Metin Botan yazdı | Emperyalist küreselleşme ve Ortadoğu'ya yansımaları
Emperyalist ABD'nin paylaşım savaşı yürüttüğü en önemli merkezlerden biri hiç kuşkusuz Ortadoğu'dur. Ortadoğu'daki gerçek stratejik ortağı İsrail'dir. İsrail'in geleceğini güvenceye almadan bölge politikalarını başarıya ulaştırması çok zordur. Bölgesel en önemli güçlerden olan Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır bu gerçeği gördükleri için kendi geleceklerinin de emperyalist küreselleşmenin yasalarına bağlı olduğunu, bu yasaların onları İsrail'le normalleşmeyi zorunlu kıldığını göstermiştir.
Emperyalist ABD öncülüğündeki devletlerin ve onun himayesindeki kuvvetlerin dünyada ve Ortadoğu'da ne yapmak istediğini anlamadan son gelişmeleri doğru anlamlandırmak olanaklı değildir.
Şu an yaşanan ve önümüzdeki yıllarda da yaşanacaklar için geçerli olan şu tespitle başlayalım: Dünya, emperyalist güçler tarafından yeniden paylaşım sürecine girmiştir. Bloklaşmalar, ittifaklar vb. tamamen bu duruma göre yeniden şekillenmekte ve ilerlemektedir. Henüz emperyalist bloklaşmalar tümüyle tamamlanmış ve saflar netleşmiş değil. Örneğin ABD, Ukrayna savaşı için Almanya'yı Rusya'ya karşı adeta sürükleyerek taraflaştırdı. Aynı şey Rusya ve Çin için de geçerlidir. Hem kendi aralarında hem de kurdukları ittifaklarla net bir birlik oluşturamamışlardır. Bu duruma, iki emperyalist bloklaşmanın diğer her boyuttan bileşenlerini de ekleyebiliriz. Durum kaygan ve geçişkendir. Gelişimin yönü daha keskin bir saflaşmaya doğrudur.
Gelelim Ortadoğu'ya. Ortadoğu'da bölgesel düzeyde egemenlik kurmak isteyen devletler, ekonomik, siyasi, askeri araçları kullanarak, her türlü ittifak geliştirerek sınırların değiştirilmesi de dahil olmak üzere pazar ve paylaşım alanlarını genişletmek istiyorlar.
Ortadoğu'da egemenlik peşinde koşan ve bu egemenliğini genişletmek isteyen devletler kimlerdir: Suudi Arabistan, Mısır, İran, Türkiye, İsrail. Özellikle ABD emperyalizmi tarafından son üç-beş yıl içinde yapılan dizayna bakalım. İran hariç Mısır, Suudi Arabistan ve Türkiye'nin (siz bakmayın Tayyip'in palavracılığına) İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiklerini görürüz. Türkiye söz konusu olduğunda son dönemde açığa çıkan haberlerde Türkiye-İsrail arası ticari ilişkilerin boyutlandığı görülmektedir. Bu normalleşme adını saydığımız devletler için ne anlama gelmektedir? Emperyalist ABD ile birlikte onun çıkarlarına bağlanarak, ekonomik siyasi ve askeri güçlerini koruma ve geliştirme; kendi sermaye sınıfının iktidarlarını bu denge içerisinde güvenceleme, koruma ve bölgesel düzeyde büyütme.
Dünyanın paylaşımı büyük oranda tamamlanmış, bundan dolayı yeni paylaşım alanları ve sömürgeleştirmeler kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu da masa başında olmayacağına göre savaşlarla "çözülecektir". Kapitalizm var olduğu sürece savaşlar kaçınılmazdır. Bu kaçınılmazlığı gören bütün kuvvetler kendini güvenceleyeceğini düşündükleri arayış ve ittifaklar geliştirmektedirler.
Emperyalist küreselleşme dönemindeyiz. Kapitalizmin ideolojisi, kültürü, ekonomisi, hukuku, sanatı kısacası bütün üst yapı ve alt yapı kurumları, sistemi emperyalist küreselleşme döneminin yasaları doğrultusunda şekillendirilmektedir. Emperyalist küreselleşme, emperyalist ve diğer devletleri ve yapıları kendi kuralları doğrultusunda harekete zorlamaktadır. Hangi blokta olurlarsa olsunlar, hangi devletlerle ilişki içerisine girerlerse girsinler, kendi aralarında ya da karşılıklı çelişkiler yaşarlarsa yaşasınlar emperyalist küreselleşmenin ortaya çıkardığı olgular doğrultusunda hareket etmek zorunda olduklarını görüyorlar. Çünkü, dünya sisteminin merkezinde emperyalist blokların egemenliği ve kapitalist sistemleri durmaktadır. Sermaye neredeyse tamamen onların elinde ve denetimindedir. Bu sermeyenin gücü, kapitalist üretim ilişkisi içerisinde olan bütün sistem ve devletlere hükmetmektedir. Ortadoğu'da da adını zikrettiğimiz devletler bu gerçekliğe bağlı hareket etmekte ve konumlanmalarını bu temelde oluşturmaktadırlar. Bu devletlerin normalleşme ile aldıkları kararlar bundan dolayı stratejik değerdedir. Biraz eğilip bükülebilir ama öyle kolay kolay değiştirilmeye elverişli değildir.
Gelelim ABD-İsrail planlarına. Emperyalist küreselleşmenin merkezindeki güç ABD'dir. Emperyalist ABD, Ortadoğu'da dahil olmak üzere dünyayı yeniden paylaşmak, ihtilaflı güçlerin etki alanlarını da olabildiğince daraltmak, yapabiliyorsa da ortadan kaldırmak istemektedir. Şu anda Rusya ile Ukrayna'da doğrudan sayılabilecek bir savaş yürütmektedir. NATO'yu ve AB'yi bu savaşa dahil etmiştir. Çin ile ilişkilerde "şimdilik" askeri seçenek devrede değildir. Yeni ticaret yolları, hammadde alanlarının paylaşımı, yeni sömürgelerin elde edilmesi, yeni ekonomik, siyasi, askeri ittifakların kurulması, tehditler, ambargolar, vekalet savaşları tüm hızıyla devam etmektedir.
Emperyalist ABD'nin paylaşım savaşı yürüttüğü en önemli merkezlerden birisi hiç kuşkusuz Ortadoğu'dur. Ortadoğu'daki gerçek stratejik ortağı İsrail'dir. İsrail'in geleceğini güvenceye almadan bölge politikalarını başarıya ulaştırması çok zordur. Bölgesel en önemli güçlerden olan Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır bu gerçeği gördükleri için, kendi geleceklerinin de emperyalist küreselleşmenin yasalarına bağlı olduğunu, bu yasaların onları İsrail'le normalleşmeyi zorunlu kıldığını göstermiştir. Tercihler yapılmıştır. Bu tercihlerden kolay kolay vazgeçemezler. Geçerlerse sonlarını kendileri de dahil hiç kimse kestiremez.
Filistinli direniş örgütlerinin İsrail'e karşı başlattığı Aksa Tufanı Operasyonuna ve onun ortaya çıkarttığı ve çıkartmaya devam edeceği sonuçlarına bundan dolayı emperyalist ABD'nin geliştirdiği ve oluşturduğu İsrail'le normalleşme politikasına endekslendikleri için hamasetten öte bir şey yapamazlar. Hatta Türkiye için İsrail'le ilişkiler normalleşmenin de ötesindedir. Yapılan ekonomik askeri antlaşmalar bunu göstermektedir. Gazze direnişi başladıktan ve binlerce Filistinli katledildikten sonra bile özellikle askeri işbirliğinin son sürat devam ettiği ortaya çıktı. En demagog, yalancı lider olan Tayyip Erdoğan aynı dönemde siyonist İsrail'in savaş sanayinin en temel hammaddelerini tedarik ediyormuş. İsrail'e kurşun geçirmez camların Türkiye'den gittiği birkaç gün önce açığa çıktı. Katledilen Filistinlinin sayısı 40 bini bulduğu bir dönemde! Kimi korumak için? Katliamcı, soykırımcı İsrail askerlerini ve bürokrasisini. Yalancı Tayyip, İsrail'e gireriz diyor! Ne utanmazlık ama!
Durum Suudi Arabistan ve Mısır için de pek farklı değil. Bölgesel güç olma peşinde koşan devletler bunu emperyalistlere bağlanmadan yapamayacaklarını gördükleri ve anladıkları için katliamcı siyonist İsrail'in Filistin halkına yönelik soykırım saldırılarına karşı pratik tavır alamamaktadır. Örneğin Mısır'ın, Suudi Arabistan'ın kayda değer bir açıklaması ya da tavrı söz konusu oldu mu? Olması için emperyalist ABD ile geliştirdikleri stratejik normalleşme çizgisinden vazgeçmeleri gerekiyor. ABD ile geliştirdikleri stratejik normalleşme çizgisinin gerekleri doğrultusunda hareket ediyorlar ve sesleri çıkmıyor.
Emperyalist ABD'nin çıkarlarını Ortadoğu'da ve çevresinde tehdit eden İran gerçekliği var. İran, emperyalist ABD'nin çıkarlarını ve egemenliğini pratikte en fazla tehdit eden ve engelleyen durumdadır. Husilerin de (Yemen) İsrail ve emperyalistlerin ticaret yollarına verdiği zarar öyle basit, gözardı edilebilecek bir durum değildir. ABD için bu engelin ortadan kaldırılması stratejik düzeyde bir durumu ifade ediyor. Bu yüzden İran'a karşı, irade kırma savaşı devam etmektedir ve edecektir de. Saddam ve Kaddafi emperyalist devletlerin çıkarlarına kısmen taş koydukları için hedef haline gelmişlerdi. İran da şimdilik aynı rolü oynuyor. İran bundan dolayı karşı tarafa koz vermemeye çalışıyor. Buna rağmen ABD her türlü provokasyonu kullanarak İran'a karşı bir savaş başlatabilir.
İran ise doğrudan savaşa girmeyi şimdilik tercih etmemektedir. Buna hem siyasi hem ekonomik gücü elverişli değildir. Diğer yandan bu savaşta yalnız kalma ihtimali yüksektir. En yakın müttefikleri Rusya, Çin, İran için bu aşamada savaşa girmeyi tercih etmezler. Çünkü bu onlar için de hazır olmadıkları ve tercih etmeyecekleri bir durumdur.
İran'ın, Şam büyükelçisinin öldürülmesine verdiği yanıt gerçek durumu özetlemektedir. Faşist molla rejimi verili konjonktürde ancak "itibarını kurtaracak kadar" bir karşılık verebilmektedir. Hamas liderinin kendi topraklarında öldürülmesine de birebir denk gelen bir misillemeyle karşılık veremeyecektir. Verirse kapsamı daha geniş ve büyüyen bir savaşa çekilecektir, bunu da çok iyi bilmektedir. Bu yüzden "stratejik sabır" politikasını izlemekte, hazır olmadığı bir savaşa girmek istememektedir.