22 Kasım 2024 Cuma

Çifte dönüşüm

Devrimi menzilinden, kol mesafesinden uzakta düşünmek adanmış devrimciliğin çıtasını düşürmek, ölçüleri sıradanlaştırmaktır aynı zamanda. İşin esası kitlelerin özlem ve talepleriyle organik ilişki içinde bulunan, bunları anlayan, sezen, gören ve hem gündeme getirip hem koparıp almak üzere harekete geçen, kafası açık öncü/önder partinin/partilerin bulunması oluş halindeki varlığın güçlendirmesi ve kitlelerin bilinçli-öncüleriyle birlikte politika yapmayı esas almasıdır.
Devlet başkanının sıklıkla tekrarladığı dileği "MHP ile pazara değil mezara kadar ittifak" oluyor ve bu dilek "inşallah" ifadesiyle güçlendirilerek niyaza dönüştürülüyor.
 
Elbette 'Mezara kadar ittifak' sözü, taraflardan birinin, diğerini, emeline ulaşınca mezara gömmesi istek ve ihtimalini dışlamaz ancak burada samimi bir istek öne çıkıyor.
 
Faşist rejimin, politik İslamcı ırkçı-milliyetçi bir yeni faşist reorganizasyonla 2023'e çıkarma hedefi bu duanın en kuvvetli sebebidir. Yeni iktidar alaşımını sadece belli kurumlara el altındaki bürokrasi ile yetinilmeden tepeden tırnağa bütün devlet, devletin kurucu metinlerine, eğitim materyallerine dek akla gelebilecek her detayına zerk etmek şehvetli bir politik motivasyon kaynağıdır.
 
Tam da bu nedenle AKP-MHP koalisyonu birbirlerinin söylem ve eylemlerinde erimeye ve adeta yeniden yapılanmaya yatkın bir haldedir. İki taraf da birbirinin sözlerinin altına imza atmaya hazırdır ve fakat "burası Türkiye"dir, hiç bir sözün, hiç bir vaadin, hiç bir ortaklığın ömürlük olmadığının binlerce delili vardır.
 
Yeni faşist reorganizasyon çeşitli engelleri var. Her ne kadar bu koalisyon, bir tür alan tutma taktiğiyle geleneksel faşist ordu partisi ideolojisinin söylemlerinden hoşlananlara saha bırakmayacak denli yabancı düşmanı, Kürdistan bahsinde sömürgeci siyasal-örgütsel eylem hattına sahip ve rejimin tarihsel düşman söylemini (Rumlar, Ermeniler, Yunanlar...) davralıp daha bir köpürtmüş olsa da rejimin içinde bu projeyi kendi emelleri doğrultusunda akamete uğratmak isteyenler vardır.
 
Karşı devrim cephesinin irili ufaklı adreslerinin bazen örtük bazen açıkça birbiriyle dalaşması, hegemonya krizi yaşayan gündem tayininde zorlanan iktidar partisini, fiilen bir olağanüstü hal psikolojisi örgütlemeye sevk ediyor ve iktidar partisi zaten meyilli olduğu komplocu izah ve tasnifleri kiminde medyası kiminde sözcüleri vasıtasıyla dolaşıma sokuyor.
 
Mevcut politik hattan sürdürülebilir olmadığını iktidar partisi lideri de biliyor. Ancak yeni faşist söyleme, rejimin geleneksel davranış kodlarını kullanarak ve misliyle katlayarak örgütlediği Kürdistan siyasetinde diretmeye adeta mecbur. Sıradan bir normalleşme dahi politik İslamcı ve şovenist ajitasyonu sorgulanır hale getirecektir.
 
Bu bir çıkmaz sokak olduğu içindir ki, 31 Mart'ta istediği sonuçları alırsa "reform" yapacağı vaadini, uluslararası piyasaları yatıştırma gayesini ve TÜİSİAD'cı sermayeyi yatıştırmak için arada bir öne çıkarıyor.
 
Ancak bu dil ve eylemin üzerine bina edildiği bakış açısı "biz ve onlar" ikiliğine dayandığı, mevcut oy konsolidasyonu sürdürme hedefine yaslandığı için ve bu oranda toplumsal çatışma yatağı haline de geliyor. Ara güçlere, harici karar vermeyen seçmene değil, bilakis mobilize edilmiş olan kitleye ve hazır kıtalara dönük moral motivasyon konuşmalar halini alan, karşıtlarını kahretme öfkesi barındıran yönelimler rejim krizini derinleştirmektedir aynı zamanda.
 
"Aile gibi üstünlük değerleri öne çıkarma" bahanesiyle 'toplumsal cinsiyet eşitliği' kavramının YÖK'ün tutum belgesinden silinmesi gibi bir dolu örneği bulunan uygulamalara rejmin geleneksel Kemalist kesimlerinin etki alanındaki kesimlere varana dek tepki uyandıracak cinstendir. Şimdilik bu durumlarada, Kürdistan'a hava saldırıları, "etkisiz hale getirme" bilançoları ve şiddetli bir topyekün savaş iktidarı pratiğiyle tepkileri elemine etmeye girişmeleri tipiktir. Ne var ki bu da ilanihai sürdürülemez. Hele Kürdistan siyasetindeki ilginin Rojava'da olduğu şartlarda sadece bu kadarını yapabildiği düşünülürse, ilginin Kuzey'e ve Batı'ya dönmesi halinde kontrollü şovenist tepkileri kendi siyasetinin yakıtına dönüştüren iktidar partisinin çok daha ağır bir siyasal tabloyla karşı karşıya kalması kuvvetle muhtemeldir.
 
Ne var ki, rejimin iç mücadele ve krizleri türlü ekiplerin-cuntaların-kliklerin birbirlerine muhalefet etmesi ekseninde gelişir. Geçelim toplumsal olanını, siyasal düzlemde dahi özgürlük kırıntısı barındırmaz. Gerici çatışmalar ve yanlış saflaşmaları tetikler. Su katılmamış süzme faşist biri olduğunu adeta bağıran, bunu herkese kanıtlamak için yanıp tutuşan kimi idarecilerin bu saflaşmayı körükleyen meydan okuyucu dili buna örnek gösterilebilir.
 
Devlet krizini aşamayan, bir büyük hedef olarak önüne yeni faşist devlet yapılanmasını, tepeden tırnağa rejimin karekterine dönüştürmeyi koyan ve bu tek yazılı planlara uyum hazırlık yapan iktidarı işi, rejimin mevcut durumu nedeniyle kolay değil. 31 Mart seçim sonraları iktidar motive eder ya da düzeniçi muhalefeti iştahlandırır; ikisi de mümkün.
 
Bunların külliyen dışında yer alan ve devrimci seçeneği on milyonlara sunan-teklif eden klasik bir anti faşist devrim cephesi tüm  bu dönem boyunca rejimin türlü kliklerinin ve tamamının projesini akamete uğratacak ezilenleri, işçileri, yoksulları, dışlananları politika denklemine sokabilir.
 
Denkleme hem direniş hem kurtuluş perspektifiyle dahil olmak, neye niçin karşı olduğunu eylemde ve düşüncede ortaya koyarken neyi niçin istediğini ve olanaklı her yolla bunu nasıl kuracağını-inşa edeceğini gösteren, katılıma ve zenginleşmeye açık bu pratik politik zemin yaratmak önemli ve gereklidir.
 
Bu tür çabanın devrim hedefinden bağımsız olmadığını bilmek kıymetli ancak yeterli değil. Birer çakmaktaşı niteliğindeki bu tür hamlelerin devrimi hakikate dönüştürme imkanı sunduğunu ve içinde barındırdığını kaydetmek gerek.
 
Bunlara küçümseyici yaklaşmak, değer atfetmemek, sıradan bakmak devrimin sağ kavrayışıyla da ilgilidir. Adeta ezilenlerin yarısından bir fazlasını kazanmadan devrimi olanaklı görmeyen ve daha çok reformcu sosyalistlerde temsilini bulan devrimin sağ kavranışı hemen her zaman yetersizlik duygusunun kabarmasıyla sonuçlanmıştır. Kaldı ki hiçbir devrim böyle gerçekleşmemiştir. Devrimi menzilinden, kol mesafesinden uzakta düşünmek adanmış devrimciliğin çıtasını düşürmek, ölçüleri sıradanlaştırmaktır aynı zamanda. İşin esası kitlelerin özlem ve talepleriyle organik ilişki içinde bulunan, bunları anlayan, sezen, gören ve hem gündeme getirip hem koparıp almak üzere harekete geçen, kafası açık öncü/önder partinin/partilerin bulunması oluş halindeki varlığın güçlendirmesi ve kitlelerin bilinçli-öncüleriyle birlikte politika yapmayı esas almasıdır.
 
Subjektif zorlukların tamamı geçicidir ve Türkiye siyasi coğrafyasının geleceği devrimdir, sosyalizmdir. Geleceği inşa ise olanaklı bütün yollarla birlikte bugünün işidir.