Halkların yüzyıllık felaketi Türkiye Cumhuriyeti
Tek ulus tek din tek mezhep temelinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti Türk, Müslüman, Sünni unsurlara dayalı bir yapıyı kurup halklarımıza dayatmıştır. Ulus, din ve mezhep asimilasyonunu dayatan kemalist cumhuriyet düzeninde ulusal varlığı reddedilen Kürt ulusu sömürge konumuna getirilmiş, tüm ulusal hakları ve özgürlüğü gasp edilmiştir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan topraklarında yaşayan, soykırım sonrası mübadele ve sistematik göçertme politikalarıyla Ermeni, Rum, Süryaniler küçük azınlık halklar konumuna düşürülmüştür.
Kemalist burjuvazinin önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılına giriyor. Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923 yılında TBMM'de M. Kemal tarafından ilan edilerek kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi ve devlet geleneğinin siyasal mamulüdür. Dağılan Osmanlı İmparatorluk devletinin yeni bir ulus-devlet formuyla sürdürülmesini anlatır. Bu bağlamda imparatorluk devletinden cumhuriyet devletine geçiş bir süreklilik içinde kopuş olarak varlık kazanır.
M. Kemal imparatorluktan cumhuriyete geçişin düğümlerini çözen ve süreklilik içinde yeniden bağlayan kişiliktir. Cılız ama gelişen Türk burjuvazisi adına cumhuriyetin kuruculuğunu üstlenir. Burjuva cumhuriyetin inşasını ve kurumsallaştırılmasını bilfiil yapan tarihsel politik figür rolüyle yeni Türk burjuva devletinin kurucu atası konumuna yükselir. M. Kemal bir Osmanlı imparatorluk subayı ve İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin (İTC) yöneticisidir. Siyasetçi kişiliği İTC'nin siyasal ekolüyle biçimlenmiştir. Askeri ve politik yetenekleriyle Türk ulusal kurtuluş hareketinin oluşturulmasında önemli rol oynar ve bu pratiğinin doğal bir sonucu olarak Türk ulusal kurtuluş hareketi önderliğinin kumanda mevkine oturur.
Emperyalist işgale karşı çok bileşimle ortaya çıkan direniş güçlerini Türk ulusal burjuvazisinin önderliği altında toplamayı başarır. M. Kemal önce kendi Karakol örgütünü kurar. Kuvayi Milliye gücüyle Osmanlı askerlerinin bir bölümünü, İTC ve Teşkilat-ı Mahsusa'nın dağılmış güçlerini etrafında toplar. Akabinde Topal Osman, İpsiz Recep vb. Ermeni ve Rum soykırımlarının failleri olan tüm çetecileri adım adım kendi denetimine alır. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti örgütlerinin gücünü arkalar. Türk burjuvazisini Kuvayi Milliye hareketinin önderliği konumuna getirir. Türk köylüsünün gerilla direniş gücü olarak ortaya çıkan Kuvayi Seyyare ve Çerkes Ethem'in başında olduğu Yeşil Ordu'yu Türk ulusal kurtuluş hareketinde birleştirir. Kürdistan'daki Kürt hareketi ve önde gelen güçleriyle ittifak yapar. Tüm bu güçlere önderliğini kabul ettirir. Kuvayi Seyyare, Çerkes Ethem, özellikle Kürt beyleriyle siyasal ittifakları sayesinde Türk ulusal kurtuluş savaşı kazanılır.
M. Kemal İttihat ve Terakki'nin siyaset çizgisi ve geleneğinin sürdürücüsüdür. Bu burjuva siyaset tarzı ittifak ettiği kuvvetlerle amacına ulaşmak ve ardından kendine siyasal rakip ve muhalif bırakmamak için her türlü yöntemi kullanarak hasım ve rakiplerini tasfiye eden bir iktidar siyaseti olarak özetlenebilir. Ermeni devrimci hareketiyle ittifak yapan ve iktidar olduktan sonra Ermeni ulusunu soykırıma uğratan İTC rejiminin siyaset mektebinde yetişen M. Kemal, bu burjuva siyaset tarzını tüm hayatı boyunca şaşmaz biçimde uygulamıştır. Türk ulusal kurtuluş savaşı cumhuriyetin kuruluşu ve yeni burjuva Türk devletinin kurumlaşmasının tüm uğraklarında bu gerçekliği görebiliriz.
Kürtleri muhtariyet vaatleri ile yanına çeken M. Kemal Lozan'dan sonra Kürt ulusunu sömürgeci boyunduruk altına alma siyasal fazına geçmiştir. Kürdistan'ın sömürgeleştirilip tüm ulusal zenginliklerine ve varlığına el konulması işbirlikçi Türk burjuvazisinin temel varlık amacı olmuştur. Kemalist burjuvazi cumhuriyet dönemeciyle muhkemleştirdiği iktidar gücüne yaslanarak 1924 Anayasasıyla Kürt ulusuna sömürgeci kölelik prangasını vurmuştur. İTC'nin Ermeni, Pontus ve Süryani halklarının vatanlarını soykırımla ellerinden alması gibi kemalist burjuva cumhuriyette varlığını Kürt ulusunun imhasına, inkarına ve asimilasyonu amacına bağlamıştır. İttihatçıların “Zo'ları bitirdik sıra Lo'larda” diyerek mimlediği Kürt ulusu, kemalist cumhuriyetin ikinci soykırım hedefi olmuştur. Kürt ulusunu Kürdistansız ve kimliksiz hale getirmek için her türlü sömürgeci savaş, ilhak ve soykırımcı katliam yüzyıl boyunca sistematik biçimde uygulanmıştır. Şeyh Sait isyanı, Ağrı-Zilan ayaklanması, Dersim Tertelesi Kuzey Kürdistan'ın ilhakının önemli soykırımcı momentlerini işaretlemektedir.
Burjuva cumhuriyeti halkların felaketi ve yıkımı üzerine kurulmuştur ve öylece varlığını sürdürüp bugüne gelmiştir. İmha, inkar ve asimilasyon kemalist cumhuriyet düzeninin üç yok edici mızrağıdır. M. Kemal diktatörlüğü ve cumhuriyet düzeni de ulusal topluluklar durumuna düşürülen Ermeni, Rum, Pontus, Süryani uluslarını kılıç artığı olarak mimlemiş ve varlıklarını bu coğrafyada silmeyi hedeflemiştir. Kemalist cumhuriyetin egemen sınıfları olan Türk ticaret burjuvazisi, toprak ağaları ve askerler soykırımlarla tasfiye edilen Ermeni, Rum ve Süryani sermayesine ve mülklerine çökerek ilksel birikimlerini yapmıştır. Kanlı sermaye birikimi bu cumhuriyetin bir asır boyunca mütemadiyen başvurduğu bir sermaye devşirme biçimi olagelmiştir. Emvali Metruke, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül pogromu, Kıbrıs işgali gibi uğraklar bu kanlı ve haydut devlet pratiğini bütün fütursuzluğuyla ortaya sermiştir.
Tek ulus tek din tek mezhep temelinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti Türk, Müslüman, Sünni unsurlara dayalı bir yapıyı kurup halklarımıza dayatmıştır. Ulus, din ve mezhep asimilasyonunu dayatan kemalist cumhuriyet düzeninde ulusal varlığı reddedilen Kürt ulusu sömürge konumuna getirilmiş, tüm ulusal hakları ve özgürlüğü gasp edilmiştir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan topraklarında yaşayan, soykırım sonrası mübadele ve sistematik göçertme politikalarıyla Ermeni, Rum, Süryaniler küçük azınlık halklar konumuna düşürülmüştür. Müslüman olmayan Ermeni, Rum, Süryani halklarımıza azınlık statüsünde tanınan kimi haklar ise çok kısıtlı kullandırılmıştır. Coğrafi ve demografik etnik arındırma tüm cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülmüştür. Çerkes, Arap, Laz, ulusal topluluklarının varlığı ve kolektif hakları reddedilmiştir. Çingene, Pomak ve diğer halk toplulukları aynı ret, inkar ve asimilasyonla Türk ulusu içinde eritilip kimliksizleştirilmeye tabi tutulmuştur.
Yüzyıllık cumhuriyet düzeni sosyo-politik varlığını müslüman ve hanefi mezhebine yaslamıştır. Hanefi-sünni mezhebini devletin resmi egemen mezhebi kabul ederek diğer inançlara kamusal varlık hakkı tanımamıştır. Başta Alevilik, Caferilik, Êzîdîlik olmak üzere tüm diğer inançları baskı altına almış, inanç asimilasyonunu dayatmıştır. Cumhuriyetin laiklik ilkesi ve politikası ise burjuva eğitim ve homojen ulus yaratmanın ikili kaldıracı olma işlevi görmüştür. Kemalist burjuva cumhuriyet laiklik politikasıyla geleneksel Alevi örgütlenmeleri ortadan kaldırılmıştır.
Türk burjuva cumhuriyeti yaşadığımız Türkiye ve K. Kürdistan coğrafyasındaki ulus ve ulusal topluluklara, halklara, işçi sınıfına ve tüm ezilenlere karşı düşman bir cumhuriyet düzeni olarak vücut bulmuştur. Halklarımıza ve ezilenlere en ağır sömürü, yıkım ve felaketler yaşatan kurulu cumhuriyet düzeni, bugün de aynı acımasız pratiğini sürdürmektedir. Bu yüzyıllık cumhuriyetin ilk otuz yılı ebedi şef M. Kemal ve milli şef İsmet İnönü'nün katıksız diktatörlüğü tarafından yönetilmiştir. Cumhuriyetin banisi Mustafa Kemal'in şeflik rejimiyle başlayan halklara düşman diktatörlük pratiği, askeri darbeler, açık askeri faşist diktatörlükler ve parlamenter biçimli faşist cumhuriyet rejimiyle bir yüzyıllık ömrünü tamamlamıştır. Politik özgürlük yoksunluğu burjuva cumhuriyetin değişmeyen karakterini belirlemiştir. Yüzyıllık burjuva cumhuriyetin son faslında faşist rejim politik islamcı şeflik rejimi olarak biçimlenmiştir.
Politik islamcı faşist şeflik rejimi kemalist cumhuriyetin kurucu tekçi ve sömürgeci temellerini sımsıkı koruyarak halklarımıza düşmanlığı sürdürmektedir. Politik islamcı faşist şeflik rejimi kurulu cumhuriyet düzenin işbirlikçi Türk burjuva sınıfı adına yazılan tüm kazanımlarını muhafaza etmek ve cumhuriyet rejimine kendi politik islamcı niteliğini katmak istemektedir. Politik islamcı faşist şeflik rejiminin kemalist cumhuriyetin laiklik ilkesini esnetme ve yaşamı dinselleştirme politikaları, rejiminin kurucu kodlarını kısmen değiştirme çabaları cumhuriyetin yapısal krizinin güncel bir veçhesi olarak öne çıkmaktadır. Bu kurulu düzen ve dümen mücadelesi, bugün en bariz haliyle politik islamcı ve laik kemalist burjuva bloklar arasındaki şiddetli ideo-politik mücadele olarak somutlanmaktadır.
Türk egemen sınıflarının iki siyasi blok olarak saflaşması koşullarında laik-antilaik siyaset mekaniği bir burjuva hegemonya aracına dönüşmektedir. Halklarımızın burjuva cumhuriyetle köklü hesaplaşmasını ve politik özgürlük talebini örtüleyen bu saflaşma tablosu emekçi sol hareketimizin cumhuriyetle ilgili görüş açısını bozmaktadır. Tarihsel yanı da olan bu saflaşmada emekçi sol hareketimizin kimi bölükleri kemalist burjuva cumhuriyetin kazanımları ve cumhuriyetin değerleri meselesinde yanlış yere dizilmeye ve burjuva cumhuriyetin mirasına yaslanmaktadır. Cumhuriyetin kazanımları egemen sınıfların kazanımlarıdır. Cumhuriyetin değerleri burjuvazinin ideo-politik değerleridir. Emekçi sol hareketimizin öteden beri saflaştığı konuda farklı cumhuriyet tasavvur, seçenek ve istekleri bir “cumhuriyet politikası” olarak kristalize olmaktadır. Emekçi sol hareketimiz ve marksist leninist komünistlerin gündemine giren bu konuyla muhakkak teorik ve politik düzeyde ilişkilenmelidir. Halklarımızın yüzyıllık felaketi ve diktatörlük rejimi olan burjuva cumhuriyete karşı bir ideo-politik pozisyon alarak faşist cumhuriyetle halklarımızı yüzleştirmeli, nitelikli propaganda ve aydınlatma çalışmalarıyla cumhuriyete dair sözünü ve eylemini ortaya koymalıdır. Burjuva blokların karşısına kendi cumhuriyet seçeneğini yükselterek çıkmalıdır. Mevcut faşist cumhuriyeti ezilenlerin tarihsel devrimci eylemiyle tasfiye edilerek yerine halklarımızın iktidarının ifadesi olan Halk Cumhuriyetleri Birliği seçeneğinin propagandasını yükseltmelidir.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 25 Ekim tarihli 139. sayılı başyazısı.