Çiçek: Ortadoğu Demokratik Federasyonu için Rojava'yı savunmaya
Marksist Teori yazarı İbrahim Çiçek, Filistinli direniş örgütlerinin 7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin Ortadoğu'daki dengeleri değiştirdiğine dikkat çekti. Halep ve Rojava'ya yönelik işgal saldırılarını değerlendiren Çiçek, HTŞ'nin ABD, İngiltere ve Türkiye tarafından donatıldığını, ÖSO'nun ise direkt Türkiye'nin elindeki bir aparat olduğunu söyledi. Çiçek, Minbic'e yönelik saldırı tehditlerini hatırlatarak, Rojava Devrimine sahip çıkma çağrısında bulundu.
Marksist Teori dergisi yazarı İbrahim Çiçek, HTŞ'nin Halep'e, sömürgeci Türk devleti ve ona bağlı ÖSO'nun Rojava'ya işgal saldırılarını Özgür TV yayınında yorumladı. Bölgedeki durumun 7 Ekim 2023 tarihinde Filistin'deki direnişçi güçlerin İsrail'in demir kubbesini yıkarak gerçekleştirdiği eylemle değiştiğini vurgulayan Çiçek; İran, Rusya, ABD, Türkiye ve İngiltere'nin nasıl pozisyon aldığına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Rojava Devriminin üçüncü yol olma pozisyonunu koruduğunu vurgulayan Çiçek; sömürgeci Türk devleti, ABD, diğer emperyalist ve bölge gerici devletlerinin Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimini sona erdirme çabasına dikkat çekti. Çiçek, bütün bu saldırganlık içinde Ortadoğu'da direnen devrimci, demokratik güçlerin sıkı bir işbirliği içinde olması gerektiğine vurgu yaptı.
İbrahim Çiçek'in Özgür TV yayınında Arzu Demir'in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
EMPERYALİSTLER KÜRT HALKININ ROJAVA'DAKİ VARLIĞINI KABUL ETMEDİ
2012 yılına gidelim… Suriye ve Rojava'da neler yaşandı hatırlayalım… Rojava'nın 3. yolu neydi?
2010 yılının sonunda Tunus'ta başlayan kitle hareketi, bütün bir Arap coğrafyasına yayıldı. Suriye'ye 2011'de ulaştı. Bu, başlangıçta bir protesto hareketi olarak gelişti, ancak Müslüman Kardeşlerin önemli bir etkisi vardı. 2011 yılının ortalarından başlayarak içeride silahlı hareketlerle ve dış müdahalelerle birleştiğini biliyoruz. O anın en önemli olaylarından biri DAİŞ'in kendini ilan etmesi ve Irak'tan Suriye'ye doğru ilerlemesi, işgal saldırılarını başlatmasıydı. El Kaide güçlerinin zaten önceden İngiltere ve ABD ile ilişkileri vardı. Hızla dışarıdan silahlandırdılar ve Şam yönetimine karşı başlatılmış bir iç savaş örgütü yaratıldı.
Diğer yandan Rojava'daki Kürt ve Arap halkları birleşerek Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'ni kurdu. Özsavunmalarını oluşturdu. Dolayısıyla üçlü bir durum çıktı. Birincisi; Suriye'deki rejim. İkincisi; "muhalif güçler" diye adlandırılan aslında Türkiye, Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin, ABD, özellikle de çok görünmeyen perde arkasından İngiltere ve İsrail'in denetiminde bir çizgi açığa çıktı. Bu ikisinin de ortak özelliklerinden biri, Kürt halkının kolektif varlığını ve haklarını Rojava'da kabul etmemekti. Kürt halkı bütün diğer halklar için özgürlük, demokrasi istediği gibi kendi özerk varlığının da Suriye birliği içerisinde kabul edilmesini, güvence altına alınmasını istedi. Bu Suriye'de ortaya çıkan üçüncü yoldu ve iki hegemonik güç arasındaki çatışma cephesi içerisinde kendine bir yol açan halkların kendi geleceğini belirleme çizgisiydi. Ve bu çizgi biliyorsunuz o günden bugüne özellikle Arap ve Kürt halkları arasındaki ittifakın gelişmesiyle demokratik, halkçı, kadın özgürlükçü bir yönetim biçiminde devam etti.
7 EKİM DİRENİŞİ BÖLGEDEKİ DURUMU DEĞİŞTİRDİ
Bölgedeki durumda nasıl bir değişiklik oldu da HTŞ çeteleri Halep'e saldırdı? Kim bu HTŞ çeteleri ve ne yapmak istiyorlar?
Türkiye Astana anlaşmalarına uymadı. Rusya ve İran'ı kandırmaya çalıştı. Rusya ve İran bu konudaki hoşnutsuzluklarını değişik şekillerde dile getirdi. Burada 7 Ekim tarihi önemli bir yerde duruyor. 7 Ekim bölgedeki bütün durumu değiştirdi, bir başlangıç tarihi oldu. O gün, Filistin direniş güçleri İsrail'in demir kubbesinin savunmasını kırdı. Bu süreç İsrail'i çok zayıf ve güçsüz düşürürken, hem İsrail'in hem de onun karşısındaki bazı kuvvetlerin durumunu açığa çıkardı. İran, Suriye, Hizbullah, Rusya'nın durumu nasıl oldu? Son bir yılda yaşanan gelişmeler şunu gösterdi. Birincisi; İran göründüğü kadar güçlü değil Ortadoğu'da. İkincisi; Hizbullah Suriye'deki güçlerini İsrail'in saldırısı dolayısıyla çekti, dolayısıyla Suriye'deki savunma zayıfladı. Üçüncü olarak; Rusya, Şam yönetiminin DAİŞ ve o soydan gelen çetelere karşı mücadelede belli bir pozisyona geldiğini düşünerek kuvvetlerini Ukrayna'ya çekince bir zayıflama oldu.
27 Kasım'daki saldırının hemen öncesinde Hizbullah ile İsrail arasında ABD'nin aracılık yaptığı bir ateşkes anlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın hemen ardından İsrail etkisini kullanarak, bu kuvvetlerin hareketlenmesi için itici bir güç oldu. Tek güç bu değil elbette. Aynı zamanda HTŞ rakiplerinin zayıfladığını görerek durumdan faydalanmak üzere hazırlanıyordu.
HTŞ, ABD, Türkiye ve İngiltere'nin eğitip, donatıp Suriye iç savaşına gönderdiği güçlerin hızla DAİŞ'e geçmesi ve daha sonra El Nusra gibi isim değişiklikleriyle ortaya çıktı. Dolayısıyla HTŞ'nin içerisinde İsrail'in, ABD'nin, İngiltere'nin ve Türkiye'nin de parmağı var.
ÖSO TÜRKİYE'NİN ELİNDEKİ BİR APARAT
Halep'e dönük saldırıyla birlikte diğer taraftan da Suriye Milli Ordusu'nun Rojava'ya dönük saldırıları gerçekleşti. Kimdir bu Suriye Milli Ordusu ve ne amaçlıyor?
Suriye Milli Ordusu denilen ÖSO, tamamen Türkiye tarafından eğitilmiş, donatılmış hatta maaşlarını Türkiye'nin ödediği bir kuvvet. HTŞ'nin belirli ölçüler içerisinde biraz ayrı hareket etme, "kendi çıkarlarını savunma" durumu olsa bile, ÖSO tamamen Türkiye'nin elindeki bir aparat.
TÜRK DEVLETİ MİNBİC'E SALDIRIYI HEDEFLİYOR
Esas olarak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetime, Kürt halkına karşı hazırlanmış bir kuvvet. ÖSO'nun hareketlenmesi demek Türkiye demektir. Birkaç gün önce İstanbul'da açıklama yaptılar, "Gelin masaya oturalım" dediler. Şu anda hedeflerinde Minbic var. Fakat Minbic'i alabilecekler mi? Bu sadece onların kuvvetine bağlı bir sorun değil. ABD ve Rusya'nın da ne yapacağına da bağlı. Kimse diğerini dikkate almadan hareket edemiyor.
ÖSO VE TÜRKİYE İSRAİL-ABD POLİTİKALARINI DESTEKLEMEK İÇİN HAREKETE GEÇTİ
Emperyalist güçlerin durumuna da tek tek bakalım. Örneğin ABD Suriye'de şu an ne yapmak istiyor?
ABD için birinci sorun; Ortadoğu'da İsrail'in güvenliğidir, İsrail'e dayanarak Ortadoğu'daki varlığını ve hegemonya mücadelesini devam ettirmektir. Bu temel noktayı kaybeden hiç kimse ABD ve İsrail'in davranışlarını açıklayamaz. ABD ve İsrail'in bütün müttefikleri de bu görüş açısı etrafında düzenlenmiştir.
Şimdi ÖSO'nun, Türkiye'nin harekete geçmesi, İsrail-ABD politikasını destekleyen bir durum olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla burada analizlerin odak noktası, Amerikan emperyalizminin İsrail siyonizmi ile olan kopmaz varlık ve çıkar birliğidir. Birisinin Ortadoğu'da hegomanyasıdır söz konusu olan, diğerinin de varlığıdır. Bu ikisi bütünleşmiş bulunuyor.
RUSYA SURİYE'DEN ÇEKİLMEZ
Güncel olarak Rusya neyi hedefliyor, Suriye Rusya bakımından ne anlama geliyor?
Rusya'nın dünya politikasında ve özellikle Ortadoğu'da sözünün olabilmesi için Suriye'deki varlığını kesinkes koruması gerekiyor. Suriye'de Lazkiye'de çok büyük bir askeri üssü var. Bunu bırakıp gidecek değil. Çünkü hem Doğu Akdeniz'deki, hem Ortadoğu'daki hem de ABD'nin Rusya'yı kuşatma, Çin'i çevirme stratejisi bakımından da bunu yapamaz. Dolayısıyla Rusya'nın Suriye'den çekilmesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Bu türden iddialar, yorumlar gerçek dışıdır. Emperyalizm gerçeğini, bugünkü dünya gerçeğini anlamayan bir yaklaşımdır. Mutlaka Rusya, Suriye'de kendi ve müttefiklerinin çıkarları için güçlerini seferber edecek ve kendisi bakımından gerekeni yapacaktır. Nihayetinde gerek Şam yönetimi gerek Rusya hava kuvvetleriyle diğer emperyalist kuvvetlere karşı savaşmaktadır. Bir kaçış değil ama geri çekilme olmuştur, daha geri hatlarda savunmayı kurdukları anlaşılıyor. Şimdi hava kuvvetleri üstünlüğünü kullanarak tekrar ilerleyeceklerini öngörebiliriz.
İRAN BÖLGESEL BİR GÜÇ OLARAK VARLIĞINI KORUMAK İSTİYOR
İran'ın Suriye'deki güncel pozisyonu nedir?
Son bir yıllık gelişmeler İran'ın bölgedeki pozisyonu açısından ciddi bir zayıflama yarattı. Fakat, İran yine de direniş cephesi hareketini devam ettiriyor. İran öyle kolay kolay Suriye'den vazgeçemez. İran Suriye'den vazgeçtiği zaman kendisinin kollarının kırılacağını ve elinin kolunun bağlanacağını bilebilecek durumda. Dolayısı ile İran'ın Suriye'deki pozisyonunu pekiştirici adımlar atması, Suriye'de İsrail'in pozisyonunun ilerlemesinin önünü kesmesi bunun için askeri ve siyasi kuvvetlerini seferber etmesi en olası gelişmedir. İran ve Suriye rejimi çok kuvvetli bağlarla birbirine bağlıdır. Hizbullah'ın ve İran'ın aldığı darbeler yabana atılamaz ama yine de direniş cephesi kendini toparlayarak aldığı darbelere rağmen devam etmek istemektedir. Burada bir irade olduğunu görmek gerekir.
İran bölgesel bir güç olarak varlığını korumak ve geliştirmek istiyor. İran için en hayati konu zaman kazanmak. Çünkü esas olarak nükleer enerji ve nükleer silaha ulaşmak istiyor. Bunun da bölgedeki pozisyonunu güvenceleyeceğini düşünüyor. Direniş cephesinin korunması, güçlendirilmesi için İran'ın tüm güçlerini seferber etmesi beklenmesi gerekir.
İNGİLTERE ABD VE İSRAİL'İN YANINDA POZİSYON ALDI
Bütün bu gelişmeler içinde İngiliz sömürgeciliği nerede duruyor?
Meşhur Sykes-Picot Antlaşması yüz yıldır Ortadoğu'yu şekillendirmiş. Fakat, Ortadoğu'daki dinamikler, Filistin hareketi, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi bunu sorguluyor. İngiltere dışarıdan bakıldığında hiç görülmese de bölgede, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudiler, ABD ve İsrail ile olan ilişkileri çok derin. Bu ilişkiler içerisinde çok önemli bir emperyalist hegemonya politikasının kurucularından biri. 1950'lerde Mısır ile yaşadıkları kanal krizinden sonra bölgedeki hegemonyayı çatışmadan, bir şekilde anlaşmalı olarak ABD'ye devretti İngiltere. Dolayısıyla ABD, İngiltere'nin pozisyonunu da hep gözetti. İngiltere her zaman ABD'nin, İsrail'in danışmanı oldu, yanında pozisyon aldı. Ortak çıkarlar üzerinden her şey kurgulanıyor. Askeri olarak çok öne çıkmadı ama ilişkileri çok derin, etki gücü çok fazla, bölgedeki aşiretlerle bağlantıları çok kuvvetli.
TÜRK DEVLETİ ÇETELERİN ÖNÜNÜ AÇTI, ÖSO'YU HAREKETLENDİRDİ
Ankara, Şam rejimiyle ilişkileri normalleştirmek istediğini belirtiyordu. Ancak bugün geldiğimiz noktada HTŞ çeteleriyle paralel olarak, Türk devleti destekli çeteler de Rojava'ya karşı harekete geçirildi. Türk devletinin Esat rejimi ve Rojava planı nedir?
Türk devleti, Esad rejimini kendi koşullarını kabul etmeye zorlamak için şu anki gelişmeleri değerlendirecektir. Türk devleti, Suriye'den, işgal ettikleri topraklardan, ilhak etme girişiminde bulunduğu topraklardan vazgeçmek istemiyor. Aslında Suriye'nin talepleri, devletler arası ilişkiler açısından meşru talepler. Türkiye, onlara "Biz buradan çekileceğiz, askeri güçlerimizi çekeceğiz" güvencesi vermiyor. Yani bu şu anlama geliyor; biz buraları ilhak edebiliriz. Suriye'nin de zaten onlara güvenmesi içinde bir sebep yok.
Şimdi oluşan durum; Suriye yönetimini sıkıştırıyor. Halep için "Bu işle alakamız yoktur" diyorlar, ama alakaları var, çünkü yakın zamanda faşist şef Esad'a, "Hala umutluyuz son bir çağrı daha yapıyoruz" dedi. HTŞ'nin Halep'e saldırısı başladıktan sonra faşist şefin de, dışişleri bakanının da ellerini ovuşturduklarını görüyoruz. İdlip'ten Halep'e doğru yönelen bu kuvvetler ile Şam yönetimi arasında Türkiye'nin karakolları var. Türkiye iki taraf arasındaki ateşkesi, saldırmazlığı takip etmek için garantör bir devlet olarak orada bulunuyordu. Ama hiç böyle bir rolü yerine getirmedi.
En az sorumluluğu nedir dersek, birinci olarak çetelerin önünü açmış oldu. İkincisi; ÖSO'yu hareketlendirerek paralel hareket etti. Üçüncü olarak; hemen İstanbul'daki siyasi kuvvetleri harekete geçirerek Suriye üzerindeki siyasi baskıyı artırmaya girişti. Ve ama bunlardan önce de şunu görüyoruz; objektif olarak Astana süreci çökmüş bulunuyor. Yani orada da Rusya ve İran'la yaptığı anlaşmalara uymadığını görüyoruz. Fırsatçı ve çıkarcı bir durumun olduğunu kesinkes söylememiz gerekir.
İÇERİDEKİ VE BÖLGEDEKİ POLİTİKA BİRBİRİNE PARALEL İLERLİYOR
Suriye'de yaşananları Türkiye'de 1 Ekim'den bu yana Kürt sorununda "süreç mi, değil mi" tartışmasıyla birlikte ele alırsak, nasıl bir değerlendirme yaparsın?
"İçeriyi dizayn etmek gerekir" dedikleri şeyde, Misak-ı Milli sınırları var. Yani Güney Kürdistan ve Rojava da bu sınırlar içerisinde. Dolayısıyla böyle gelişecek bir harekette Rojava'daki kuvvetlerin kendi yanlarında yer almasını istiyorlar. Yani Öcalan'a yaptıkları teklif, bir yandan bakıldığında teslimiyet, gerillayı yok etme, PKK'yi bölme taktiği, ama öbür yandan bölgesel duruma baktığınızda; Rojava'daki kuvvetler bizimle birlikte hareket etmeliler anlamına geliyordu.
Dolayısıyla içeride izledikleri politikayla bölgede izledikleri politika birbirine paralel. Şöyle bir hatırlatma yapmak istiyorum. 2013-2014'te müzakere sürecinin çıkış noktasında da yine Rojava vardı. Hatırlayın başlangıç aşamasında Salih Müslim'e kırmızı halılar serdiler, Türkiye'ye davet ettiler. Fakat çok kısa bir süre sonra düşman ilan ettiler. Çünkü bunların kontrol ettiği güçler, Kürtlerin varlığını ve haklarını kabul etmiyorlar. O zaman Rojava'daki demokratik güçler şunu söylediler: "Eğer Suriye yönetimi bizim varlığımızı ve haklarımızı kabul ederse, biz onlarla ilişkilerimizi normalleştirir ve yürütürüz." Zaten öyle olmuştur şimdiye kadar. Rojava'daki kuvvetler Suriye'deki yönetime savaş açmadı. Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Esad rejimi ile anlaşma yapmak istedi, "bizim özerkliğimizi kabul edin, Suriye'deki rejim de demokratikleşsin" dediler.
Fakat Türkiye'nin desteklediği sözde "muhalif güçler" Kürtlerin varlığını, onlarla eşit bir taraf olarak görüşmeyi kabul etmediler. Türkiye'nin inkarcı, sömürgeci politikasının bir yansıması olarak Kürtlerin ve bölge halklarının inkarı üzerine kurulmuş bir politika geliştirmeye çalıştılar. Rojava'da devrimci güçler, kendi özerk alanlarında özyönetimlerini kurarak, kendi savunmalarını, yönetimlerini örgütleme, üçüncü yol dediğimiz yola girdiler.
ROJAVA'YA TESLİMİYET DAYATILIYOR
Şimdi onların teslimiyet çağrısı Rojava açısından şu anlama geliyor; "Bütün yaptıklarınızdan, kendinizi yönetmekten, kurduğunuz özerklikten vazgeçin, tıpkı ÖSO gibi bizim elimizde bir araç haline gelin" diyorlar. Siz bizim elimizde araç haline gelin her türlü desteği veririz. Hatta Dışişleri Bakanı "Kürtlerin hamiliğini de üstleniriz" diyor.
KÜSTAH BİR BEYAZ TÜRK TUTUMU SERGİLENİYOR
Faşist şeflik rejimi Öcalan'a gel Meclis'te konuş, gerillanın dağıtılması, tasfiye edilmesi için rol üstlen, fakat ben Kürt halkının kolektif varlığını da demokratik haklarını da tanımıyorum diyor. Kürtler 50 yıldır niye mücadele ediyorlar, neden bu kadar bedel ödediler. Ne zannediyor bunlar kendilerini. Bölgede de Kürt varlığıyla ilgili her zaman böyle düşünüyor. Güney Kürdistan'da kendileriyle yakın işbirliği yapan KDP'yi bile "çadır devleti", "aşiret" diyerek aşağılıyorlardı. Rojava'daki yönetimi de aşağılıyorlar, "bize teslim olun, boyun eğin" çizgisindeler. Türk devletinin geleneksel küstahlığı, kendini bilmezliği devam ediyor.
Öcalan ile görüşmeleri kontrol altında tutmaları ve yaptırmamaları a) Öcalan üzerinde baskı kurarak kendi çizgilerine getirmeye çalışıyorlar; b) İki taraf için de kabul edilebilir bir anlaşmaya yanaşmıyorlar. Şimdiki durum bence böyle. Öcalan'a baskı, bir rehin olarak Kürt halkına şantaj yapıyorlar, bir yandan da Türk halkını kandırmak için de "kardeşlik" propagandası yapıyorlar. "Bakın biz bütün teklifleri yaptık, Meclisi açtı, Devlet Bahçeli şunları şunları yaptı, ama DEM Parti, Kandildekiler hain, Öcalan kabul etmiyor" diyerek kalleş bir mücadele yürütüyorlar.
Bunlara değil, mücadeleye güvenmek gerekir. Suriye'de yaşananlarla 1 Ekim'den bu yana Türkiye yürütülen tartışmanın ilişkisi var. Bu ilişki, egemenin, sömürgecinin bütün durumlarda kendini dayatma, sömürgeciliği yeniden inşa etme, yaşatma ilişkisinin ötesinde değil. Bir demokratikleşme, karşı tarafın varlığını, haklarını kabul etme yok. Küstah bir beyaz tutumu geleneksel olarak.
ROJAVA'DA ÜÇÜNCÜ YOL HALA YAŞIYOR
Peki bu tablo içerisinde Rojava'da üçüncü yolun bugünkü durum içerisinde karşılığı var mı?
Amerika ile askeri ittifak üzerinden insanların yaptığı tartışmalar üçüncü yolu sorgulattı. Ama Amerika Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimini siyasi olarak tanımadı. Ama askeri ittifakı asla gizlemeden, örtbas etmeden, bu gerçeğin ve yarattığı risklerin bilincinde olarak; şu anda üçüncü yol yürürlükte, yaşıyor. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ne muhaliflerle ne diğer tarafla işbirliği içerisinde. Özerk Yönetim, "bizim varlığımız, demokratik haklarımız, güvenliğimiz temelinde Şam yönetimiyle bu sorunları çözmeye hazırız" görüş açısını korudu.
Son gelişmeler Esad rejimini bu konuda düşünmeye yöneltmelidir. Ya demokratikleşerek, Kuzey ve Doğu Suriye yönetimiyle demokratik ilişkilere girecek, varlığını kabul edecek, dolayısıyla Suriye'nin savunulmasını ortak sorun haline getirecek ittifak yoluna gidecek; ya da başka bir süreç olacak.
Durumun daha iyi anlaşılması için şuna dikkat çekmek istiyorum. Suriye'deki Esad yönetiminin ayakta kalması için üç faktör vardı. Birincisi, kendisi direndi. Ama bu ayakta kalmasına yetmezdi. İkinci faktör, İran ve Rusya ittifakıdır. Üçüncüsü de Rojava'dır. Rojava Devrimi temel sebeplerden bir tanesidir. Rojava'da güçlü bir direniş oldu, özyönetim kuruldu, güçlü bir askeri gerçeklik ortaya çıkarıldı. Bu askeri gerçeklik hiçbir zaman Esad rejimini devirmek için, Esad rejimiyle savaşanlarla işbirliği yapmak, durumdan faydalanmak yoluna gitmedi. Ve her zaman Esad rejimiyle ilişkiye geçmek, Kürtlerin varlığını, demokratik haklarını, özerk yönetimi tanımalarını istediler. Ama karşı taraf Ankara'da rejime benzer sömürgeci duyarlılıkla bunları geri çevirdi. Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'nin pozisyonu üçüncü yoldur. Halklar için başka bir yol gösteren pozisyonunu çok karmaşık, zor koşullar altında kendi güvenlik ve gelecek riski olmasına rağmen devam ettiriyor. Üçüncü yolda direnen bir gerçeklik var. Bu dünya ve bölge halkları için önemlidir. Üçüncü yol hala yaşıyor.
SAVAŞ, KAOS, DEVRİM
Bir tarafta Rojava, Suriye'de yaşanan sömürgeci saldırganlık, diğer tarafta İsrail'in Filistin ve Lübnan halklarına yönelik işlediği savaş suçları var. Bu süreçte halklar lehine çözüm için neye ihtiyaç var?
Ortadoğu gerçekliğini birkaç kelimeyle tanımlamak gerekirse, birincisi savaş; ikincisi kaos; üçüncüsü devrim. Bu üç gerçekliği birlikte görmemiz gerekiyor. Devrim gerçekliği kuşkusuz Rojava'da açığa çıkartılan bir durum. Bunun iki yönü var. Rojava'daki devrim gerçekliği ortaya çıkaran, ona öncülük eden Kürt özgürlük hareketi var. Kürt halkı Ortadoğu'daki mücadelenin tam merkezinde duruyor. Bu devrimci önderliğin girdiği siyasi ilişkiler var. Türkiye'deki devrimci örgütlerle, Türkiye-Kürdistan birleşik devrimi için girdiği ortak ilişkilerdir. İkincisi, bununla paralel olarak Ortadoğu devrimi için girilen ilişkiler. Bir yanı bu. Öbür yanı halklar arasındaki ilişkilerdir. Rojava Devrimi halklar arasındaki ilişkiler açısından sorunuzun cevabını bir ölçüde açığa çıkarttı. Rojava Devrimi gerek Kürt halkıyla Arap halkı arasında, gerek Kuzey ve Doğu Suriye'deki Türkmenler, Ermeniler, Süryaniler, Asuriler, Keldaniler arasındaki ilişkiler açısından bakarsak, halklar arasında eşit, özgür bir birlik örneği açığa çıkarttı. Halklar arasında ulusal egemenlikçi olmayan demokratik bir çoğulculuk örneği açığa çıkarttı.
Bu bölgedeki halklar arasında, Musevi halkıyla Arap halkı arasındaki tarihsel ilişkiler bakımından da örnek oldu. İsrail'de de ırkçı, aparheid, soykırım uygulayan yönetime karşı mücadele eden halk kitleleri var. Bunu da görmemiz lazım. Soykırımcılar bugün güçlüler, ama geleceği bunlar kuracak değil. Bölgede, askeri-bürokratik, despotik rejimler var. Arap devletleri de böyle. ABD ve Avrupa ülkeleri "dünyanın görülmemiş demokrasi"si olarak dünyaya yutturmaya çalışıyorlar, ama İsrail'de siyonist, apartheid bir rejim var. Bölgede geçmişten birikmiş çelişkiler var. Suriye'deki savaşı, Sünni-Şii savaşına dönüştürme eğilimi var. Ankara yönetimi de mezhep savaşına dönüştürmek istiyor. Filistin'deki mücadeleyi Müslüman-Yahudi savaşına dönüştürmek isteyenler var. Ya da İsrail-Hizbullah savaşı olarak çarpıtan yaklaşımlar var. Demokratik güçlerin içinde bunların olması çok olumsuz bir durum.
BÖLGEDEKİ ANTİEMPERYALİST DEVRİMCİ GÜÇLER SIKI İŞBİRLİĞİ KURMALI
Birinci olarak bölgedeki antiemperyalist devrimci demokratik güçlerin arasındaki ilişkilerin çok sıkılaştırılması ve bunların bölgesel birliklerini, işbirliğini geliştirilmesi lazım. Geçmişte içinde FDKC ve FHKC'nin, Türkiye, Kürdistan ve İran'dan güçlerin içinde yer aldığı antiemperyalist koordinasyon kurma girişimi oldu. Çok büyük sonuçlar açığa çıkaramadı ama önemliydi. Nereye doğru yürümemiz gerektiğini gösterdi. İkinci olarak da, halklar arasındaki güven ilişkilerinin kurulması. Türk, Arap ve İran sömürgeciliğinin halklar arasında derin güvensizlikler yarattığını biliyoruz. Emperyalistlerin bu derin güvensizlikleri kullandığını, halkları birbirine düşürmek, bölgedeki hegemonyalarını devam ettirmek için bunlardan yararlandıklarını biliyoruz. Bölgedeki durumun yakın zamanda durulması mümkün değil. Belki de birkaç on yıl sürecek, nihai olarak gerici, sömürgeci, milliyetçi iktidarların, emperyalist hegemonyanın dağılmasına ve bölgede muhtemelen bir demokratik halklar federasyonun -biz bunu Ortadoğu Demokratik Federasyonu olarak tanımlıyoruz-. Sosyalizme açılan bir perspektif olarak bu çizgi zaten bir nesnellik olarak halklar önünde var. Biz öznel olarak bunu anlatıyor ve mücadelesini örgütlemeye çalışıyoruz.
Perspektifimiz, bölgedeki gerici odakları, emperyalist işbirlikçileri ve emperyalistleri hedefleyen; bölge halklarının ve onların devrimci temsilcilerinin sıkı işbirliğini gerektiriyor.
HER YERDE DAYANIŞMAYI ÖRGÜTLEMELİYİZ
Rojava'ya yönelik saldırıya karşı nasıl tutum alınmalı?
Rojava ile ilgili olarak Kürt halk önderi sayın Abdullah Öcalan daha önce, "savaş komünizmi koşullarında yaşadıklarını unutmamalılar" demişti. Bu çok önemli bir tespit. Rojava hiçbir zaman savaş gerçekliğinin dışına çıkmadı. Rojava'daki devrimci, demokratik, halkçı, kadın özgürlükçü yönetim bunu mutlaka gözetecektir. Rojava'daki komünist güçler, özyönetimin ve oradaki varlığın savunulması için üzerilerine düşen sorumlulukları mutlaka yerine getireceklerdir. 2012'den beri orada geliştirilen öncü komünist çizginin gereklerini yerine getireceklerdir. Çok dikkatli, çok uyanık olunması gereken bir süreçtir. Rojava'daki komünistler bu hazırlık çizgisinde dünya sosyalist hareketi için de örnek oluşturacaktır. Demokratik hareketler, yönetimle devrimci ilişkiler, halklar arasındaki dayanışma ve kader birliğinin gerektirdiği karşılıklı sorumluluğu göstereceklerdir. Yoldaşlarımızın, siper yoldaşlarımızın bu tür bir devrimci çizgiyi güçlü bir şekilde geliştireceklerine inanıyoruz. Yüreğimiz onlarla, her yerde dayanışmayı örgütlemek, ama özellikle Türkiye'de, batıda bu dayanışmayı örgütlemek son derece önemli bir devrimci görevdir. İhmale, ertelemeye gelmez. Her birimiz yüksek duyarlılık göstermeliyiz. Onlara başarılar diliyorum.