21 Kasım 2024 Perşembe

Olcay Çelik yazdı | 100. yılda devrimsiz demokrasi hayalleri

Buradan bakıldığında, "Cumhuriyetin sahibi kim" sorusuna farklı, hatta zıt saiklerle de olsa aynı yanlış cevabı veren ve sonucunda da demokratikleşmeyi ulus-içi ya da iki ulus arasındaki müzakere sorunu olarak gören restorasyoncu solun ve Kürt Ulusal Demokratik Hareketi'nin materyalizmin değil, idealizmin tezlerinden hareket ettiği görülebilir.

Cumhuriyet'in 100. yılı emekçi sol hareketteki restorasyon hayallerini benzin döküp harlamış görünüyor. Utangaç sahiplenmeler yerini gururlu kutlamalara, hatta savunma yeminlerine terk ediyor.

Her temsil düzeyinde gördüğümüz açıklama ve çağrılar, Kürt Ulusal Demokratik Hareketi'nin de 100. yılında Cumhuriyetten bir demokratikleşme beklentisi içerisinde olduğuna işaret ediyor. Egemenlere karşı ezilenlerin ittifakı tezinin, burjuvaziyi de içerecek şekilde "Türk-Kürt ittifakı" olarak yeniden formüle edilmesi bunu gösteriyor.

Restorasyoncu sol ile Kürt Ulusal Demokratik Hareketi'ni aynı beklentide buluşturan şey "Bu cumhuriyet kimin" sorusuna (apayrı saiklerle de olsa) verdikleri aynı hatalı yanıt oluyor. İkisi de Cumhuriyetin sahibini Türk burjuvazisi değil, topyekun Türk ulusu olarak görüyor ve bu sınıfsız kavrayış da sınırsız beklentilerin doğmasını koşulluyor.

Sorarsanız, restorasyoncu sol bu tespitimize itiraz edecek, Cumhuriyetin bir burjuva cumhuriyet olduğunu gayet iyi bildiğini söyleyecektir. İyi de, bugün Türk burjuvazisinin iktidarını tehdit eden daha gerici bir sınıf mı vardır? Burjuva cumhuriyet, örneğin, feodal beyler tarafından işgal mi edilmiştir de işçi-emekçiler burjuvaziyi savunmaya çağrılmaktadır? Burjuva cumhuriyete düşman bellenen AKP bizzat Türk burjuvazisinin bir blokunun dolaysız, diğerinin de dolaylı temsilcisi değil midir?

Restorasyoncu sol için sorunun "gerici" burjuvaziye karşı peşine takılınan "ilerici" burjuvazinin iktidarını savunma sorunu olduğu hemen görülebilir. Burada kullanılan emekçi söylemler sadece aldatıcı birer süsten ibarettir çünkü sömürücülük şiddeti açısından bu bloklar arasında zerrece fark yoktur, olmamıştır ve olmayacaktır. Kavgaları mülksüzleştirmede aslan payını kimin alacağı kavgasıdır.

Yani bugün mücadele bayrağı haline getirilen Cumhuriyeti savunma çağrıları sınıfsal bir karakter taşımıyor, aksine, Cumhuriyeti "sınıfsız, sömürüsüz, kaynaşmış bir kitle" olarak topyekun Türk ulusunun kendi malı olarak gördüğünden, demokratikleşme sorununu da bir sınıf/halk devrimi değil, restorasyon sorunu olarak koyuyor. Diğer bir deyişle restorasyon hayali burjuvaziden kopuşamamanın zorunlu bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.

Kürt Ulusal Demokratik Hareketi'nin yeni dönem tezlerinin çıkış noktası elbette bu ulusalcı tezin tam zıddı ancak "Bu Cumhuriyet kimin" sorusuna belli ki bugün o da sınıfsız bir cevap vermeyi seçiyor. "Türk-Kürt ittifakı", Türk tarafının egemen sınıflarını da içerecek şekilde iki ulus arasında tasarlanıyor.

Bu iki ulusun kime karşı ittifak edeceği sorusu bir kenara, görülüyor ki en azından Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde benimsenen burjuva muhalefet ile ortaklaşma taktiği sürdürülmek isteniyor. Bu da Türk burjuvazisinin (ya da en azından bir blokunun) öyle ya da böyle demokratikleşme kabiliyetine haiz görüldüğü anlamına geliyor.

Oysa iktidarda hangi blok olduğundan bağımsız olarak Türk burjuvazisi için demokrasi yokluğu ve faşist terör, sermaye birikimini sürdürmenin temel bir koşulu olageldi her zaman. Hem kuruluş zamanlarındaki ilksel birikim ihtiyacını sömürgeci ve soykırımcı faaliyetleriyle sağlamış olması, hem emperyalizmin bir yarı ve yeni-sömürgesi olmasından kaynaklı yetersiz sermaye birikimi ve yaşadığı ağır ekonomik krizler, hem de bunların bileşik bir sonucu olarak ezilenlerin önlenemeyen devrimci kabarışları Türk burjuvazisinin pek çok kez faşizmi devreye sokmasını zorunlu kıldı. Birikimi talancı bir tarzda sürdürmek ve işçiyi ucuz, örgütsüz, eylemsiz ve birbirine düşman tutmak ancak böyle mümkün olabildi. İşçi sınıfı ve halklar üzerindeki cenderenin az biraz gevşetildiği sınırlı dönemlerde ise burjuvazinin başına gelmeyen kalmadı, iktidarı hemen sallantıya düştü. Türk burjuvazisi bu "hatalarından" dersler çıkardı cendereyi her seferinde daha da fazla sıktı.

Küresel kapitalizmin on yılı aşkın bir süredir içinden çıkamadığı, çıkmasının da beklenmediği durgunluk koşullarında, emperyalizmin bir mali-ekonomik sömürgesi olan Türkiye'nin burjuvazisi birikim hızını koruyabilmek için dahi emek-gücünün değerini bugünkünden çok daha fazla ucuzlatmak ve hatta yeni pazarlara ve kaynaklara el koymak zorunda. Bu da işçi sınıfını kuşa dönmüş haklarından dahi mahrum bırakmasını ve Kürdistan'a statü tanımak bir kenara, işgalciliği-sömürgeciliği de misliyle artırmasını gerektiriyor. Dolayısıyla nesnel bir eğilim olarak bugün gelişmesi beklenen şey demokratikleşme değil, ancak faşist terörünün artışı olabilir.

Kısacası, emperyalist kapitalizmin demirden kanunları Türk burjuvazisinin zaten sahip olmadığı demokratikleşebilme kabiliyetinin tüm nesnel zeminini ortadan kaldırmış durumdadır bugün.

Buradan bakıldığında, "Cumhuriyetin sahibi kim" sorusuna farklı, hatta zıt saiklerle de olsa aynı yanlış cevabı veren ve sonucunda da demokratikleşmeyi ulus-içi ya da iki ulus arasındaki müzakere sorunu olarak gören restorasyoncu solun ve Kürt Ulusal Demokratik Hareketi'nin materyalizmin değil, idealizmin tezlerinden hareket ettiği görülebilir.

Materyalist tahlil ise bize Türkiye'nin demokratikleşmesi sorununun bir devrim sorunu olduğunu, şu ya da bu blokunun değil, bir bütün olarak işbirlikçi-tekelci burjuvazinin iktidarı yıkılmadan faşizmin yıkılamayacağını ve halkların politik özgürlüğü kazanamayacaklarını gösterir. Demokrasi ancak ve ancak Türkiye-Kuzey Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliği* bayrağı altında mümkün hale gelebilecektir. Bu devrimi gerçekleştirebilecek olan temel ittifak da Türkler arasında veya Türkler ile Kürtler arasında değil, Türkiye işçi sınıfı ve Kürt halkı arasında kurulabilir. Burası tahlillerimizin döne dolaşa varacağı yer değil, başlangıç noktası olarak ele alınmalıdır.

*Kürdistan'ın kendi başına kurtuluşu olanaklıdır. Ancak her parçada sömürgeci ülkenin işçi ve emekçileri ile ittifak kurulması ve ayrılma hakkı korunarak o parçadaki bütünün (Türkiye'nin, Suriye'nin, İran'ın, Irak'ın) devrimi için mücadele edilmesi Kürdistan devriminin tamamlanması ve güvencelenmesi için aşılması gereken bir eşiktir. Burada "Türkiye-Kuzey Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliği" ifadesini kullanmamızın sebebi budur.