Mustafa Öner yazdı | Bir düzen iki kurum: Devlet ve Aile
Devlet ve aile; devrimcinin önüne sürekli engeller çıkartan, devrimci yaşamdan caydırmak isteyen iki temel kurum. İkisinin de farklı farklı çektikleri çitler devrilip aşılmadan gölgeleri devrimcilerin üstünden hiç eksik olmaz. Dönüp dolaşıp yine istedikleri çemberin içine döndürmeden vazgeçmezler. Devrimcilerin, gölgeleri-çitleri aşamadığı sürece, her zaman bu kurumlar aracılığıyla düzene geri dönme riski vardır, yadsınamaz bir olasılıktır bu.
İnsanın yaşamında iki önemli gün vardır. Bunlardan birisi doğduğu gün, ikincisi de gençliğe adım attığında nasıl bir yaşam sürdürmek istediğine karar vereceği gündür. İlkinde içine doğduğu çevresel koşullarla ailenin ilgisi-bakımı yetişmesine etki eder. İkincisinde ise iki temel kurum olan devletin ve aile kurumunun otoritesiyle, çizdiği sınırlarla karşılaşır.
Devrimci adayı bir gencin somutunda düşünülürse önünde iki seçenek vardır. Biri; ailenin ve devletin yönlendirdiği, sınırlarını belirlediği, iradeyi ipotek altına alan düzenle ailenin koyduğu kurallarla uyumlu bireysel yaşam. Bu yaşam biçiminde kendi özgür iradesinin geçerliliği yoktur. Özneleşme yerine nesne olarak kalma hali vardır. İkincisi ise; kendi özgür iradesini kuşandığı, kurtuluşunu, mutluluğunu, özgürlüğünü sağlayacak yol olarak devrimciliktir.
Birincisinde iki kurumun iradesine boyun eğdiğin sürece kendini çevrenin, doğanın ve toplumun ileriye doğru gelişmesine hiçbir katılımın olmadan yaşarsın. Herhangi bir canlıdan pek de farklı olmadan… Halklarımızın deyimiyle, "Bir baltaya bile sap olamadan" yaşarsın. Gerçek yaşamla alakası olmayan bir yaşam. Bu yolun, insanı kendi özünden uzaklaştırmaktan, insanın insanlaşmasını engellemekten öte bir riski yoktur.
İkinci-devrimci yol ise çetindir. Zorlukları vardır. Çeşitli bedeller ödemeyi peşinen göze almayı gerektirir ama insanı insanlaştırır, yabancılaştığı özüne yeniden kavuşturur. Böylelikle insan, kendi bilinciyle, isteğiyle, özgür iradesiyle kendi yaşamına yön verir.
Her devrimcinin tanık olduğu veya bilfiil karşılaştığı gibi devrimci yaşamdan koparılmak için önüne dikilen ilk barikat aile kurumudur. Beraberinde ise burjuva-militarist devlet kurumu gelir. İkisi de erkek egemen zihniyete göre kurumsallaştığı için hegemonik bir güç olarak birbirleriyle pratikte buluşurlar. Devlet bilerek, aileler ise bilinçli-bilinçsiz, devrimci özneyi yeniden aile düzenin sınırları içerisine çekmek için birbirlerini destekler, tamamlarlar. Yapıları gereği -bazı ilerici, devrimci, demokrat, yurtsever aileleri dışta tutarsak- küçük devletçik aile, kurucu özü itibariyle burjuva devlet gibi tutucu, statükodan yana, gerici karaktere sahiptir.
"Yaşadım Diyebilmek İçin" kitabının yazarı Nikita Gribçeva, "Aile yadsınmaz bir gerçek. Bir devrimcinin yaşamında aile bir uydu, sen onun, o senin yaşamında, etrafında dönersiniz. Ama bu uydu yer yuvarlağının dönmesine –mücadelesine, devrimci görevlerine- engel olmamalı" diyor. Yazar da aile kurumunun, devrimciliğin önündeki en güçlü engellerden biri olduğuna dikkat çekiyor.
Bir devrimcinin kendine, kendi şahsında mücadeleye verebileceği en büyük zararlardan biri de zor olan aşamada sabır, azim, kararlılık ve iddia kaybı yaşamasıdır. Bunu, farklı nedenlerle, amaçlarla da olsa iki temel kurumun ördüğü barikatlara takılarak umudunun umutsuzluğa, özgüvenin ise güvensizliğe dönüşmesi olarak da tanımlayabiliriz.
O meşhur anlatıda da denildiği gibi "Haksızlıklara, kötülüklere karşı boyun eğmeyeceksin. Sessiz kalmayıp mücadele edeceksin. Dik duracaksın. Gökyüzünde kocaman bir yıldız var. Hep aynı yerde durur görünür. Onun adı Çoban Yıldızı’dır. İnsanlar, bazen yolunu şaşırıp ne yapacaklarını bilmezler. İşte o zaman Çoban Yıldızı’na bakarlar. İşte akıl ve cesaret insanların içindeki Çoban Yıldızı’dır."
Metafor olarak örnek verilen Çoban Yıldızı, devrimci kolektif akıl ise cesaret de ideolojik sağlamlık, özgüven ve kararlılıktır. İhtiyaç duyduğunda ve zorlandığın zamanlarda, iki kurumun farklı biçimlerdeki dayatmaları karşısında güç alacağın şey akıl ve devrimci cesarettir.
Bir düzen iki temel kuruma dönersek yeniden, bu mekanizmanın devrimci adayından ve devrimci olandan beklentileri, yönelimleri farklı olsa da sonuç olarak amaçları birdir; caydırmak, ailenin ve devletin istediği düzen içi bireysel yaşama döndürmektir.
Şurası açık; iki temel kurumun çekmek istediği sınırlara getirme çabalarını boşa çıkartmak biz devrimcilerin elinde. Devrimci zeminde bilinçli, kararlı, sağlam duruş yeterli olacaktır, olmaktadır. Ancak her iki kuruma, aynı biçimlerde tavır almak, her iki kurumla aynı biçimde mücadele etmek yanlış olur.
İkisi de -devrimci mücadeleyi destekleyen aileler veya aileden bazı bireyler çıkabilir, çıkacaktır da, bunları dışta tutarsak- sonuç olarak devrimciyi, devrimci yaşamdan koparmak istemesine rağmen, iki kuruma karşı davranış şeklimizin ve mücadele yöntemimizin farklı olması gerektiği açıktır.
Düzen ve burjuva devlete yönelik mücadele doğrudan, cepheden yürütülür. Uzlaşı, hoşgörü, anlayış söz konusu bile olmaz. Bu, iki karşıt sınıf mücadelesidir. Aile kurumuna karşı ise ikna, kazanma, olmasa yalıtma politikası esastır. Düzene karşı duruşun mücadelenin aynısını aileye karşı verirsek bu biçim aileyi devletin ilgili kurumlarına yaklaştırabilir. Bu yakınlaşma, yardım-destek isteme olarak görünür, nesnel olarak ise işbirliği yapmak anlamına gelir.
Tanığı olduğumuz, bazılarımızın ise doğrudan yaşadığı örnekler az değil. Kaba, sol sekter davranışlar kazanıcı olmaktan, aileyi iknadan uzaktır. Bu yönteme başvurmamak için olgun, yapıcı, sabırlı davranışları bir yere kadar bazen aileyi cesaretlendirebiliyor. Bunu devrimcinin zaafına, zayıflığına yoran aileler var. Bu durum, ailenin daha fazla devrimcinin üstüne gelmesine yol açabiliyor.
İlişkiler-diyaloglar bu duruma gelmişse devrimci öznenin artık yeni bir tutum almasının zamanı gelmiş demektir. Aile ya devrimciliğini kabul edecek, etmiyorsa tüm duygu sömürüsüne felaket tellallığına rağmen, devrimcinin ardına bakmadan çıkıp gitmesinin zamanı gelmiş demektir.
Son tavır olarak bu davranış da bazen işe yarayabiliyor. Aile bu tutum karşısında geri adım atıp dost kalmaya razı olmak dışında bir seçeneği kalmadığını görebiliyor. Benzer bir refleksi burjuva devlette de görüyoruz. O da türlü baskılara, şantaj ve kirli oyunlara rağmen son çare olarak aileden yardım ister. Bir nevi işbirliği önerir. Ardından da devrimci öznenin kararlı duruşu karşısında sonuç alamazsa vazgeçmek, geri adım atmak zorunda kalır.
Devlet ve aile; devrimcinin önüne sürekli engeller çıkartan, devrimci yaşamdan caydırmak isteyen iki temel kurum. İkisinin de farklı farklı çektikleri çitler devrilip aşılmadan gölgeleri devrimcilerin üstünden hiç eksik olmaz. Dönüp dolaşıp yine istedikleri çemberin içine döndürmeden vazgeçmezler. Devrimcilerin, gölgeleri-çitleri aşamadığı sürece, her zaman bu kurumlar aracılığıyla düzene geri dönme riski vardır, yadsınamaz bir olasılıktır bu.
Oysa dönemin ihtiyaçları, mücadelenin devrimci militanlardan beklentisi, içlerindeki "Çoban Yıldızı"na daha fazla kulak vermeyi gerektiriyor. Bu isteğe verilecek yanıtın ne olduğu, iki kurumun da sınırlarına ne kadar yakın veya uzak olduğumuzu belirleyecektir.
Devrimci sosyalistlerin yanıtı net, belli. Geriye devrimci aklı ve cesareti daha fazla kuşanmak kalıyor. Bugün için bu süreçte bu bir sınavdır. Sınavı başarıyla geçmek de -başta sosyalist gençlik olmak üzere- devrimci sosyalistlerin işidir.
33 düş yolcusunun bizlere çağrısı da -bu iki kurumun önümüze örmek istediği- "barikatları aşan yoldaşlar olmamız" değil miydi? Çağrılarının yanıtsız kalmaması için bir sistem-düzen iki kurum; devlet ve aile bağlamı üzerine tekrar yeni tartışmalar açarak daha fazla derinleşmemiz gerekmez mi?