktörleridir.
Siyonist İsrail'in Tahran ve Beyrut'ta Hamas siyasi lideri İsmail Haniye ve Lübnan Hizbullah komutanlarından Fuat Şükür ve Ali Cemaleddin Cevad'a düzenlediği kalleş suikastlar, savaşın bölgesel karakterini somutlayan son üç done oldu. Filistin'e yönelik sömürgeci ve soykırımcı başlangıcından itibaren Lübnan ve Suriye'ye neredeyse kesintisiz nokta hedef vuruşlarla saldıran siyonist İsrail, Yemen'de Husilerin Filistin direnişine doğrudan cephe açarak katılmasıyla, savaş saldırganlığını ABD ve İngiltere ile birlikte Yemen'e taşıdı. Yemen Husilerine ağır savaş misillemelerinde bulundu. Ekonomik ve askeri alt yapısına zarar verdi. Yemen bu savaşta yüzlerce sivil ve savaşçı kaybı verdi.
7 Ekim'den bu yana İsrail'in Lübnan'a saldırılarında toplamda 344 kişi katledildi. İsrail'e karşı direnişin önünde yer alan Hizbullah, 32 savaşçısını Suriye ve Golan tepelerinde kayıp verdi. Son olarak İsrail 27 Temmuz'da işgal altındaki Golan Tepeleri'nde Dürzilerin yaşadığı Mecdel Şems beldesinde bir futbol sahasında 12 kişiyi katletti. Suçu Hizbullah'a yükleyerek Lübnan'a karşı savaş hazırlığına girişti. Lübnan da Dürzilerle Hizbullah'ı karşı karşıya getirme ve yeni iç savaş provokasyonu yolunu döşemeye çalıştı. İran'ın Suriye'de ve Irak'ta kaybettiği yüzlerce milis ve asker bu savaş tablosunun diğer bir parçasıdır ve İsrail saldırganlığı ve savaşı bölgeselleştirme gerçeğini sarih biçimde anlatmaktadır.
Filistin'in komşusu olan iki devlet, Lübnan ve Suriye, siyonist İsrail'in açık savaş cepheleriydi. Bölgenin emperyalist jandarmalığını yapan siyonist İsrail, bu iki açık savaş cephesine İran'ı da dahil etti. İran, Filistin-İsrail savaşında dolaylı savaş cephesi konumundaydı. Örtülü ya da vekalet savaşı denilen bir savaş formuyla rolünü ifa ediyordu. Öteden beri Filistin'i bölgesel jeopolitik konum ve kapasitesinin imkanlarıyla destekliyordu.
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesiyle birlikte İran'ın İsrail'in stratejik yenilgiye uğratılmasını temel strateji olarak benimsediğini söyleyebiliriz. Bu amaçla bölgesel jeopolitik kapasitesini Lübnan ve Yemen üzerinden realize etmeye hasretti. İsrail'in stratejik yenilgisi öncelikle Filistin direnişinin varlığını uzun soluklu sürdürmesine bağlıydı. Yemen ve Lübnan'ın Filistin direnişine açık desteğinin sürdürülmesi, "direniş ekseni"nin güçlenmesi, İsrail'in uluslararası kamuoyu ve dünya halkları nezdinde soykırımcı olarak damgalanması, İsrail'in içten bölünmesi ve savaş iradesinin çözülüp Gazze işgalinden geri çekilmesi İsrail'in Filistin direnişi karşısında stratejik yenilgisinin diğer temel koşullarıydı.
İsrail'in yenilgisi demek İran'ın bölgesel ve emperyal kuşatmayı yarması demekti. Emperyalistlerin kuşatmasından kurtulmuş bir İran, bölgesel emperyal güç olarak gelişebilir ve emperyalist sistemle kendi şartlarıyla bütünleşme amacını gerçekleştirebilirdi. Tüm bunları gören İsrail'in İran'a bu imkanı tanıması eşyanın tabiatına ve kendi varlık hakkına aykırıydı. İran'ın İsrail'i yıpratma ve stratejik yenilgiye uğratma stratejisine açık cepheden savaş karşılığını verdi. Bu yüzden siyonist İsrail, İran'ın Şam Büyükelçiliğine saldırarak İran'ı doğrudan ve açık savaş cephesi haline getirdi. İsmail Haniye'nin Tahran'da suikastla vurulması İsrail'in ikinci kez İran'ı açık ve topyekun savaşa davet etmesi anlamına geliyor.
İran, Şam'daki konsolosluk binasının vurulmasına, İsrail'i stratejik yenilgiye uğratma politikasına uygun askeri cevap verdi. Saldırıya karşılık 350 füze ve SİHA ile İsrail'i vurdu. İsrail'in stratejik yenilgisi için taktik yenilgi ve darbeleri göğüsleyerek, "stratejik zafer için stratejik sabır" görüş açısıyla hareket eden İran'ın, İsmail Haniye suikastıyla ağır bir darbe aldığı açıktır. Lübnan'daki Fuad Şükür suikastı direniş ekseni ve İran için çarpan etkisi büyük bir taktik yenilgidir. İsrail bu suikastlarla İran'ı küçük düşürdü, güçsüz gösterdi, taktik ve psikolojik üstünlük elde etti. Yanı sıra kısa vadede Filistin'le olası ateşkes müzakerelerini de önleyip öteledi.
İran, bölgesel güç olarak Filistin-İsrail savaşının bölgeselleşen karakterini belirleyen temel öznedir. Çünkü bölgedeki direniş ekseninin ana gücünü oluşturuyor. İran bölgesel devlet olarak bu gücünü verili tarihsel jeopolitik konumundan alıyor. Ortadoğu'nun diğer bölgesel güç devletleri olarak varlığını kanıtlayan İsrail, Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan'dan farklı ve daha güçlü bir jeopolitik konum ve kapasiteye sahiptir. Şiilik olgusu bu jeopolitik konumun arka planını oluşturuyor.
Bölgedeki Şii hilalin tek hegemonik gücü olan İran, aynı zamanda Sünni Arap bölge devletlerinin İsrail ve ABD'ye ram olması hasebiyle politik konjonktürde hegemonyasını sürekli güçlendiriyor.
Siyonist faşist İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ABD ve AB emperyalizminden aldığı güç ve destekle Ortadoğu'da savaş saldırganlığını pervasızca sürdürüyor. İran başta olmak üzere düşman devletleri açık ve topyekun bir bölge savaşına çekmeyi amaçlıyor. İran'ı böyle bir savaşa çektiği koşullarda ABD ve AB emperyalizminin de savaşa sürüklenip İsrail'in yanında savaşacağını hesaplıyor. Ortadoğu'da ABD ve AB'nin gücünü arkalayarak direniş eksenini dağıtıp yenilgiye uğratmayı, özellikle İran'ın askeri, ekonomik alt ve üst yapısını esaslı biçimde tahrip etmeyi, net bir savaş zaferiyle İsrail'in bölgesel jandarmalık ve istisna dokunulmazlık konumunu yeniden tesis etmeyi arzuluyor. Bu amaçla Ortadoğu halklarını bir kan deryasında boğmaktan sakınmıyor. Bugün topyekun bölgesel savaş tehlikesi büyüyor.
İran ve Lübnan'a saldırının öncesinde ABD'ye giden Netanyahu, Amerikan Kongresi'nde faşist nutuk attı. 57 kez ayakta alkışlandı. Beyaz Saray, siyonist savaş ve soykırım suçlusu Netanyahu'nun sırtını sıvazlayıp katilliğini kutsadı. ABD egemenleri bir kez daha saflarını belli etti. ABD ezilenleri, halkları ise üniversitelerde, sokaklarda, meydanlarda mazlum ve direnen Filistin halkıyla saflaştı, mücadelede yoldaşlaştı.
Ortadoğu'da artan siyonist saldırganlığa ve bölgeselleşen savaşa karşı halklarımız egemenlerin ve ezilenlerin karşısında doğru saflaşmalıdır. Ezilen halkların safı ezilenlerin haklı savaşı ve direnişidir. Devletlerin, zalimlerin ve egemenlerin yanı değildir. Türkiye ve Bakurê Kürdistan'daki politik islamcı hareketler saray rejiminin güdümünde ve faşist şefin sahte siyonizm karşıtlığıyla saflaşıyor. Türk burjuva devletinin faşist şefi T. Erdoğan emperyalizmin ve siyonizmin işbirlikçisidir. Faşist saray rejiminin şefi "Karabağ'a girdiğimiz gibi ansızın bir gece İsrail'e gireriz" demagojisi üfürüyor. Oysa ikiyüzlü faşist şef, İsrail'e sahte kabadayılık jestleri ve demagojik tiratlar eşliğinde İsrail'e askeri ve ekonomik tüm desteği sunuyor. Politik islamcı faşist şef Erdoğan'ın tüm afra-tafraları sahtedir. Takiyeci Tayyip'in safı soykırımcı siyonizm ve ABD'nin yanıdır.
Emekçi sol hareketimiz bölgeselleşen savaş gerçeğine uygun olarak halklarımızı Filistin ve Kürdistan ulusal özgürlük sorununda doğru ve devrimci bir politik saflaşma güzergahına çekmelidir. Faşist şefin halklarımızı emperyalizm ve siyonizme yedekleyen politikasını politik ajitasyon ve eylemin konusu haline getirmelidir. Filistin davasının eylemini ve bayrağını daha yükseltmelidir. Faşist egemenlerin pis emelleri uğruna halklarımızın özgürlük özlemleri ve değerlerini kirletmelerine asla izin vermemelidir.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 09 Ağustos tarihli 179. sayı başyazısı.