İntihar yalnızlığı
Sokakta rastladığın insanlar aç, komşun intihar eşiğinde, toplum çözülmekte; bunu önleyecek, hayatlarından vazgeçmeyi göze almış insanları yaşamaya ve doğal haklarını alma mücadelesine ikna edecek bir el uzatamadıktan sonra iri kıyım laflar itibarsızlaşır. Bu topraklarda yoksullar ve farklı olanlar nasipsiz doğar. Bu yüzden her yerde acı var, nereye kime el uzatsanız bir top acıyla karşılaşırsınız. Bütün biçimleriyle dayanışma en etkili karşılıktır.
İstanbul'un ortasında yoksulluğun ve dışlanmanın kollarına terk edilmiş dört yetişkin kardeşin siyanürle intiharı, başta iktidar bloku olmak üzere geride kalanların utancıyken, blok bileşenleri intiharı anlamsızlaştırmaya, sebeplerini saklamaya çalıştı. Hazmedemiyorlardı tebaa saydıkları ahalinin açlık intiharını. Öyle ya, her gün bilançolar açıklanıyor, enflasyon düşüyor, iktidar yedi düvele had bildiriyor, savaş sanayi büyürken kendisine karşı çıkanları "etkisiz hale getiriyordu. Bunlarla iftihar etmek dururken birileri kalkmış intihar ediyordu.
Ölümlerin ardından devasa sosyal yardımlarla övünme çabası devlet ile halk ilişkisindeki duygusal zeminin ne denli çözüldüğünü anlatıyordu. İnsanların sadakaya mecbur olmadığını ve onurları bulunduğunu, tahmin edilebilir nedenlerle çoktan unutmuşlardı. Çok değil, birkaç gün sonra bu kez Antalya'da Selim Şimşek, yine açlık ve işsizlik nedeniyle iki çocuğunu ve eşini öldürerek intihar edince işin rengi değişti.
Konu "cehape"ye bağlanamayacak denli ciddiydi madem, anlamsızlaştırmak gerekirdi, öyle yaptılar. İş, intihar edenin namazının kılınıp kılınmayacağına vardı. Kötülük zavallılık raddesine varmıştı bir defa, orada debelenip durdular günlerce. Faşizm kazanırsa bundan ölülerimizin dahi payını alacağını söyleyen W. Benjamin'i haklı çıkaran bir bayağılık rejimle örgütsüz toplum ilişkisinde birebir dışa vurdu kendini. Peş peşe sekiz yoksulun ölümüne yol açan siyanür, buna sessiz kalanların görmezden gelenlerin ruhunu öldürmüştü aslında.
Ancak iktidarımız intiharın gizlenemeyecek kadar alenileşmesine bilhassa karşıydı. Bu sebeple neredeyse itibar suikastı sayılıyor bu nevi ölümler. Siyanürle intihar, insanın canını tiranlığın yüzüne fırlatması, kabul edelim, dehşetli bir intikam aracı olarak da okunabilir. Yorulup pes ederken, acıları değiştiremeyeceğine inanıp o an adımı adarken dahi geride kalanlara kendini anlatmaya çalışır insan. Antalya'daki intihar mektubunun içeriği böyledir mesela. Anadolu mitolojisinde de kendini yakmak ve kendini öldürmek, haksızlığa uğramışların son yoludur. Masal bize bunları anlatırken, kıssadan hisse, kimseyi ölmeye mahkum etmemektir ve fakat intiharlar sürmektedir.
İntihar vakalarını gözden uzak tutmak ve bu arada ölüm anında dahi "güvenlik devleti" terörü yaşatmak İstanbul Adliyesi'nin yedinci katından atlayarak intihar eden yurttaşa reva görülenlerde de dışa vurdu kendini. Yerde yatanın yaşayıp yaşamadığı kontrol edilerek, derhal sağlık yardımı ulaştırılması gerekirken ilk iş yaralının etrafına güvenlik kordonu çekmek, acıyla kıvranan yurttaşa kimseyi yaklaştırmamak oldu. Kendisini yerde yatanın yerine koyup, onun o son hallerindeki kederle etrafına bakabilen herkes bunun ne demek olduğunu anlayabilir. Boşanmak isteyen kadınlara kurşun yağdıran ve adaletten başka bir şeyin içine sıkıştırıldığı çirkin birer mekan olan adalet saraylarının güvenliği insanlarımızın hayatından, yani taş ve beton yığını toplamı bir yapı, onu inşa edenlerden daha önemlidir ve bu topraklarda faşizmin cümle kapısını açıp kapatan ölümdür. Bunu bazen beka meselesi diye çevirirler dilimize bazen gençleri Kürdistan'da hayatını kaybedenlere özendiren ajitatif konuşmalarla.
Çözümü adliye boşluklarına ağ germekte, siyanür satışlarını denetlemekte bulacağını zanneden iptidai kafa yapısı, ezilenlerle ilgili her konuda benzer refleksler kuşanır ki, fraksiyoner faşizmin neredeyse her olayda aynı tutumları aldığını günbegün gerebiliriz. İtiraza yeltenen reva görülen divanı harp diliyle itibarsızlaştırma pervasızlığıyla bunun mütemmim cüzüdür. Arada söylenen ve itirazcıları sosyal ölü haline getirme projesi tastamam bu oluyor.
Temel demokratik haklar iktidardan örgütlenerek alınır ki sendikalar, kitle örgütleri, meslek organizasyonları bunların belli başlılarıdır. Ancak otoriter despotluk sendikaları dağıtmış, itiraz edeni polis-mahkeme cenderesinde tutmuşsa iyi kötü işleyen bu mekanizmaları tümüyle ortadan kaldırmış demektir. Bu durumda infial ve toplumsal patlama kaçınılmazdır. "Arap Baharı", itirazların toplumsal isyana dönüşmesiydi. Kürdistan'daki özgürlük mücadelesinin daha sert biçimlerde sürmesi bir başka biçim. Ancak ve bilhassa Batı'da toplumsal ihtiyaç, öz örgütlenmelere dönüşmeyince toplumsal çözülüşe varıyor. Sorun kaybolmuyor çünkü var ve intihar yazık ki en çaresiz, en güçsüz kendiliğinden itiraz biçimi olarak öne çıkıyor.
İntihar güçsüzün, güçsüzlüğünü kabullenip hayatının değişebileceğinden ümidi kesmesidir. Meseleyi haramlık veya küçük burjuva ümitsizlik gibi ezberler üzerinden ele almak, akıp giden trajediden hiçbir şey anlamamaktır. Faşizm, kalanlara daha iyi bir hayat vaadiyle birilerini öldürmeyi arzular ve bunu her araçla yapar. Ölümü kutsayıp çağırır. Sosyalizmin prensibiyse yaşatmaktır. Ezilen insanlığın yüzyıllara yayılan mücadelesinin birikimi, bir avuç harami dışında istisnasız herkesin yaşama, hayatını olabildiğince iyi şartlarda sürdürme hakkını vaat eder. Erkek egemen kapitalist özel mülkiyete külliyen karşı çıkmak buradan ele alır, yeni bir toplum vaadi burada çiçeklenir.
Türkiye siyasi coğrafyasında özgürlük ve sosyalizm için çabalayan herkesin, her intiharın ardından düşünmesi, yenilerinin meydana gelmemesi için harekete geçmesi kaçınılmazdır. Faşizm toplumu ölüme alıştırdı. Trans cinayetlerinden kadın cinayetlerine, Kürdistan'daki ölümlere varana dek ezilenlerin bir bölümüne karşı uygulanan şiddet, ezilenlerin diğer kesimlerini arkasına alarak veya en azından sessizliğe razı ederek olağanlaştırdı. Buna alışılmamalıdır. Önlenebilir her ölüm cinayettir ve tarihin bu zamanındaki ölümlerin sorumluluğu hepimizin hissesine düşer.
Siyasal özgürlük mücadelesinin kendi doğal sonucu olan faşizmin yıkılmasına vardırılarak siyasal özgürleşmenin sağlanması pratik politik mücadelenin kutup yıldızıdır ve ancak bu, akıp giden hayatın trajedisine el atmamayı, faşizmi kahredeceğine inanılan sloganlara müracaatla yetinmeyi meşrulaştırmaz. Hatta bu gibi tutumlar sinik bir etrelemeciliği ve eylemsizliği meşrulaştıran pasifliği besler.
Sokakta rastladığın insanlar aç, komşun intihar eşiğinde, toplum çözülmekte; bunu önleyecek, hayatlarından vazgeçmeyi göze almış insanları yaşamaya ve doğal haklarını alma mücadelesine ikna edecek bir el uzatamadıktan sonra iri kıyım laflar itibarsızlaşır. Sen bir demokrat, sosyalist veya devrimci olarak ne yapıyor, ölümlere karşı nasıl bir pratik tutum alıyorsun; dayanışmanın ve ortaklaşmacılığın yolu bu gibi sade sorularla açılabilir. Yoksa faşizmin zulmünü sayıp dökme kolaycılığı ve yüzeyselliğiyle pek yol alınamıyor.
'Türkiye'mizde' yine "açlık çoğunluktadır" ve hala "açların gözbebekleri" büyümektedir. Açalım İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu'nu, kıyaslayalım. Nispi düzelmeler yanıltmamalı, yüz yetmiş beş yıl sonra bugün Türkiye'de pek çok insan benzer hayat şartlarının içinden ilerliyor. İnsanlarımız devlet ideolojisinin yüzyıllara yayılan kahharlığı ve cezzarlığı sebebiyle rejimin yüzüne yüzüne haksızlığı söyleyemiyorsa, işin bu yanı, birleşik mücadele kanallarının inşa edilmesindeki süreğen zaaftır ki bunu gidermek Türkiye emekçi solunun müşterek boyun borcudur.
Kürdistan'daki savaş trajedisiyle peş peşe patlayanlar, cinsel saldırılar yüzünden meydana gelenler, açlığın pençesinde bunalınca ortaya çıkanlar, kişisel umutsuzlukların besledikleri ve daha niceleriyle ölümler ve intiharlar bu coğrafyanın bir büyük acı kuyusuna dönüştürüldüğünü anlatıyor. Bu topraklarda yoksullar ve farklı olanlar nasipsiz doğar. Bu yüzden her yerde acı var, nereye kime el uzatsanız bir top acıyla karşılaşırsınız. Bütün biçimleriyle dayanışma en etkili karşılıktır. Acılarla yüzleşmekten korkmak insanidir, naifliği oranında tanıdık halleridir, çünkü hepimiz benzer yolların içinden geçmişizdir. İnsanın çaresi de yeni bir özgür hayat için yola düşen ve hep yolda olan insandır.