Efe Dağlı yazdı | Sinir harbi
Böyle bir ortamda ilkeler, değerler, hatta aklı başında sözlerden eser kalmaz. Şahsi çıkarlar öne çıkar. Sinsi hesaplar, birbirine elindeki hançeri gizleyerek birbirine sarılmalar alır yürür. AKP içindeki hizipler bunun dışa vurmuş hali. Bir yandan Erdoğan sonrası hesaplar, diğer yandan vekil seçilmek için atılan taklalar, çekilen nutuklar, gerekiyorsa MHP'den daha sert bir dil yürürlükte.
Seçimlere yaklaştıkça hemen hepsi birbiri hakkında ağza alınmayacak laflar ediyor. Siyaset sahnesi puslu ve niteliksiz en belirgin, hatta bağırgan özellik. Başlayan bütçe görüşmelerine bakmak yeterli. Daha ikinci gün ağız burun dağıtıp hastanelik etme vakası yaşandı.
İktidar bloku ve özellikle MHP-Bahçeli en küçük itirazı harp diliyle karşılamanın yanısıra itirazları devlet gücü tekeli sayesinde bastırmaya odaklandı. Mağaza camlarına üç hilal çizilerek taşlanan BİM etrafındaki tartışma bunlardan biri. Erenköy Cemaati diye bilinen, ticaret odaklı ve elbette siyasal islamcılıktan nemalanan gruba karşı, öyle olmadığını bile bile, cemaat şebekesi ile irtibatlı olma iması ortaya atıldı.
Sermaye sınıfının olağanüstü karaktersizliği yine ve hemen tekil bir örnekte daha belirdi. Sermayesinin bir bölümünü türlü korkuları ve günahları yüzünden İngiltere'ye çıkarmış olan Ülker grubu, Şok üzerinden yaptığı açıklamayla BİM'cileri yalnız bıraktı ve bol bol reklam vererek paçasını kurtarma derdine düştü.
Makro ekonomi ölçüleriyle bakıldığında BİM'in tuttuğu yer devede kulak. Ancak mesele onunla sınırlı değil. Hücum etme biçimine, yöntemlerine ve dile odaklandığımızda şunu görürüz: 1930'larda Yahudilere karşı saldırı benzer yöntemlerle başlamıştı. Toplum her defasında bir duruma alıştırılıyor, sonraki adımlar olağanlaştırılıyor ve büyük el koymalar gerçekleşiyor. O yıllarda Yahudilere dönük tazyik aynı zamanda bir sermaye transferi ile tamamlandı. Şu sıralar Erenköy'cülerden reklam harcamaları adı altında büyük paralar istendiği konuşuluyor. Kitabına uydurarak parayı legal yollarla almak budur ve medya en elverişli vasıta. Danışmanlık ve güvenlik hizmetlerini de ekleyerek neredeyse bütün sermaye gruplarına böyle gidildiğini söyleyebiliriz. Güvenlik uzmanlarının türlü yayınlarda keyfen höykürdüklerini de sanıyorsunuz yoksa?! Racon kesmeler, bitirim havalar "günün sonunda" oraya buraya çökmenin psikolojik zeminini yaratmak için.
Bu bir düzleme harekatıdır, dün iktidardan nemalanarak sermaye biriktiren rantçılardan, kesenin ağzını açmaları istenecektir. Hepsini sıkıştıracak pek çok yasal imkanın ve belgenin olduğunu düşünebiliriz. Hz. Muhammed biriktirmenin ateş olduğu söylüyordu ve şimdi oradan buradan çalarak, işçi sömürerek palazlananlar korkmaktadır. Tarihte de görülmüştür, yine 1930'lara ve Almanya'ya, 1915'e ve Osmanlıya gittiğimizde egemenlerin kendi içlerinde ne gibi sermaye zora dayalı transferler yaptığını görebiliriz. "Çalıyorlar ama çalışıyorlar" dönemi geride kaldı ve bunun ilk anda bağışlayan mazeretçiliği hepsine pay düşmesini sağlayan yoğun sıcak para akışıydı. AKP kitle partisi olduğu için açıktan ve saldırgan bir dile mesafeli durma gayretini korumakla birlikte Bahçeli'nin o tür kaygısı yok ve son derece sert. Üstelik esnaflığın önünde sonunda egemen olana boyun eğeceğini biliyor. Ancak şunu unutuyor. Mahir'in suni denge metaforunu başka bir biçimde kurarak söyleyelim: Boyun eğenler bir mecburiyet sonucu böyle davranır fakat yarın iktidardan düştüklerinde ilk tekmeyi de onlar vurur; bugün kurulan ve bütün zor araçlarıyla tahkim edilmek istenen denge son derece geçici ve bu arada çürük bir zemindedir.
Dil siyasetin kendi içinde de giderek sertleşiyor. Karakola düşmek derdi eskiler, neredeyse her itham karakola düşürecek türdendir. Kaldı ki bu davacı olmak halini de gördük. Hem de cenabı hakkın huzurunda Erdoğan'dan davacı olacağını söyleyen Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu bütün köprüleri atan bir dil inşa ediyor. Bu bir set çekme harekatıdır ve muhtemelen AKP'nin SP dahil geleneksel sağın bütün partilerine de el atması, kadro devşirmeye çalışmasıyla irtibatlıdır.
İki insan-iki Müslüman, sorun ne kadar ağır olursa olsun, genelde son nefeslerini vermeden helalleşir. Birinin bunu kategorik ret anlamına gelen diğer dünyada davacı olma kararlılığı insani ilişki zemininin ortadan kalktığını anlatır. Demek kılıçlar çekilmiştir ve taraflar ellerinden geleni artlarına koymayacaklardır.
Koramollaoğlu'nun Erbakan'a ihanet gibi kimi ithamları yeni değil, hırsızlıkla da suçlamıştı, yakınlarda uyuşturucu tartışması üzerinden de suçladı. Bunların bir bölümü kitle konsolidasyonu için. Çünkü Saadet Partisi tıkız bir parti olarak kaldı, büyüyemiyor. Erbakan'ın oğlunun ayrılıp kurduğu parti bile gelişirken Saadet Partisi yerinde sayıyor.
Ancak AKP'den dert yanan ve dilini sertleştiren başkaları da var. Gelecek Partisi isimli şahıs odaklı partideki kimi kurucuları transfer etmek için türlü vaatlerde bulunulduğunu öğrendik. İYİP içindeki kimi isimlere de bu tekliflerle gidilmiş olması AKP'nin pes etmediğini, her yolu denediğini, deneyeceğini anlatır.
Böyle bir ortamda ilkeler, değerler, hatta aklı başında sözlerden eser kalmaz. Şahsi çıkarlar öne çıkar. Sinsi hesaplar, birbirine elindeki hançeri gizleyerek birbirine sarılmalar alır yürür. AKP içindeki hizipler bunun dışa vurmuş hali. Bir yandan Erdoğan sonrası hesaplar, diğer yandan vekil seçilmek için atılan taklalar, çekilen nutuklar, gerekiyorsa MHP'den daha sert bir dil yürürlükte. Bunun CHP'deki tezahürü kamuoyuna yansıyan gruplaşmalar. Bir yandan Kılıçdaroğlu sonrası genel başkanlık gerilim var diğer yandan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ne olacağı. Yeniden vekil seçilme derdi de cabası. Kılıçdaroğlu, hakikaten can derdinde ve bütün prestijini riske ederek devleti AKP'den geri alıp restore ederek 1960'lar tipi bir CHP-devlet bırakarak ceda etmeye çalışıyorken, mesela hem şahsi despotluğa hem uluslararası tekellerin kuklası olmaya olağanüstü yatkın ve istekli Ekrem İmamoğlu gelecek planlarıyla meşgul. Muhtemelen o ilişki de karakolda bitecek. Kılıçdaroğlu'nun muhtemel rakibiyle kıyas kabul etmez meziyeti nefsine hakim olma ve çalıp çırpma iddialarının uzağında kalma becerisi. Ona seçimlerde avantaj sağlar mı bilinmez. Ancak hatırlayalım Ecevit de para pulla ilgilenmedi ama 19-22 Aralık katliamının birinci dereceden sorumlusuydu. Böyle başka örnekler de verilebilir. Diğer taraftan şunu biliyoruz: Kılıçdaroğlu denize düşmüş halde. Çaresiz bir hastanın ottan çöpten fayda umması gibi zorluyor da zorluyor. Şunu kaynatır içersen şifa bulursun deniliyor ve mesela o da bir tür Kemal Derviş figürünün gelecek planlarına sarılıyor. Öte yandan en hakiki ülkücü benim diyerek Bahçeli ile milliyetçilik yarıştırıyor. Suruç'ta adalet nöbeti tutan Emine Şenyaşar'la görüşürken orada lazım gelen cümleleri sarf ediyor.
Kılıçdaroğlu bazı kesimlerle arada oluşan geleneksel buzdağlarını eritme arayışında. Bir tür teşkilatçılıkla sahada, pek duyurmadan yüz yüze ilişkilere ağırlık veriyor. Ancak sırtında CHP kamburu var. Her isteyen, ne umuyorsa onu vaat etmek uzak görüşlü olmayan, günü kurtarmaya odaklı taktiklerdir. Sürpriz yapma kapasitesini artırabilir. Ancak toplamda bir işe yarar veya asgari demokratik toplum standartlarını sağlamaya yeter mi, hayır. Nedeni belli, kendisinin o tür demokratik ilkeleri yok çünkü bütün amaç restorasyon.
Diğer taraftan 2023 seçimlerinin kader seçimi olduğu klişesini kimi sol muhaliflere dahi kabul ettirdi ki bu onun başarısı. Elbette AKP'nin 2023'e asılması da o tarafı konsolide ediyor. Teorik alandaki "kıyametçilik" argümanının pratik politikaya yansımasıdır bu. Tarih bir yerde donacak, bitecek vb. Neocon'lar, mesih bekleyenler, mehdi umanlar filan tümüyle bu argümantasyonla davranır, tarih ilan eder ve hiçbiri tutmaz, bu kez yeni tarihler ilan edilir.
Hayat ve zaman böyle akmaz. Dolayısıyla soğukkanlı bakmak, ideolojik hegemonya yoluyla kendi amaçlarının emekçi sola sirayet etmesine olanak tanımamak gerek. Bu da genel ve katı bir defansa değil fikir ve alternatif üretmekle mümkün. Aksi halde bir de bakarsınız ki şu ya da bu güç merkezinin argümanlarını dillendirmeye, bayrağını sallamaya başlamışsınız; geçmişler olsun.
Ne 2023 kıyamet ne seçim sonuçları dünyanın sonu. Dün buradaydık, yarın da burada olacağız. Bu coğrafyanın yoksulları, emekçileri, devrimcileri burada olmayı ve mücadele etmeyi sürdürecektir. Çünkü bu toprakları siyasal demokrasiyle, sosyalizmle buluşturma sözü, imanı ve kararlılığı devrimciliğe içkindir. Başkalarının sıkışınca gidecekleri ikinci adresleri olabilir, bizim yok. Başkalarının ikinci hayatı olabilir, bizim yok. Başkalarının sistem içinde şu veya bu varyantta kendini yaşatma arayışı olabilir, bizim yok. Hülasa, başkalarının yaygarasına aldırmadan hak bildiğimiz yoldan yürüyerek Türkiye'de bir demokratik cumhuriyet nasıl inşa edilebilir, ezilenler dünyasının en geniş katılımlı yönelimleriyle bir Halk Cumhuriyetleri Birliği nasıl gerçekleştirilebilir, bir de 100. yıl dolayımıyla buna kafa yormaya, imkanlar aramaya, pratik adımlar atmaya devam edeceğiz.