Nehir Doğan yazdı: Kadın adaleti ve Berfin
Berfin'i linç eden herkesin bilmesi gereken; kadın dayanışması ve kadın özgürlük mücadelesi "Kadınların iradesini başkalarına teslim etmemesi" için verilir. Burada her zaman "doğru" karar vermesi şartı da aranmaz.
Hukuk, insanla insan ve insanla-devlet arasındaki ilişkiyi düzenleyen kurallar olarak her daim devleti elinde bulunduran sınıfın yani burjuvazinin çıkarlarını koruyan bir aygıt oldu. Adalet ise güçlünün zayıf üzerindeki baskısının aksine eşitsizlerin eşitliğinin sağlanması olarak tarihin her döneminde ezilenlerin mücadele konusu oldu. Kadın özgürlük mücadelesi bakımından hukukun erkek oluşu "kadınlar için adalet" talebinin yanında "kadın adaleti" gündemini hep canlı tuttu.
Kadınlar için adalet; burjuva hukuk kurallarının erkek lehine uygulanmasına itirazdır. Kadına karşı işlenmiş suçlarda erkeği koruyan değil kadın lehine düzenlemeler yapılması ve uygulanması mücadelesidir. Demokratik kadın hareketi bu konuda çok yol kat etti ve erkek adalet karşısında mücadele etmeye hala devam ediyor. Ezilenlerin ve kadınların, cins eşitlikçi ve özgür bir yönetim kurmak için iktidarı eline almasına kadar da devam edecektir.
Kadın adaleti ise adaleti, burjuva hukuk kuralları ile sınırlandırmadan, insanlığına yabancılaşmış erkeğin aksine kadının; kendi cinsine ve insanlığına yabancılaşmadan eşitsizler için adalet mücadelesi yürütmesi, uygulamasıdır. Bu mücadele sadece erkek egemen kapitalist sistem de değil komünizme kadar sürecek ve ancak toplumsal cinsiyet normlarının ortadan kalktığı bir düzende son bulacaktır.
Toplum Covid-19 salgını ile baş etmeye çalışırken gündemde olan iki konu kadın adaletini içselleştirmeye ihtiyacımız olduğunu gösterdi. Birincisi salgında büyük risk grubu sayılan hapishane koşulları ve maphusların durumu, ikincisi ise İskenderun'da yüzüne kezzap atan erkeği affeden Berfin Özek'in yaşadıkları.
Salgında tüm maphusların ayrım yapılmaksızın serbest bırakılması talebi kimi kadın örgütleri ve kadınlar tarafından "Kadın katilleri ve tecavüzcüleri bırakamazsınız" öfkesine dönüştü. Bu talebe kadın katillerini, kadına yönelik şiddeti önlemek için hiçbir önlem almadan bırakmanın erkek şiddetini veya kadın cinayetlerini artıracağı yönlü itirazlarda vardı ki, bunlar son derece haklı itirazlardı. Ama salgının hızla yayıldığı ve hapishanede kalmanın maphuslar bakımından ölüm anlamına geldiğini tespit ettiğimiz bu koşullarda, insani bir hak olarak salgından korunmak için tahliye olması gerekenler arasında ayrım yapmak doğru değildir. Bu, kadın adaleti ile bağdaşmaz. Tıpkı tecavüz ve istismar suçlarına idam cezasını istememek gibi. Kadınlar, tecavüz ve istismar suçlarının kadına ve çocuğa karşı işlenmiş en ağır suçlardan biri olduğunu bilir. Aynı zamanda bunun erkek egemen sistem tarafından meşrulaştırılan, tek tek erkeklere cesaret verilerek yaygınlaştırılan ve yargının cezasızlık politikası ile ödüllendirilen suçlar olduğunu da bilir. Bu nedenle suçun şahsiliği gereği ceza çekmesini, cezanın caydırıcı özelliği olması için ağır olmasını isteriz. Ama idamın çözüm olmadığını ve ölümün bir ceza olarak uygulanmasının insan hakkına aykırı olduğunu da bilir, idam cezası talep etmeyiz.
Bir diğeri ise İskenderun'da eski erkek arkadaşı tarafından yüzüne kezzap atılan Berfin'in, o erkeği affederek hapishaneden çıkmasını sağlaması üzerine yazılan çizilen onca şey. Berfin'i suçlayan mı ararsınız, "şiddeti hak ettiğine" hüküm vereni mi, bu erkekleri kadınlar yetiştiriyor deyip suçu bizde bulanı mı, "Berfin kesin tehdit edilmiştir yoksa böyle bir karar vermez" diyeni mi, davasından el çekip bir daha dayanışma göstermeyeceğini söyleyenini mi… Kısaca kendini hakim yerine koyan ve mahkeme kurup birbirinden farklı karar veren onlarca kadın gördük sosyal medyada. Kadın dayanışmasından ne anlaşılması ve ne olması gerektiğine dair yazanlar içimize su serpse de bir de kadın adaleti açısından birkaç kelam etmeye ihtiyaç var.
Berfin'i linç eden herkesin bilmesi gereken; kadın dayanışması ve kadın özgürlük mücadelesi "Kadınların iradesini başkalarına teslim etmemesi" için verilir. Burada her zaman "doğru" karar vermesi şartı da aranmaz. Söz konusu erkek şiddeti olduğunda kadın dayanışmasını amasız-fakatsız büyütürüz aramızda. Bir kadın kocasından şiddet görür ve o eve geri döner. Bir kez daha şiddet gördüğünde "Sen o eve döndün ve şiddeti kabul ettin" demeyiz. Ya da bildik bir ezberle kadının bu tercihini kabul edilebilir sebeplerle açıklamaya çalışmayız. Bir kadının çocukları için şiddet gördüğü eve dönmesi ile bir kadının onu yaralayan erkeği "seviyorum" veya "evleneceğiz" diye affetmesi arasında hiçbir fark yok. İkisi de geleneksel kadınlık halidir ve tek tek kadınlarda değil toplumsal yaşamda cins bilincinin gelişmesi ise değişebilecek bir gerçekliktir. Ne yapacağız peki o zaman kadar "Nasıl olsa erkeği affeder, evine döner" veya "haklı bir gerekçesi yok" diyerek sessiz mi kalacağız erkek şiddetine. Tabi ki hayır. Biz tek tek kadınların erkek şiddeti karşısında ne yapıp ne yapmadıklarına bakmadan toplumsal bir sorun olan ve kaynağını erkek egemen sistemden alan kadına yönelik şiddetle mücadele etmeye devam edeceğiz. Bu arada tek tek kadınların bu şiddete maruz kalmaması, kalanların kendini yalnız hissetmemesi, yargının erkek adalet değil kadın adaleti temelinde kararlar vermesi ve kadın özgürleşmesinin bireysel yolunu yürüme cesareti kazanması için mücadele etmeye devam edeceğiz.
Bunu yapmamızın temel kriteri her kadının bizimle aynı fikirde olarak aynı yolu yürümek istemesi olmayacak. Kadınlara "her kadın doğru kararlar verir, doğru yapar" ön kabulü ile yaklaşmayacağız. Biz erkek egemenliğine dayalı bu düzeni eşitsiz olduğu için reddediyoruz. Bu düzenin kadınlarla ilgili oluşturduğu her yargıyı ve düşünüş biçimini de kabul etmiyoruz. Bu nedenle mücadelemiz temel ekseni her bir kadının ne yapıp ne yapmadığı veya neye zorlanıp- zorlanmadığı değil erkeklerin kadın cinsini nasıl sömürdüğüdür.