Kim şampiyon olacak?
Emekçi sol propaganda grupları refleksleriyle devam ederse kuru kuruya formüllere hapsolur. Hemen her başlıkta maddenin kendisine, ne olduğuna ve bağlamına bakmak, önce buna bakmak ve merkezi düzeyde yani bütün ülke sathında nasıl bir dönüşüme konu olacağını hesap ederek o genişlikle müdahil olmak gerekir. Bu topraklarda elimizi neye atsak, hangi işle hakkını vererek uğraşsak, oraların faşizmden kurtuluş madenleri barındırdığını görürüz.
Yakından izlemeyenler için önce olayları sıralayalım: Erdoğan, Ekim 2019'da Fenerbahçe Spor Kulübü'nün Divan Kurulu Toplantısı'na katıldı. Fenerbahçe'nin kimi yöneticileri ayrıca Erdoğan'la görüşmeler yaptı.
Bahçeşehir ve Kasımpaşa kulüplerinin iktidar himayesinde oldukları biliniyor; aralarında pek çok akçeli iş var. Performansları, hatta ömürleri bu bağlantılarla şekilleniyor. Muhtemel akıbetleri geçmişteki İstanbulspor'dan farklı olamayacaktır.
Futbolculuğundan beri MHP'li olduğunu deklare etmiş Trabzon teknik direktörü Ünal Karaman, takımda işler yolunda giderken Berat Albayrak'la düştüğü ihtilafın ardından Trabzonspor'dan gönderildi.
Kimi iktidar zevatının Trabzonspor'u kast ederek şimdiden şampiyonluk sözü vermeleri bardağı taşıran damla oldu. O kadar ki, Erdoğan, sürece katılıp bakanların ve yetkililerin ‘tarafsız' davranmasının önemine değindi. Aleni tarafgirliklerin toplumsal çalkantılara yol açması kaçınılmaz. Fenerbahçe ile Trabzonspor arasında 2011-2012 sezonu şampiyonluk tartışması ve gerilimi hala sürmektedir.
Bir süre önce Cemaat şebekesi dolayımıyla adı gündeme gelen Futbol Federasyonu Başkanı ile FB başkanı da kanlı bıçaklı. Galatarasaray'ın yeni başkanıysa bürokrasi kökenli ve her açıklamasında devletine biat ettiğini tekrarlayıp duruyor ve bu arada konuyu taşralılık-Galatasaray Liseliliği bağlamına oturtarak güya çevre merkez tartışması açıyor. Beşiktaş'ın bir önceki başkanının iktidar desteğiyle Körfez'den sıcak para akışı sağlamaya odaklanan stratejisi çökünce kulüp borç batağına saplandı ve yeni yönetim onu telin üzerinden hakimiyet tesisi için çalışıyor. Futbol maçları sırasında kullanılan ‘VAR' teknolojisinin iktidara yakın kulüpler lehine kullanılarak haksız rekabet yarattığı gizli saklı bir mesele değil. Pek çok Anadolu kulübü bu nedenle adeta harcanıyor.
Toplamda şunu söylemek mümkün: 1990'lar ve 2000'lerde futbol endüstrisi büyük paraların döndüğü, kara para aklama, mafyoz sermayeyi yasal sürece sokma gibi pek çok girdisi olan bir sanayiyken şimdilerde bütün dünyada iller değişti. Bilhassa Avrupa kulüplerindeki Körfez sermayesi ve yüz milyarlarca dolarlık takım satın alma operasyonları bitti. Galatasaray gibi bir istisna hariç Avrupa'da varlık gösteremeyen, kalitesi vasat, elden düşme yıldız oyuncuların fil mezarlığına dönüşen Türkiye'de futbol endüstrisi de bu genel duruma bağlı olarak güç kaybetti. Görünen o ki iyice dibe vuracak.
Her zamanki gibi vatan millet diskuruyla, biate hazır pek çok yönetim iktidara kapılanarak işin içinden sıyrılmak istiyor. Bu nedenle iktidar yetkilileri futbol kulüplerinin yönetimlerini belirlemek, oyuncu transferlerini yönlendirmek dahil pek çok işin içinde.
Söz gelimi, yönetimi bütünüyle iktidar muhiplerinden oluşturulmaya çalışılan ama geleneksel olarak MHP ve kısmi CHP etkisinin de bulunduğu Trabzonspor, Körfez sermayesini çekmek için operasyon aygıtı gibi elde tutuluyor. Lig başından beri yıldız oyuncu ‘satmadılar', iktidar yardımıyla tahkimat yaptılar. Yerel seçimler döneminde bir AKP'linin Trabzonlulara dönük iması hatırdadır. Şampiyonluk bu tür kendini affettirme jesti gibi düşünülüyor. Bu çerçevede, önceki dönem yatırım yapılan ve şimdi borç batağında yüzen Beşiktaş'ın gözden düştüğünü kaydetmeli.
Fenerbahçe'de işler daha çetrefilli. Aziz Yıldırım yönetimi Cemaat şebekesinin hedefindeydi. Yönetimlerinin daha bir Cumhuriyet-Mustafa Kemal göndermeleri yaptığı Fenerbahçe taraftarının sokağa çıkıp polis araçlarını yaktığı günler çok geride kalmış değil. İktidarın o dönemdeki hıncı da unutulmuş değil. Ali Koç yönetimiyse silik bir siyasal profille işine bakmaktan yana ama yine de iktidarın kıskacında. Kimi isimlerin iktidara yanaştığı, bunun için hem Aziz Yıldırım, hem Koç aleyhine çalıştığı, bilhassa Koç yönetimini sıfırı tüketen bir yere getirip iktidarın açık operasyonlarına uygun zemin hazırlama girişimleri konuşuluyor.
Basın toplantılarını, açıklamaları, futbol haberlerindeki dili şöyle bir taradığımızda yontulmamışlığın göz çıkardığını fark ederiz. Herhangi bir sermaye ilişki ağı içinde Ali Koç'a tek kelime edemeyecek biri, konu futbol olunca, soru sorma/yorum yapma vesilesiyle azarlar gibi konuşabilmektedir. Taraftar psikolojisi de buna yatkındır. Erdoğan'ın gittiği pek çok maçta yuhalanması, Berat Albayrak aleyhine tezahüratlar, Gezi döneminde taraftar gruplarının katılımcılığı, Aslan PenCHE'si, Çarşı'nın önemli bir bölümü benzeri taraftar gruplarının deklare ettiği sola yatkınlığı, 1 Mayıslarda çeşitli düzeylerde katılımları bize futbol kulüplerinin on milyonlarca taraftarlarının hem yıkıcı hem yapıcı bir politik enerji taşıdıklarını gösterir.
İktidarların kendi politik amaçları doğrultusunda futbolla ilişkisi yüz elli yıldır hemen her coğrafyada belirgin. Din bahsinde olduğu gibi futbolda da meselenin faşizm-futbol-uyuşturucu klişesinin ötesine taşarak ele alınması kaçınılmaz. Gerçeğin bir yanı evet budur. Mesela, özyönetim direnişleri döneminde Sur'da ağır çatışmalar sürerken, ‘90'ları hatırlatan özel bir iktidar organizasyonuyla, Sur'un yanı başında Fenerbahçe ile yapılan futbol maçında stattaki binlerce Amedli, yanı başlarında kardeşleri yokmuşçasına sıradan maç tezahüratları yapmıştır ve bu devasa yabancılaşma nedense gereğince tartışılmamıştır. Diğer taraftan Denizlerin idamına karşı tutum alan Metin Oktay gibi isimler de vardır. Daha pek çok sol, demokrat, sosyalist futbolcu geçmiştir sahalardan. Orası toplumsal yükseliş ve gerileme eğilimlerinin bire bir yansıdığı alanlardır. Bir emekçi sol yükselişin sahalara yansımamasıysa mümkün değildir.
Emekçi sol hareket kendisini kuru bir politik söylemle, konformist bir siyaset biçimi olarak belli alanlara sıkıştıramaz, sınırlı konularla yetinilemez. Teknik güç kapasitesinden daha belirleyici olan zihinsel güç kapasitesidir. Bütün bu alanlara hücum etmeden, kenarda kıyıda kalarak da değil, merkezine yerleşmeden ve devrimci demokratik bir müdahalede bulunmayı öngörmeden toplumsal bir harekete dönüşmek mümkün değildir. Bu gibi tartışmalarda çözüm olarak öne sürülen amatör futbol, semtlerde futbol turnuvaları gibi girişimler, söylenmesine dahi gerek olmayan ekmek su gibi temel davranış çizgisi bileşenleri olmak zorundadır ancak konu onun da ötesindedir. 12 Eylül öncesini de düşünürsek bu coğrafyada on milyonlarca insanın yolu sol, demokrat, devrimci camialardan geçti. Kendi hayatlarını sürdüren böylesi milyonlarca insanın temel zevklerinden biridir futbol. Onlarla temas üzerinden dahi alınacak yol vardır.
Emekçi sol propaganda grupları refleksleriyle devam ederse kuru kuruya formüllere hapsolur. Hemen her başlıkta maddenin kendisine, ne olduğuna ve bağlamına bakmak, önce buna bakmak ve merkezi düzeyde yani bütün ülke sathında nasıl bir dönüşüme konu olacağını hesap ederek o genişlikle müdahil olmak gerekir. Kültür sanattan spora (konu özelinde futbola) dek her alanda ‘merkeze yürümek' böyle olanaklıdır. Tribünler, taraftar grupları önemli dinamiklerdir, iktidarlarla kulüp yönetimlerinin futbolu rehabilite etme, tepeden müdahalelerle belli eğilimlere kanalize edilen taraftar gruplarından oy devşirme hamlelerine karşı demokratik müdahale ve alternatif üretme mekanizmalarıdır. Bu topraklarda elimizi neye atsak, hangi işle hakkını vererek uğraşsak, oraların faşizmden kurtuluş madenleri barındırdığını görürüz.