Fransa: Volkanın üzerine kurulan cennet ve patlayan cehennem
Fransız solcuları ayaklanmanın nedenini "sosyal eşitsizlik" olarak tanımlayarak sorunu doğru koyuyor ama çözümü yanlış yerde arıyor. Varoluşsal krize saplanmış kapitalizm altında sosyal eşitsizlikler azaltılamaz bilakis gün geçtikçe artacaktır, o halde sorunun yegane çözümü isyanlara kapitalizmi yıkmayı ve sosyalizmi inşa etmeyi içeren bir devrimci bilinç katmaktır, dahası bu isyanlara öncülük etmektir.
17 yaşındaki Nahel dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle, önce durduruldu ardından bir polis tarafından yakın mesafeden başına ateş edilerek katledildi. Paris'in Nanterre banliyösünde işlenen bu cinayetin ardından katil polis tutuklandı.
Polisin bir genci katletmesi büyük bir öfke patlamasına yol açtı. Barut fıçısı patladı. Paris banliyölerinde başlayan protestolar, Paris merkezine, ardından Marsilya, Lyon, Lille, Strazburg gibi büyük şehirlere ve Fransa'nın bütününe yayıldı.
Polis araçları ve karakolları, belediye binaları, valilikler, bankalar, okullar yakıldı; otomobillerin yanı sıra toplu taşıma araçları ateşe verildi; alışveriş merkezleri yağmalandı.
İsyanın beşinci gününe kadar iki binden fazla kişi gözaltına alındı, onlarca kişi yaralandı, 45 bin polis ve jandarma öfke patlamasını kontrol edemedi, öfke durmak yerine yayıldı. Sağcı ve faşist partiler olağanüstü hal ilan edilmesini istiyor. Solcu partiler şiddette son verilmesi çağrısı yapıyor. Sivil faşistler isyancıları sindirmek için sokağa çıktı.
GÖÇMEN ÖFKESİ Mİ?
Öldürülen gencin ailesinin Cezayir asıllı olmasından yola çıkarak pek çok kişi bunun bir göçmen isyanı olduğunu ileri sürüyor. Bu, tam bir saçmalık.
Emniyet müdürlüğünün açıklaması gösteriyor ki gözaltına alınanların ezici çoğunluğu 17 yaş ve altı ve bunların da büyük çoğunluğu Fransız vatandaşı. Gösterilerde siyah ve "kara kafalılar"ın daha çok görünüyor olması bu gerçeği değiştirmiyor. Siyahlar ve "kara kafalılar" Fransız işçi sınıfının bir parçası ama bunlar genellikle işçi sınıfının en alt tabakasında yer alıyor. İsyanın patladığı alanlar, işçi sınıfı mahalleleri. İşçi sınıfı şehir merkezlerinde değil banliyölerde yaşıyor. Kadınlar, gençler, güvencesiz işçiler ve göçmenler ekonomik ve sosyal krizden en çok etkilenen kesimleri oluşturuyor. En büyük darbeyi gençler alıyor. 2002 ve 2018 yılları arasında, 18 ila 29 yaş arasındaki yoksulluk oranı yüzde 50'den fazla arttı.
Fransa'da yoksulluk sınırının altında yaşayan yaklaşık 10 milyon kişi var, bunların yarısını gençler oluşturuyor. Yüksek gelirli işlere kapı açan prestijli okullarda büyük çoğunlukla zenginlerin ve yüksek yöneticilerin çocukları okurken sıradan okullara devam eden öğrencilerin dörtte biri yeterince yemek yiyememekten şikayetçi. İşçi sınıfının alt tabakasının gençleri ya işsiz ya da düşük ücretle güvencesiz işlerde çalışmaktadır. Paket servisi şoförlüğü yapan bir üniversite öğrencisi olan Nahel, bunun en tipik örneklerindendi.
Bu açık ki Fransız işçi sınıfının alt tabakalarının, yoksullarının ve onların gençlerinin isyanıdır. Fransa Komünist Partisinden Grigny belediye başkanı bu gerçeği şu sözlerle dile getiriyor: "Yıllardır bir volkanın üzerinde yaşıyoruz. Barut fıçısı az önce patladı. Polis Karcher doktrini ve dayanılmaz sosyal eşitsizlikler karşısında bu bir sürpriz değil. Benim şehrimde yüzde 50 çalışan yoksul var. Grand Borne bölgesinde ortalama yıllık maaş sadece 10 bin €'dur. Böyle bir gelirle artan giderlerinizle ne yapabilirsiniz… Ülkede yoksulluk patlak verdi, eşitsizlikler artıyor, terk edilmişlik duygusu keskinleşiyor."
Cinayetin işlendiği ve öfke patlamasının ilk yaşandığı yer olan Nanterre bölgesi, Fransa'nın finans ve zenginlik merkezi La Défense'den sadece 100 metre uzaklıkta. İki sınıf iki kent, bir yanda artan yoksulluk içinde hiçleştirilen bir halk ve onun gençliği diğer yandan gösterişli bir hayat, yoksulluk volkanı üzerinde kurulmuş zenginlik cenneti. Volkan zaten için için yanıyordu, herhangi bir başka sebeple de patlayabilirdi.
POLİS ŞİDDETİ
Sosyal eşitsizliğin derinleştiği, sınıflar arası uçurumun büyüdüğü her yerde olduğu gibi Fransa'da da burjuva egemenler çareyi "güvenlik"te bulmaktadır. Bu neyin güvenliğidir? Bir yanda milyonerlerin sayısı diğer yandan yoksulların sayısı artmaktadır. Bir avuç zenginin güvenliğini sağlamak için polisin yetkileri artırıldı. Söz konusu olan yoksullar, göçmenler olunca polise bir çeşit "serbest atış" hakkı verilmiştir. Sadece geçen sene dur ihtarına uymadığı için 13 kişi vuruldu. Bu son polis cinayetinin görüntüleri sosyal medyada yayınlanmasaydı belki birkaç önemsiz protesto ile geçiştirilecekti. Polis şiddeti sadece işlenen cinayetlerden ibaret değil. Polis yoksul mahallelerinde bilhassa siyah ve kara kafalı gençleri, göçmenleri aşağılıyor. Kimlik sorma, yere yatırma, sokakta üstünü çıkarmaya zorlama, keyfi gözaltına alma gündelik uygulamalar.
On binlerce polis ve jandarmaya rağmen isyan yangını söndürülemedi. Eğer yoksulluk volkanının üzerinde bir cennet kurmaya kalkarsanız, volkanın patlayan öfkesini her zamanki polis şiddetiyle ortadan kaldıramazsınız. Önünüzde iki yol vardır, ya bu patlamalara neden olan sosyal eşitsizliği ortadan kaldıracaksınız ya da daha büyük bir şiddetle saldıracaksınız. Fransa tam da bu temelde ikiye bölünmüş durumda. Fransız solcuları sosyal eşitsizliğe vurgu yaparken faşistler olağanüstü hal gibi sert önlemler alınmasını istiyor, hükümeti buna zorlamak için de sivil faşistleri sokağa salıyor, isyanın sınıfsal içeriğini gözlerden saklamak için göçmen karşıtı ırkçılığı öne çıkarıyor.
VAROLUŞSAL KRİZ VE İSYAN KAOS ANARŞİ
Fransa'da yaşananlar dünyanın bugünkü halinin Fransızca dile gelişidir. Dünyanın her yanında bu ve benzer isyanlar yakın dönemde patladığı gibi önümüzdeki dönemde buna yenilerinin eklenmesi sürpriz olmayacaktır. Yoksulluk, aşırı sömürü, eşitsizlik volkanının üzerine bir cennet inşa etmeye kalkışan yalnızca Fransız burjuvazisi değildir, dünyanın bütün büyük burjuvazisi aynı volkanın üzerindedir.
Kapitalist dünya varoluşsal bir kriz içinde. Ekonomik, sosyal ve ideolojik bir krizdir bu. Bu ömrünü tamamlamış olan kapitalist toplum biçiminin giderek ağırlaşan bunalımıdır. Kapitalistler bu bunalımdan bir çıkış bulamaz. Yapabilecekleri tek şey sömürü oranını artırmaktır, bu da eşitsizliği ve yoksul sayısını büyütmekten başka bir sonuç doğurmaz. Giderek büyüyen sosyal eşitsizliği sürdürebilmenin biricik yolu yoksulları daha büyük cehalete sürüklemek, örgütsüzleştirmek ve daha büyük bir baskı ile duruma itirazlarını bastırmaktır.
Böyle bir toplumda ideolojik, ahlaki, sosyal ve kültürel yozlaşma ve çürüme kaçınılmazdır. Gerçekte bu çürüme ve yozlaşma hem varoluşsal krizin sonucu hem de resmi kapitalist toplumdan dışlanmanın ürünüdür. Bu yozlaşma ve çürümenin en büyük payı yoksullara düşmektedir. Sosyal koşullar yoksulları isyana sürüklemekte ama isyan edenler bir ideoloji ve siyasal programdan yoksun oldukları için ortaya kaos ve anarşi çıkmaktadır.
Aslında çökmekte ve çürümekte olan bütün toplum biçimlerinde görülen bir durumdur bu. Engels, feodal toplumun ölüm çanlarının habercisi olan köylü isyanlarını değerlendirirken şunları söyler: "16. yüzyılın din savaşları adı verilen şeylerde bile her şeyden önce çok olumlu maddi sınıf çıkarları söz konusuydu ve bu savaşlar da daha sonra İngiltere ve Fransa'da ortaya çıkan iç çatışmalar kadar sınıf savaşımları idiler. Eğer bu sınıf savaşımları o çağda dinsel bir nitelik taşıyor, eğer çeşitli sınıfların çıkar, gereksinme ve istemleri din maskesi altında gizleniyor idiyseler, bu hiçbir şeyi değiştirmez ve çağın koşulları ile kolayca açıklanır… Feodalizme karşı devrimci muhalefet, tüm orta çağ boyunca devam etti. Bu muhalefet, kendini koşullara göre kimi zaman mistik, kimi zaman açık mezhep sapkınlığı, kimi zaman da silahlı ayaklanma biçimi altında gösteriyordu… Halk takımından kişiler, o çağda tamamen resmi toplum dışında yer almış tek sınıfı oluşturuyorlardı. Burjuva topluluğunun dışında oldukları gibi, feodal topluluğun da dışında idiler. Ne ayrıcalıkları vardı ne de mülkleri, hatta köylüler ve küçük-burjuvalar gibi ağır yükümlülükler altına konmuş bir mülkleri bile yoktu. Nereden bakılırsa bakılsın, malsız mülksüz ve her türlü haktan yoksun idiler."
Fransız solcuları ayaklanmanın nedenini "sosyal eşitsizlik" olarak tanımlayarak sorunu doğru koyuyor ama çözümü yanlış yerde arıyor. Varoluşsal krize saplanmış kapitalizm altında sosyal eşitsizlikler azaltılamaz bilakis gün geçtikçe artacaktır, o halde sorunun yegane çözümü isyanlara kapitalizmi yıkmayı ve sosyalizmi inşa etmeyi içeren bir devrimci bilinç katmaktır, dahası bu isyanlara öncülük etmektir.
Kimileri diyecek ki bunu yapacak solcular, komünistler nerede? Unutmayalım yanan isyan ateşleri zamanını doldurmuş kimi fikirleri yakarken kimi yeni fikirlere de yataklık eder, madde ve bilinç arasındaki diyalektik bağın kanunudur bu.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 05 Temmuz tarihli 123. sayılı başyazısı