26 Aralık 2024 Perşembe

İbrahim Çiçek yazdı | Marksizmin bir karikatürü ve 'an'da düşündürdükleri

Sosyalizm iddialı yapıların işçi sınıfıyla bağlarının zayıflığı çıplak bir gerçek. Bu durum uzun süredir varlığını sürdürüyor, genelde kitlelerle ilişkilerinin, kitle desteğinin zayıflığı sosyalizm iddialı yapıları ve emekçi sol hareketi zayıf düşürüyor. Emekçi sol saflarda tasfiyeciliğin bir biçimi olarak uvriyerist eğilimlerin doğmasının, yaygınlaşmasının temel bir nedeni bu nesnellik oluyor.

Marksizmin Bir Karikatürü Ve Emperyalist Ekonomizm, Lenin'in en çok okuduğum yapıtlarının ilk sıralarında yer alıyor. Hacim yönünden küçük ama marksist teori ile siyaseti buluşturma çap ve derinliği bakımından, hakeza oportünizm ve sosyal şovenizmle ideolojik mücadelenin de zirve yapıtlarından birisidir. Ulusal sorun ve savaşlara marksist yaklaşım büyük bir dakiklik ve tam bir netlikle inceleniyor, işleniyor. Bugünlerde, "Lenin savaşları nasıl incelerdi" ya da "Lenin'in savaşları analiz yöntemi" üzerine çalışırken adı geçen esere tekrar dönme ihtiyacı ve fırsatı buldum.

Okuma etkinliğinin birçok anında düşüncelerim emekçi sol hareketi oluşturan yapıların marksist teoriyle politikayı buluşturma yaklaşımlarına ve pratiklerine gitti geldi.

Kemal Okuyan TKP'sinin başta ulusal sorun gelmek üzere pespaye revizyonizmiyle marksizmi nasıl gözden düşürdüğünü, kendi ulusunun burjuvazisiyle uzlaşmanın yolunu döşeme maharetinin altını bu vesileyle de çizmekten kendimi alamıyorum. Türkiye'de siyasal sınıf mücadelesinin en yakıcı sorunu faşist şeflik rejimine karşı politik özgürlüğün kazanılması görevi bunu gerektiriyor.

İsteyen herkes kendisine bir gündem oluşturabilir, iradesi yetiyorsa onun dışındaki her şeye de kendisini kapatabilir vb. Fakat bu nesnellik hareket halinde kendi hükmünü bütün kritik eşiklerde de çarpıcı şekilde gösterir. O oportünist, sosyal şoven iradelere de döne döne vurur, deşifre eder, sınırlandırır, sendeletir. Son kongresinde TKP'nin Kürt ulusal demokratik hareketi ve onunla devrimci demokratik işbirliği ve ittifak içindeki emekçi sol yapılarla ilişkisini kesme kararı (zaten ne kadar ilişkisi var ki de denebilir!) siyasal nesnellikle çatışan kuşkusuz gerici (yanlış veya hatalı değil gerici!) bir iradedir, reaksiyoner bir dirençtir.

Okuyan TKP'si şurada kalsın, nüans farklarıyla hemen ve doğrudan sosyalist devrimi savunan emekçi sol yapıların marksist teori ile proleter devrimci politikayı buluşturmadaki sığlıkları, marksist yöntemden uzaklıkları gerçekten düşündürücü oldu. Marksizmin karikatürleştirilmesi ve emperyalist ekonomizmin bunca yaygınlığı hakikaten dikkat çekicidir. Buna indirgemecilik, reçetecilik ve dogmatizmi de eklemek gerekir. Devrimci önderlik iddiası adına hareket edenlerin evrensel çizgileriyle birlikte devrimci süreçlerin ihtiyaçlarına yanıt olacak özgün devrimci yol arayışından uzak oluşları emekçi sol hareketteki devrimci iddia zayıflığını yansıtmakla birlikte entelektüel çoraklığı, tartışma ve eleştiri yeteneğinin düşüklüğünü de bir ölçüde açıklamaktadır.

Siyasi devrimin ve önceliğinin reddedilmesi ya da hemen ve doğrudan sosyalist devrim savunusuyla siyasal bakımdan sağa kayma arsındaki bağıntı, keza siyasi devrimin reddedilmesiyle "sosyalist devrim" (veya "toplumsal devrim") önceliği ile birleşen, buluşan "sınıfa kaçış" olarak da kavramlaştırılabilecek yaygınlaşan uvriyerizm (günümüzde tasfiyeciliğin gelişen bir görüngüsü oluyor); dahası da var, siyasi devrimin reddedilmesinin Kürt ulusal sorunu yakıcı gerçekliğine yabancılaştırarak, ilgisizleştirerek aynı zamanda nesnel olarak sosyal şovenizme açılan bir kapı oluyor vb.

Lenin'in "Uluslar arasında etkin biçimde düzenlenmiş demokratik ilişkiler olmadıkça -bunun sonucu olarak ayrılma özgürlüğü tanınmadıkça- genel olarak tüm ulusların işçilerinin ve emekçi halkın burjuvaziye karşı iç savaş vermesi olanaksızdır" (olanaksızdır"ı Lenin italik yazmış!) satırlarının yansıttığı öğretiye gelince tekrar bir an durdum.

Umut-Sen'in "Sınıf Cephesi İçin İleri" başlığı ile 17 Kasım'da gerçekleştirdiği konferans, güncel emek haberleri arasında dikkat çekiyordu. "Cesaretle diren, holdingcilere yüklen; sınıf cephesi için ileri" çağrısı yapılıyordu. Hareketi destekleyen emek dostu köşe yazarları bunu direnişçi işçilerin, direnişçi sendikaların çağrısı olarak işliyorlardı vb. Bütün bunlar ilgimi çağrıyı Lenin'den alıntıladığım öğretisiyle birlikte durup, düşünmenin, tartışmanın gerekli ve anlamlı olduğuna yöneltti.

Lenin aktardığım satırlarda demokrasi mücadelesinin emeğin kurtuluş mücadelesinin ön koşulu olduğunun altını çiziyor. Siyasal mücadeleler tarihinin son iki yüz yılı da bu öğretiyi doğruluyor, sağlamasıdır. Konferansa önderlik görüşünü özetleyen yaklaşım, "Marksizmin, leninizmin, işçi sınıfının devrimci gelenekleri kıymetlidir. Kutbumuzdur; işaret ve uyarı levhalarımızdır" dedikten sonra, şöyle devam ediyor: "Ama mesele şudur; gelenekler insanları geriye doğru oturtan, hareketsiz kılan, günü kavramayı engelleyen, güne ait olmayan şiiri, güne ait olmayan sloganı, bayrağı insanlara dayatırsak mevcut statükonun, egemen sınıfın yeniden üretilmesinin temel aracı olur. Biz şimdi aynen işçilere söylediğimizi söyleyelim; devrimcileşmediyseniz bir hiçsiniz. Devrimci olmazsa işçi sınıfı bir hiçtir. İşçilerin devrimcileşmesine muhtacız. Bu olağanüstü dönemde daha fazla muhtacız. O yüzden bütün işçi arkadaşlar devrimcileşmenin yolunu bulacaklar." (Başaran Aksu'nun konuşmasından)

Doğrudur, hem fikiriz; işçi sınıfı devrimcileşemezse, devrimci olmazsa "bir hiçtir". Ve evet, işçi
sınıfının devrimcileşmesine muhtaç olduğumuz bir o kadar da doğru!

Peki işçi sınıfı nasıl devrimcileşecektir? En büyük sorunumuz bu!..
"Bütün işçi arkadaşlar devrimcileşmenin yolunu bulacaklar" dediğiniz zaman, devrimcileşmenin her işçinin kendi sorunu ve keza işçi sınıfının devrimcileşmesini de işçi sınıfının sorunu olarak tanımlıyorsunuz. Böylece paragrafın girişinde "kıymetli" bulunan ve hatta "Kutbumuzdur; işaret ve uyarı levhalarımızdır" denilen "marksizm, leninizm", paragrafın sonunda ve devam eden paragrafta işçi sınıfının devrimcileşmesi bahsinin dışına sürülüyor, günümüzde geçersiz ilan ediyor. Böylece konuşmada marksizm, leninizm kavramlarının retorik ve kenar süsü olarak kullanılmış olduğunu anlıyoruz.

Bu neden yapılıyor, buna neden ihtiyaç duyuluyor?
İşçi sınıfının kendi kendine sosyalist sınıf bilincine ulaşabileceği ve devrimcileşebileceği "marksizm, leninizme" ait bir öğreti değildir. Marksizm leninizm, kendiliğindenciliği reddeden, işçi sınıfına "sosyalizmin" devrimci öncüsü tarafından ve "dışarıdan" götürülebileceğini savunan öğretidir.

Sosyalizm iddialı yapıların işçi sınıfıyla bağlarının zayıflığı çıplak bir gerçek. Bu durum uzun süredir varlığını sürdürüyor, genelde kitlelerle ilişkilerinin, kitle desteğinin zayıflığı sosyalizm iddialı yapıları ve emekçi sol hareketi zayıf düşürüyor. Emekçi sol saflarda tasfiyeciliğin bir biçimi olarak uvriyerist eğilimlerin doğmasının, yaygınlaşmasının temel bir nedeni bu nesnellik oluyor. Bu nesnellik marksist leninist komünistlerin sınıf yönelimini kıramayacağı gibi sınıfa kaçma tasfiyeciliğiyle ideolojik bakımdan uzlaşabilecekleri anlamına da gelemez.

Güncel ekonomik-sendikal mücadelelere önderlik eden direnişçi işçiler ve sendikalar, bakışlarını işçi sınıfının talepleri için mücadeleye odaklayarak, "işçi sınıfının devrimci örgütlenmesi" yolunda ilerleyebilirler mi? Kuşkusuz ekonomik sendikal mücadeleler, ücret artışları, iş ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, sendikal örgütlenme ve sendika seçme özgürlüğü için güncel mücadeleler çok önemli. Burada Umut-Sen'in pratiği ilgi de çekiyor; Umut-Sen kendisini mevcut sendikal merkezlerin ama özellikle de DİSK'in alternatifi olarak örgütlemeye çalışıyor. Geleneklerin gericiliğine dair atıf en başta DİSK'i hedefliyor olsa da marksizm leninizmi de hedefliyor, günümüzde geçersiz ilan ediliyor!

Çağrının temel sloganı şu: "Cesaretle diren, holdingcilere yüklen! Sınıf cephesi için ileri!"
"Holdingcilerin" bir tarifi de yapılıyor. Ama kabul etmek gerekir ki, çağrısı yapılan "sınıf cephesi"nin hedef merkezine "holdingler", yani şirketler konuyor. Şirketlere karşı mücadele, ancak ekonomik-sendikal mücadele olabilir değil mi? Zaten ileri sürülen cephe anlayışı iktidar sorununu ortaya koymak şurada kalsın, ima bile etmiyor. Çağrıya önderlik eden anlayış "sınıfın siyasi cephesini yaratmak görevini" vurguluyor, ama sınıfın siyasi cephesi işbirlikçi tekelci burjuvazinin (isterseniz holdinglerin/veya "holdingcilerin" diyelim!) faşist şeflik rejimini, politik iktidarı değil de, "holdingcileri" hedef merkezine koyuyor. Bu perspektif, bu sendikalist anlayış, direnişçi işçilerin politik iktidar bilincini ve mücadelesini geliştirebilir mi?

Soru ve sorun şu: Direnişçi işçiler, neden, işçi olmasalar da "holdinglerin" faşist şeflik rejimine karşı politik özgürlük mücadelesi veren siyasi güçlerle faşist şeflik rejimine karşı siyasi bakımdan cepheleşmeye yönlendirilmiyor?...

İşçi sınıfının en acil sorunları politik özgürlük ve siyasi demokrasi mücadelesinin kapsamı içinde değil mi, işçi sınıf politik özgürlük ve siyasi demokrasi mücadelesi güçlerinin içinde değil mi? İşçi sınıfının en acil talepleri için -ki bunların tamamı politik özgürlük kapsamındadır- hemen şimdi birlikte mücadele etmesi, cepheleşmesi mümkün ve gerekli "başka" toplumsal ve politik güçler yok mu? Hatta bu cephenin en önünde yürümesi sosyalizm perspektifi ile politik özgürlük ve siyasi demokrasi için mücadelenin başına geçmesi gerekmiyor mu? Eğer gerekmiyorsa toplumun en devrimci sınıfı kabul edilebilir mi?

İşçi sınıfını örgüsüzleştiren, haklarını hiçe sayan, faşist cendere altında tutarak "holdingcilerin" sömürüsünü güvenceleyen faşist şeflik rejimiyle politik özgürlük ve siyasi demokrasi için en büyük mücadeleyi, on yıllardır muazzam fedakarlıklarla yürüten Kürt halkı/ Kürt ulusal demokratik hareketi ile "siyasi bakımdan cepheleşmesi" gereğinin direnişçi işçilerin ve işçi sınıfının gündemi ve sorunu olarak görülmemesi sosyal şoven bir gerçeklik değil midir?

Direnişçi işçilerin, sendikaların ve sınıfın dikkatini işbirlikçi tekelci burjuvazi, orta ve küçük burjuvazi dahil toplumun bütün sınıfları, bu sınıflarla devlet iktidarı vb. arasındaki ilişkiler, haklarından yoksun bırakılan Kürt ulusu ile inanç özgürlüğünden yoksun Alevi halkı ve Hristiyan halklarımızla, kadın özgürlük mücadelesiyle, gadre uğrayan LGBTİ+, ekoloji hareketi, emperyalizme bağımlılık vb. ile işçi sınıfının ilişkilerine değil de işçi sınıfının kendisine çevirmek, işçi sınıfının sosyalist sınıf bilincini geliştirebilir mi? Eğer işçi sınıfının "devrimcileşmesinden" sendikal örgütlenme ve ekonomik sendikal mücadeleyi anlıyorsanız tamam, haklısınız, işçiler bu bilince kendiliğinden zaten ulaşıyorlar. Bu yoldan gidilerek ulaşılan gerçekliğin liberal işçi partileri olduğu biliniyor!

Okuyan TKP'si başta gelmek üzere bütün sosyal şovenler, anarko sendikalistler ve diğerlerine inat, Lenin'in "Uluslar arasında etkin biçimde düzenlenmiş demokratik ilişkiler olmadıkça -bunun sonucu olarak ayrılma özgürlüğü tanınmadıkça- genel olarak tüm ulusların işçilerinin ve emekçi halkının burjuvaziye karşı iç savaş vermesi olanaksızdır" sözleri üzerinde durmak gerekiyor. Türkiye işçi sınıfı, Türkiye coğrafyasının iki ulus ve iki ülke hakikatini anlayamadığı sürece asla sosyalist sınıf bilinçli olamayacaktır; her şey bir yana asla sınıf birliğini de kuramayacaktır, dahası egemen Türk burjuvazisinin yedeği olmaktan kurtulamayacaktır. Bu ise politik özgürlük ve siyasi demokrasi mücadelesinin, işçi sınıfı ve tüm ezilenlerin politik iktidar mücadelesinin konusudur. Bunu anlayamadığı sürece Türkiye'deki faşist şeflik rejimini de anlayamayacak; faşizme karşı politik özgürlük mücadelesinin öncüsü olarak kendi rolünü de oynayamayacak, oynamaya yönelemeyecektir bile.

Politik özgürlük ve siyasi demokrasi mücadelesinin diğer sorunları bir an için saklı kalsın, her kim ki Kürt ulusal sorununu atlayarak, etrafından dolanarak, duymamış, görmemiş, Neptün'den gelmiş gibi davranarak, örgütlenme özgürlüğü ve sendika hakkı, toplu sözleşme ve grev hakkı, sendika seçme özgürlüğü vb. işçi sınıfının politik özgürlük kapsamındaki hiçbir demokratik talebini, sorunu çözemez. Kürt ulusal sorunu, bırakınız coğrafyamızı Ortadoğu'nun/bölgemizin başlıca demokrasi ve özgürlük sorunlarının en yakıcısıdır. Ama bu sorun coğrafyamızın her fabrika ve işletmesine, her atölyesine, her mahallesine, her sokağına ve apartmanına işlemiştir, futbol sahalarından alışveriş merkezlerine, kültür sanat etkinliklerinin bütün alanlarına, nişanlardan düğünlere, cenaze törenlerine, camilerden cemevlerine, okullardan üniversitelere; iktisadi, sosyal, siyasi ve kültürel yaşamın bütün alanlarına ve hücrelerine işlemiştir!

Böylesine belirleyici bir çelişki ve sorunu görmeyenlerin, göremeyenlerin, görmek ve anlamlandırmak istemeyenlerin devrimci bir strateji geliştirebilmeleri mümkün değildir. Bırakalım siyasal hokus pokus yeteneği gelişkin TKP'yi, bırakalım "sınıf cephesi" çağrısı yapan anarko sendikalistleri ve diğerlerini, en keskin sosyalist devrim savunucuları da Kürt ulusal sorunu üzerinden atlayarak, etrafını dolanarak ya da sınıflar mücadelesinin tanımadığı herhangi başka bir icatla, yöntemle işçi sınıfının sınıf bilincini, burjuvaziye karşı Lenin'in ifadesiyle "iç savaş" hazırlığı düzeyine yükseltecek politik çalışmayı yürütemezler.

Başka şekilde tarif etmek gerekirse "Kürt ulusal sorunu" Türkiye işçi sınıfının demokratik bilincinin gelişmesi veya Türk burjuvazisinin yedeğinden kurtarılması sorunudur! Yani demek ki, siyasal bir sorundur ve bilcümle ekonomistler, sendikalistler duysun ki, asla ve asla ekonomik-sendikal mücadeleyle çözülemez! Sosyalizm propagandasından asla vazgeçilemez, duraksanamaz, ama yine de burada şu da muhakkak vurgulanmalıdır: Bu siyasal sorun sosyalizm propagandasıyla da çözülemez!

Lenin'in devamla yazdıklarını da paylaşalım: "Burjuva demokrasisinden yararlanarak, proletaryanın, burjuvaziyle oportünizme karşı, sosyalist ve tutarlı demokratik açıdan örgütlendirilmesi. Başkaca yol yoktur. Başkaca çıkış yolu yoktur. Marksizm, tıpkı yaşamın kendisi gibi, başkaca çıkış yolu tanımamaktadır. Bu yolda, ulusların özgürce ayrılma ve özgürce kaynaşma hakkını tanımalıyız, bunlardan sakınmamalıyız; ekonomik amaçlarımızın "saflığı"nı bunların "kirleteceğinden" korkmamalıyız." (sayfa 26-27)

Türkiye gibi ya burjuva demokrasisi ve politik özgürlük yoksa, ya faşist şeflik rejimi ile yönetiliyorsa, ya emperyalizme bağımlıysa, ya Kürt ulusal gerçeğinde olduğu gibi, nüfusun üçte birini oluşturan ve inkarcı sömürgeciliğe maruz kalan bütün haklarından yoksun varlığı ve hakları inkar edilen ezilen ulus varsa, ya egemen burjuvazi ezdiği sömürgeleştirdiği ulusa karşı köleleştirici ve hatta yok edici bir savaş yürütüyorsa... O zaman herhalde işe politik özgürlük ve siyasi demokrasiyi kazanma mücadelesiyle başlanacaktır. İşçi sınıfının devrimci politikasının merkezinde duracak işçi sınıfı, politik özgürlük ve siyasi demokrasiyi elde etme mücadelesi içerisinde sosyalizm için hazırlanacaktır.

İşçi sınıfını burjuvazinin yedeğinden kurtarma, devrimcileştirme ve kazanma stratejisi, siyasi demokrasi ve politik özgürlük mücadelesinin sonuna kadar en kararlı gücü olarak işçi sınıfının kendisini ortaya koyması; faşist şeflik rejimine karşı özgürlük talep eden bütün toplumsal kesimlerin mücadelelerini ve demokratik taleplerini destekleme, bütün bunları kendisinin en yakıcı sınıf talepleriyle birleştirerek ve devrimci programa bağlayarak, politik özgürlük talep eden bütün siyasi ve toplumsal güçleri faşizme karşı cepheleştirmeye çalışması yolundan politik özgürlük ve siyasi demokrasiyi elde etme, faşizmi yıkma, birleşik devrimi gerçekleştirme mücadelesiyle bir karşı hegemonya merkezi yaratma temelinde geliştirilmelidir. Kuşkusuz ihmal edilmesi düşünülemeyecek ekonomik sendikal mücadelelerin, direnişçi sendikacılığın da burada yeri vardır.

Hatta direnişçi sendikaların ekonomik sendikal mücadele alanında faşist diktatörlüğü yıkma işçi sınıfı ve emekçilerin sosyalizme açılan halkçı devrimci demokratik iktidarını kurma mücadelesini dikkat merkezinde tutan bir strateji, program ve siyasi merkeze bağlı cepheleşme yönelim ve çalışmaları devrimci stratejinin önemli bir kaldıracı olur.

Ölümün 100. yılında anısına saygıyla son söz O'nun olsun, yazıyı Lenin ile bağlayalım: "Kendi kaderini tayin hakkı kapitalizmde olanaksız, sosyalizmde gereksizdir!

Bu görüş teorik bakımdan saçma, pratik siyasal bakımdan şovenisttir. Bu görüş demokrasinin önemini takdir etmez. Oysa demokrasi olmaksızın sosyalizm olanaksızdır. Çünkü: (1) proletarya demokrasi savaşımı içinde, sosyalist devrime hazırlanmadıkça o devrimi yapamaz; (2) utkun sosyalizm, tam demokrasiyi uygulamaksızın, zaferini pekiştiremez ve insanlığa, devletin çözülüp dağılmasını getiremez. Kendi kaderini tayin hakkının sosyalizmde gereksiz olduğunu iddia etmek, bu nedenle, sosyalizmde demokrasinin gereksiz olduğunu öne sürmek kadar anlamsız ve deva bulmaz bir şaşkınlıktır."

Başka yolu yok işçi sınıfı ya politik özgürlük ve siyasi demokrasi mücadelesinin önderi olacak ya da hiçbir şey!