Çınar Köknar yazdı: En yüksek bireylik ile sonsuza dek özdeşlik
Kolektif ile bireyin özgür ilişkisi, ikisinin de temel konularda özdeşleşmesidir. Egosu olan, aklında ikinci-üçüncü ara yollar, zor zamanlarda acil çıkış kapıları olan; özdeşlik için gereken koşulsuz adanmışlıktan uzak birey şu veya bu aşamada geriye düşmeye adeta yazgılıdır. Özgünlük ve özdeşlik ilişkisi birbirini dışlamaz, aksine geliştirir. En yüksek bireylik ile sonsuza dek özdeşlik kararlılığının birbirlerinin üreticisi olması da böyledir.
Pek çok araştırma, insan canlısının daha başından itibaren topluluk halinde ve dayanışma davranışı sergileyerek yaşadığını gösteriyor.
Hem 'topluluk' eğilimi hem 'dayanışma' tutumu kolektiflik ile birlikte bireyliği gösteriyor. Zaman zaman biri lehine diğerini silikleştiren tutumlar olsa da uzun tarihsel yolculuklar, sınıflar öncesi (buna ilk sınıflaşma olan kadın-erkek sınıflaşmasını da dahil edebiliriz) kültür, topluluk ve dayanışma ise pek çok zaman bireyi görünmez kılan "komünalite" düşüncesinin sanılanın ötesinde olduğu söylenebilir.
Marx, sınıflaşmayı insanın yabancılaşma biçiminde açıkladı. Kapitalizmde bu "meta fetişizmi" ile zirveye vardı. Bununla birlikte o durum aslında insanlığın tarih öncesi idi ve komünizmle aşılacak ve zaten asıl tarih o zaman başlayacak.
Bu genel soyutlamaya mim koyalım. Sonra da tarihle "birey"e hangi evrelerde rastladığımızı düşünelim. Elbette Rönesans'ta. Akla hemen batı gelmesin. Bütün düşünce akımları, toplumsal projeler, ütopik gelecek tasarıları belli bir anda kendi aydınlanmalarını görürler. Antik Yunan, Hint, Mısır, İslam...
Parlayıp sönen, genellikle kalıcı olmayan bu aydınlanma dönemleri yerleşik, hakim, genel kabul gören ne varsa tamamına karşı insan yaratıcılığının yükselişidir.
Batıdaki insanın yükselişi Hristiyanlıkla çerçevelenen ve bireyi hiçe indirgeyen din anlayışına karşı isyan ile görünür oldu. Rönesans ve Aydınlanma önceki döneme tepki ile "birey" odaklı olarak şekillendi. Önemli bir adımdı. İnsanı öne çıkardı. Ancak zamanla dine karşı bilim ve tanrıya karşı insan bir önceki dönemin dininin ve tanrısının yerini aldı. Pozitivizm ve sonra sosyal-Darvinizm de bunun ideolojik yakıtı oldu.
Sonra? Tam da burjuvazinin istediği türden bir "birey"ler toplumu... Tarihinden, kültüründen, geleneğinden koparılmış, direnme ve manevi güç merkezi dağıtılmış, fabrikalarda sömürülmeye uygun, pek zayıf birey, işçi, işsiz... Onlarca yıl boyunca o birey böyle sömürüldü. Ta ki "biz" duygusuyla örgütlenene dek. Ekonomik konum, bilinç götürülmesi, örgütlenmek, "demokrasi okulu" olan grevler ve nihayet parti; tümü o "biz" olma süreciyle ilgiliydi.
Meselenin basit bir idealizm-materyalizm karşıtlığı olmadığı bizzat Marx, o çok bilinen "Feuerbach Üzerine Tezler"de ifade eder. Materyalist olarak Feuerbach insandan yola çıkar, dine karşı tutum alır ancak onun insanı "burjuva birey"dir. Üstelik bu stratejik yanlış onu bir yerden itibaren idealizme sürüklemiştir.
"Birey" kategorisine Marx ve Engels'in atıfları vardır; bugün de geçerliliğini koruyan belirlemelerdir bunlar.
Marx'tan bu yana devrimci mücadeleler/gerçekleşen devrimler, sürmekte olan devrimci mücadeleler düşünüldüğünde toplum ve birey diyalektiğinin doğru kurulamadığı anlarda ahenginin bozulduğunu, bunun pek çok başka bozulmaya yol açtığını görmek mümkün.
İdeolojik-kültürel ve moral üstünlüğünün devrimlerden yana olduğu zamanlar insan da yükselir, kolektifler o insanlarla inşa edilir veya dolar. Lenin'den Fidel'e, Che'den Mahir'e, Rosa'dan Urlike'ye, Deniz'den İbo'ya bilinen pek çok isim çeşitli nitelikleri olan bireylerdir ve mücadele süreci onlara yeni nitelikler ekleyerek donatmıştır.
Kolektif mücadele güçlü ve zayıf bireylerin egolarının çatışmasını öncelediği gibi çekinik-içe dönüklüklerini sürdürmesini de engeller; kendi ahengi içinde hepsini mücadelenin ihtiyaçlarıyla bireysel kapasite arasında denge kurarak geliştirir.
Burada önemli ve iç içe iki detaya dikkat çekilmeli: Saydığımız isimlerin önemli bölümü 'küçük burjuva' kökenlidir, 'şehirlidir' ve kendiliğinden 'yarı-aydın' özellikleri vardır. Ve fakat artık bu toplumsal kesimlerden kitlesel katılımlar olmamaktadır. Hiç değilse tarihin bu evresinde devrimci mücadelenin bileşenleri işçi ve işsiz ailelerin çocuklarıdır.
Dolayısıyla kişisel donanım yetenek, birikim gibi başlıklarda, o özelliklerini açığa çıkarmak, işlemek, özgürlük mücadelelerine alternatif kolektif ortamların işidir. Bunun avantajları da var. Katı-şekillenmiş formasyona sahip olmayan bireyin devrimi kavrama, yaratıcı biçimde kavrama olanağı her zaman daha fazladır. Hiçbir eğitim almamış bir işçinin kolektif ortamda yetişmesi halinde yaratıcı kavrama imkanları hemen herkesten fazla olacaktır. Kolektif ortamların başka pek çok "şey" olmanın yolunda birer "okul" olması görevi bu nedenle önemlidir. "Ortam" ve "okul" sabit bir mekan demek değildir, akışkandır, hayatın her alanındadır.
Kolektif ile bireyin özgür ilişkisi, ikisinin de temel konularda özdeşleşmesidir. Egosu olan, aklında ikinci-üçüncü ara yollar, zor zamanlarda acil çıkış kapıları olan; özdeşlik için gereken koşulsuz adanmışlıktan uzak birey şu veya bu aşamada geriye düşmeye adeta yazgılıdır.
Özgünlük ve özdeşlik ilişkisi birbirini dışlamaz, aksine geliştirir. En yüksek bireylik ile sonsuza dek özdeşlik kararlılığının birbirlerinin üreticisi olması da böyledir. "Neden devrimci oldun/oldum?" sorusuna verilecek kalbi yanıt bireyin yolculuğunu da tayin edecektir. "Bir şey olmak" isteyen, adanmış bir devrimci olmak haricinde "bir şey olmak isteyen" bu hedefini korudukça günün birinde "eski devrimci" olacaktır söz gelimi. Kolektif, bir şirket ve oradaki birey departman yöneticisi değildir zira. Bireysel dünyevi hırsları gidermenin/karşılamanın pek çok başka yolu var ayrıca.
Kapitalizm, faşizm, savaş, baskı; buna bağlı pek çok kişisel travma, hepsi gayet olağan. Bu hayatlardan gelen bireylere kollarını açar kolektif. Onların deneyimleriyle zenginleşir ve bu arada bütün bireyler kolektifin kültürüyle yenilenir, eski konumlarını reddederek tazelenir; kolektif isimlerini dahi böyle düşünebiliriz.
Bu sonsuz bir devinimdir. Her bireyin hikayesi kendi ömrü ile sınırlıyken kolektif kendi tarihi içinde böyle pek çok bireyin hikayesine hakimdir. Dolayısıyla o birikime büyük bir iç huzurla yaslanan ve kolektif kültürle özdeşleşmek için dünyevi dertlerinden sıyrılan bireyin yolculuğu sonsuz, katkısı azami olacaktır. Ölümsüzlerin hayatlarını bir de bu gözle okuyalım, her ömür açık bir kitap, öğreneceğimiz daha pek çok şey var.