Çınar Köknar yazdı: İki ölüm bir zafer
Her rejim kişilerde temsilini bulur. Şevket Kazan ve Aytaç Yalman, çok sayıdaki kişiden ikisidir. Her iki isim devlete sadakat ortak paydasında buluşan ve fakat oraya iki karşıt politik adresten merkezinden gelen kişilerdi. Birinin 1996, diğerinin 19 Aralık ve sonrasında devrimcilere yapılan eziyette, işkencede, yaşanan ölümlerde doğrudan sorumlulukları vardı.
"Milli Görüş" geleneğinin popüler isimlerinden Şevket Kazan ile ulusalcı faşist Ergenekon organizasyonuyla anılan emekli Orgeneral Aytaç Yalman peş peşe öldü. Türkiye ve Kürdistan emekçileri, bilhassa devrimcileri iki figürü de yakından tanır. Rejimin baskı, işkence, zulüm siyasetinde pek çok başka isim gibi Şevket Kazan ve Aytaç Yalman bütün güçleriyle çalışmışlardır. Fakirlerin ve ezilenlerin adalet arayışı mücadelesinin doğal muhatapları olan bu iki isim kendi doğal süreci içinde hayatlarını kaybettiler.
Şevket Kazan, 1970'li yıllarda Milli Selamet Partisi'nin öne çıkan hukukçu isimlerindendi. Türkçü ve İslamcı siyaseti ve bunun bütün tahmin edilebilir pratiklerini kendi kişiliğinde somutladı. Devlete sadakat de bir ömür sürdü. Devlet kadrosu olarak icra ve idare mekanizmalarında yer aldı.
Onu bu mekanizmada öne çıkaran asıl görevi, Mehmet Ağar'dan devraldığı Adalet Bakanlığı oldu. Eskişehir tabutluğunu tekrar açan, sürgün genelgesini yayınlayan, devrimci tutsaklara işkence, ailelerine ve yakınlarına sistematik eziyet, gözaltı, tehdit siyasetinin üreticisi ve uygulayıcısı olan Mehmet Ağar'ın döneminde 1500 siyasi tutsak 1996 yılında bütün hapishanelerde süresiz açlık grevi biçiminde bir genel direniş başlattı. Direniş, 45. gününden itibarın 159 devrimci tutsağın ölüm orucuna dönüştürdüğü mücadeleyle yeni bir aşamaya vardı, savunma pozisyonundan taarruza geçti.
Çiller-Erbakan hükümetindeki dengelerin de etkisiyle Mehmet Ağar görevini Şevket Kazan'a devretti. Direniş, mücadele ve taarruz biçimindeki ölüm orucu sürüyordu. Pek çok kişinin beklediğinin ve sandığının aksine, Bakan değişimi, mücadele taleplerine karşı yumuşama getirmemiş, sürgünler sürmüş, sayımlarda işkenceler ve ölüm orucu eylemcilerini kapsayacak biçimde genişlemişti.
İçeride ve dışarıda sürgün genelgesinin geri çekilmesi, taleplerin kabul edilmesi mücadelesi kitleselleştikçe, Şevket Kazan, manevra imkanı olduğu halde Ağar'dan devraldığı söylemi ve devlet politikacısı olma sadakatine uygun düşmanlığı sürdürdü. Bu da yetmedi, gün gün eriyen ölüm orucu eylemcilerinin "Gizli gizli yemek yediğini" söyleyebildi. Kenan Evren'den devralınan ve devrimcilerin onuruna yönelen, mücadelelerini kirletmeye odaklanan bu cümle, kendisini halklarımızın nefretine muhatap kıldı.
Genel olarak Kürdistan halkının özgürlük mücadelesine, özelde devrimci mücadeleye düşmanlığı her kurumsal pratiğinde dışa vuran, itibar suikastine girişen bu ismi, güya görüşmek ve nasihat etmek üzere onlarca korumasıyla Eskişehir tabutluğuna gittiği günlerden de hatırlarız. Bir özel savaş döneminde itiraz edenin işkenceye muhatap kılınıp hapislere atıldığı günlerde, Şevket Kazan, büyük çoğunluğu çok genç olan tutsak devrimcilere nasihat ve itaat telkin edeceğini umarken, işkence süreçlerinin izlerini taşıyan tutsak devrimcilerin sloganlarıyla, hesap vereceği sözleriyle karşılaşınca ana maltadan koşa koşa kaçan biridir.
Tam o günlerde bedenler açlıktan eriye eriye aseton kokuyorken, 1996 Temmuzunda peş peşe on iki devrimci yıldızlara karıştığında "Gizli gizli yiyorlar" sözünün utancını duymadan, tutsakların talebini kabul etmek, Eskişehir tabutluğunu kapamak, sevk-sürgün genelgesini geri çekmek zorunda kalmıştır, Şevket Kazan.
Onlarca tutsakta kalıcı hasar bırakan, geri dönülmez hafıza kayıplarına neden olan o günlerin sorumlusu Şevket Kazan'dır. Eskişehir tabutluğuna, eylemin talebini kabul etmeden bir gün önce son bir ümitle askeri operasyona kalkışan, sonra alamayınca, dışarıdaki devrimci basınca karşı koyamayan Şevket Kazan'dır. Gün gün eriyen, tepeden tırnağa aseton kokan, açlıktan ölen, üstelik son 24 saatlerini hıçkırık nöbetlerinde geçiren ölüm orucu şehitlerine işkenceden sorumlu olan temel isimlerden biridir Şevket Kazan. 159 tutsağın günde bir bardak şekerli suyla yürüttükleri o mücadelenin ve taarruzun gücüne eninde sonunda teslim olan kişidir Şevket Kazan. Onu ezilenlerin özgürlük mücadelesinde yer alan imse unutmayacaktır.
Şevket Kazan'ın cenazesinde bir araya gelenler politik İslamcılığın belli başlı isimleridir. Dün Kazan'la birlikte devlet İslamcılığı siyasetini yürütenler birbirlerine selam dahi vermedi. Cenaze töreni de ideallerin çıkarlarla imtihan edildiği burjuva siyaset çarkında bütün idealler tuzla buz olmuş, o isimler birbirine girmişti. Cenazesi kaldırılan siyasi İslamcılıktı bir anlamda. Halkın ahını alanların iflah olmayacağını, saadet bulamayacağını söyler tarih kitapları.
Aytaç Yalman, hapishanelerdeki 19 Aralık katliamı ve Kürdistan'daki askeri operasyonlara katılımıyla, yine benzer bir devrimci ve Kürdistan özgürlük mücadelesi karşıtlığıyla biliniyordu. Virüs salgınında öldü. Kimi ulusalcı aydınların ilgisine mazhar olmuştu. Akıllı-devrimci ve aydınlanmacıydı zira. Kürdistan'da devrimci öldürmeye giderken dahi kulağında klasik müzik tınıları olan biriydi. Kitap okuyor ve müzikle ilgilenmekle kalmıyor, kitaplar yazıyordu. Onu sevmişti ulusalcılar. Tabi ki Ergenekoncuları yüzüstü bırakana kadar!
Kürdistan devrimcilerine nefreti bilinen Aytaç Yalman, hücre tipi hapishaneler projesinde ve siyasetinde Jandarma Genel Komutanı sıfatıyla yer aldı, coğrafyanın dört bir yanından toplanan komando birliklerin hapisteki devrimcilere saldırtan, 28 devrimci tutsağın katli, yüzlercesinin yaralanmasıyla sonuçlanan 19 Aralık operasyonunun askeri plandaki birinci derece sorumlularından biri o ve diğeri Osman Özbek'ti.
Operasyon, saldırı, hücrelere sürgün, ölüm oruçları, içeride ve dışarıda sayısı yüzü aşan direnişçinin ölümü, hücre tipi hapishanelerde tutsakların taleplerinin kabulünü-tartışılmasını engelleyen temel figüre dönüşmesi... Biz bunlarla anımsıyoruz kendisini.
Bütün bunları Ergenekoncu siyasal projenin müdavimi olarak yaptı. NATO'ya sadık bir asker olarak yetişti, devrimcilere karşı saldırılarda o işin askeri kısmını üstlenirken, cemaat şebekesi devrimcilere karşı komplo kuran polis örgütünde, işkenceleri örgütleyen polis timlerinde, adliyelerde devrimcileri idama-müebbete mahkum eden kararlarıyla öne çıktı. Tümü bu ortak paydada ittifak halindeydi. Ne zaman ki ABD geleneksel Ergenekoncu faşistlerin yerine işbirlikçileri öne çıkardı, o zaman ABD karşıtlığının hatırladılar, komploları birbirlerine karşı kullandılar.
Aytaç Yalman, bütün bu süreçte, pabucun pahalı olduğunu görünce hapsedilen Ergenekoncu arkadaşlarını yüzüstü bırakarak o cephede de itibarsızlaşmış, sosyal tecride mahkum edilmişti. Devrimcileri fiziksel tecride hapsetmeye odaklı saldırıyı organize eden bir general eskisinin bu sosyal tecride maruz kalması, 'ilahi adalet'ti belki ama çok eksikti.
Yalman'ın cenazesinde, tabutu omuzlayacak insan bulunamayacaktı neredeyse. Elbisenin, rütbelerin sağladığı itibarı o musalla taşında iki paralıktı. Etme bulma dünyası der eskileri. Çok eksik bile olsa bu da adaletti nihayet.
Aytaç Yalman'ın ardından konuşulanlara bakınca sanata ilgisinin tekraren vurgulandığını görüyoruz. Şunu unutuyorlar: Meşhur Nazi yöneticilerinin tamamı insanları fırına yollarken botanik bahçesindeki çiçeklerle, evlerindeki evcil hayvanlarla koşturup, bambaşka bir kişilik görünümüyle gözyaşı döküyor, resim yapıyor, müzik icra ediyor, hatta krematoryum civarındaki hoparlörlerden esirlere klasik müzik dinletiyorlardı. İnsanlık tarihine bu özellikleriyle değil, Nazi'likleriyle geçtiklerini eklemeye gerek yok herhalde.
Her iki isim devlete sadakat ortak paydasında buluşan ve fakat oraya iki karşıt politik adresten merkezinden gelen kişilerdi. Birinin 1996, diğerinin 19 Aralık ve sonrasında devrimcilere yapılan eziyette, işkencede, yaşanan ölümlerde doğrudan sorumlulukları vardı. Kürdistan ve devrimcilere karşı tutumları, siyasal özgürlük mücadelesinde yer alan herkese sembolik mesajlar içerir. Karşı devrim cephesinin bütün bileşenleri bu iki konuda birbirinin ikizidir. Bunu unutmak kalpleri kurutur, aklı kötürümleştirir, mücadeleyi anlamsızlaştırır.
Her rejim kişilerde temsilini bulur. Şevket Kazan ve Aytaç Yalman, çok sayıdaki kişiden ikisidir. Onlar ölür gider, bazen kullanılıp atılır ama rejim, elbette siyasal özgürlük mücadelesini zaferle taçlandırmadıkça sürer. Yapılan işkencede, dökülen kanda, açlıktan ölenlerin bedenlerinden taşan aseton kokusunda kişileri vasıta olarak kullanan rejimin imzası vardır. Dolayısıyla adalet arayışı total olarak hepsini konu edinir. Yıldızlara koşuşanların hatıraları, sözleri ve onlara dair sözlerin tamamı bu arayışın en iyimser ve ümitli biçimlerde sürmesinin asıl devindirici gücüdür. Bunu unutanı aşar geçer hayat. Kalbi soğuyanı adalet ve özgürlük mücadelesinden geri duranı kenara iterek o iradeyi, tutkuyu ve duru kalpleri taşıyanları yüceltir. Ne mutlu o iyimser iradeye, sonsuz tutkuya ve duru kalbe sahip olanlara.