Koray Can yazdı | Düşmanla cepheden savaşmak
Korkunun, yılgınlığın, umutsuzluğun, bencilliğin kol gezdiği süreçlerde devrimci ruhu diri tutmaktır, umudu büyütmektir, bedel ne ise onu ödeyebilmektir devrimcilik. Zorlukları, güçlükleri, yetmezlikleri, çiğlikleri, sorunlu kimi yaklaşımları gerekçe gösterip mücadele saflarını terk etmek değildir devrimcilik.
1995 yılında gösterime giren Braveheart (Cesur Yürek) filminin bir sahnesinde; İskoç direnişine önderlik eden William Wallace ile birçoğu İskoç "soylularının" zoru ile savaş meydanına getirilen İskoç köylüler arasında bir diyalog geçer. Savaş meydanına zorla getirilen köylüler, soylular için savaşmak istemezler. Zaten İskoç "soyluları" da esasen savaş meydanına savaşmak için gelmemişlerdir. Savaşacakları izlemini vererek yapılacak pazarlıkla topraklarını biraz daha büyütmeyi istemektedirler. Savaşmak istemeyen köylüler savaş meydanını terk etmek isterler. Savaş meydanını terk etmelerinin birkaç nedeni vardır. "Soyluların" daha fazla toprak kazanmasının köylüler için daha fazla angaryaya dönüşeceği, İngiliz ordusunun İskoçlardan sayıca üstün ve zırhlı atlı şövalyelerin çok oluşu, köylülerin kazanacaklarına inançlarının olmaması ve ölüm korkusudur. William Wallace ile köylüler arasındaki diyalog da filmin bu sahnesinde geçer.
William Wallace: İskoçya'nın çocukları, ben William Wallace. Burada zorbalığa meydan okuyan, ülkemin büyük ordusunu görüyorum. Özgür insan olarak savaşmaya geldiniz. Ve gerçekten özgürsünüz. Özgürlük olmadan ne yapabilirsiniz. Savaşacak mısınız?
Köylülerden biri: Hayır. (Uzun bacaklı Edwar’dın İngiliz ordusunu göstererek) Bunlara karşı mı? Kaçacağız ve yaşayacağız.
William Wallace: Evet, savaşırsanız ölürsünüz. Kaçarsanız yaşarsınız, en azından bir süre... Ama yıllar sonra bir gün yatağınızda ölümü beklerken, keşke o gün o meydanda özgürce ölseydim diyeceksiniz. Bugün burada savaşırsanız yaşamınızı alabilirler ama özgürlüğünüzü asla.
Bu konuşma sonrası İskoç köylüleri savaş meydanına döner ve savaş İskoçların üstün gelmesiyle sonuçlanır.
Filmin bu sahnesini hatırlarken gayri ihtiyari her şeyin az çok yolunda, siyasi ve toplumsal koşulların iyi olduğu zamanlarda devrimcilik yapıp, zoru gördüğünde, bedel ödemek gerektiğinde devrimciliğini sonlandıran, düzene karışan, özgürlüğünü ve ideallerini bireysel güdülerine kurban eden ya da yasalcılıkla "devrimciliğini" sürdürmeye çalışan o "gözü kara, keskin devrimcileri" düşünmeden edemiyor insan. Zorlu süreçlerde savaş ve örgütlü mücadele saflarını terk eden "keskin, gözü kara devrimciler", o gün savaş meydanında özgürce ölmeye değil de nasıl olursa olsun bir süre daha yaşamaya çalışan köylülere ne kadar da benziyorlar. İdeallerine, pamuk ipliğiyle, yarı niyetlilikle, aydın bireyci ruh haliyle "başkalarına iyilik yapıyorum" diyetçiliğiyle, "yarı zamanlı personel" mantığıyla bağlı olanların, güdülerin esaretinden çıkamayanların, devrimciliği salt bir siyasi tercih olarak ele alanların ve bir yaşam tarzı olarak özümsemeyenlerin "devrimciliklerinin" bir yere kadar olacağını bilsek de yine de bu durumun kendisini can sıkıcı bulduğumuzu belirtmeliyiz.
Bu "devrimciler" er ya da geç ölümle yüz yüze geldiklerinde; "keşke devrimcilikte ısrar edip, onurumla ölseydim" derler mi bilinmez ama tarihin kendi küçük dünyalarına çekilen bu "gözü kara, keskin devrimcileri" utançlarıyla baş başa bırakacağı kesin.
Oysa Nazım usta "Yaşama Dair" şiirinde;
"...Yaşamayı ciddiye alacaksın/ yani, o derecede, öylesine ki/ mesela, kolların bağlı arkadan/ sırtın duvarda/ yahut, kocaman gözlüklerin/ beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin/ hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için/ hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken/ hem de en güzel, en gerçek şeyin/ yaşamak olduğunu bildiğin halde" diyor.
Nazım ustanın bu dizede söylemek istediği, esasen onurlu bir insanın, bir devrimcinin yaşama nasıl yaklaşması gerektiğidir. Anlatılan aynı zamanda adanmış devrimciliğin yalın ifadesidir. Türkiye-Kürdistan ve dünya devrim hareketinin tarihi sayısız adanmış devrimcilerle doludur. Yaratılan her değerin altında onların imzası vardır.
Düşman, komünist önder Süleyman Yeter yoldaşı, kendi ajanıyla yüz yüze getirdiğinde, Süleyman yoldaşa iki seçenek sunmuştu; "ya bildiğin her şeyi anlatıp ideallerine, yoldaşlarına ihanet edeceksin; ya da öleceksin." Düşmanın kendi ajanını deşifre etmesinin ne anlama geldiğini Süleyman yoldaş iyi biliyordu. Ama, O, ölümü tercih etmekte bir an tereddüt göstermedi. Düşman ajanına son sözleri; "Er ya da geç açığa çıkarılacak ve yaptığın alçaklığın bedelini mutlaka ödeyeceksin" oldu. Düşman, Hasan Ocak yoldaşı da aynı tercihle karşı karşıya bıraktı. Süleyman yoldaş gibi kızıl komutanın da tereddüt etmeden ölümü tercih ettiğini katledilişinden anlıyoruz.
Komünist önder Hüseyin Demircioğlu ölüm orucu sürecinde "ilk ben olmalıyım" diyerek bedenini ölüme yatırdı. Tuncay Yıldırım yoldaş bir tarihi tersine çevirmek için bedel ödemek gerekiyorsa, bu bedeli ödemekte tereddüt göstermedi. Düşmanın; "Ya teslim olup yaşarsınız ya da ölürsünüz" tercihine karşı komünist kadın komutanlar Berçem ve Ekin yoldaşların yanıtları direniş oldu ve son mermilerine dek savaşarak ölümsüzleştiler. Fırat ve Ozan yoldaşlar da kadın komutanlarının izinde yürüdü. Teslimiyete karşı direniş çizgisinin sürdürücüleri oldular.
Ali Haydar Göçer yoldaş, yoldaşlarının sağ salim olay yerinden çıkması için kendisini feda etmekte bir an tereddüt göstermedi. Düşmana karşı son mermisine kadar savaştı, yaralı olarak yakalandı. Ağır işkencelere maruz bırakıldı. Düşmanın, işkencede O'na da iki seçenek sunduğuna şüphe yok. Ama O, ölümü tercih etti. Komutan Hüseyin Ayçiçek yoldaş teslimiyete karşı el bombasının pimini tereddüt etmeden çekti. Remzi Basalak yoldaş, düşmanın teşhir masasını tekmelerken bunun bir bedeli olacağını biliyordu. Başka bir tarih yazılması gerekiyordu ve o bu tarihi yazma noktasında en ufak tereddüt göstermedi. Taylan, Hıdır yoldaşlar da adını tarihe direnişle yazdı. İrfan, Ümit, Berfu, Koray, Sinan, Ulaş vd. tüm ölümsüzleşenlerimiz ölüm karşısında bir an tereddüt göstermedi. Kızıldere'de Mahir yoldaşlara, işkencede İbrahim yoldaşa, zindanda Mazlum Doğan, Kemal Pir yoldaşlara, Çiftehavuzlar'da Sebahat Karataş yoldaşlara ve daha nice devrimci ve komünist yoldaşımıza düşman aynı seçeneği sundu; "Ya ihanet ya da ölüm". Ama hiçbiri tereddüt göstermedi, ideallerine, işçi ve emekçilere, halklarımıza bağlılıklarından taviz vermedi. Türkiye-Kürdistan devrimci hareketinin tarihi adanmış devrimcilerle ışıldar.
Sömürü ve zulme karşı sınıfsız, sömürüsüz ve sınırsız bir dünya uğruna yola çıkanların, çıktıklarını iddia edenlerin davaya bağlılığının sınandığı anlardır zorlu süreçler. Korkunun, yılgınlığın, umutsuzluğun, bencilliğin kol gezdiği süreçlerde devrimci ruhu diri tutmaktır, umudu büyütmektir, bedel ne ise onu ödeyebilmektir devrimcilik. Zorlukları, güçlükleri, yetmezlikleri, çiğlikleri, sorunlu kimi yaklaşımları gerekçe gösterip mücadele saflarını terk etmek değildir devrimcilik. Düzenle ölümüne bir düşmanlık ve uzlaşmazlık zemininde, her türlü zorluğa göğüs gerebilmek, bunun için ödenmesi gereken bedel ne ise onu tereddütsüz ödeyebilmektir devrimcilik. Böyle bir devrimcilik bireyselliğin, bireyciliğin fiziksel ve sosyolojik güdülerin gölgesinde yaşayanlarla, zorluklar ve güçlükler karşısında diz çökenlerle yaratılamaz.
Proletaryanın sınıf savaşımının temsilcisi olan komünistler, sınıf mücadelesinin en bilinçli, en adanmış, en inançlı, en kararlı, en iradeli, en cesaretli, en bilgili ve en bilinçli bölümünü oluştururlar. Haliyle bir komünistin zorluklara boyun eğmesi, sorunlar karşısında çaresiz kalması, hele hele bundan dolayı yılgınlığa kapılıp savrulması asla kabul edilemez. Bir savaş örgütünün savaşçı militanları gibi konumlanmak, hayatla bu savaşçı ruhla ilişkilenmek devrimci militan için bir zorunluluktur. Kapitalist sistemin, burjuva ideolojinin etkisi dışına çıkmadan, onu aşıp kopuşmadan, bireyciliği yıkmadan devrimcilik üretilemez. Devrimcilik özne olmaktır; büyük değiştirme eyleminin, toplumsal tarihin en radikal altüst etme eyleminin mimarı ve yapıcısı olmaktır. Bu da adanmış ve feda devrimciliğini zorunlu kılar.
Sömürgeci faşist düzenin, uzun yıllara yaydığı ideolojik-siyasi tasfiyeciliğini, fiziki yok etme saldırılarını, faşist kuşatma ve terörünü, ona paralel biçimde yürüttüğü psikolojik savaşımını boşa çıkarmak; özgürlük ve sosyalizm yolunda kararlıca yürümek adanmış ve feda devrimciliği ruhunu kuşanıp düşmanla cepheden hesaplaşmayı gerektirir.
Bu nedenle her komünist kadro, korkunun, yılgınlığın, umutsuzluğun, bencilliğin ruhlarda yarattığı ve bireyin gerek devrimciliğinde, gerekse de toplumsal ilişkilerinde kanamalara yol açan tahribatların yok edilmesi görevini çok ciddiye almalıdır. Aynı biçimde, yeni kazanılan her insanın, devrim için her şeyini verme ruh hali ve görüş açısıyla şekillendirilmesini görev olarak algılamalıdır. Kopuş ruhu, cepheden savaşma, özgürleşme isteği ve kararlılığı inşa etmek günün temel devrimci görevlerinden biri olarak ele almalıdır.
Komünist öncünün 7. kongresinde ifade ettiği gibi: "İdeolojik sağlamlık, çizgiyi savunmada kararlılık ve adanmışlık kadrolaştırma çalışmalarının ölçüleri olmalıdır", "Önümüzde duran devrimci görevlerin başarılmasının temel bir ön koşulu her alanda profesyonel devrimcilerin ve parti üyelerinin ideolojik sağlamlık ve adanmış devrimcilik ruhuyla duraksamaksızın devrimci yenilenme çizgisine girmeleridir. Önümüzdeki dönemde, profesyonel devrimci niteliğinin yükseltilmesi, kadroların ideolojik sağlamlık ve siyasi kararlılığının güçlendirilmesi, en sarih anlatımla bedel ödeme çıtasını yükseltme anlayışı kadro politikasının merkezinde durmalıdır."
Özgürlük ve sosyalizm savaş meydanlarında düşmanla cepheden savaşan ve özgürce ölmeyi göze alan devrimcilerin öncülüğünde yaratılacaktır.