ÇEVİRİ | Unutulmaz 1979 ayaklanmasının 43. ve Siyahkel kahramanlığının 57. yıldönümü
İran'da islamcıların, Batı desteğiyle ele geçirdiği halk ayaklanması ve devrimin ardından inşa ettikleri diktatörlük bugün Rus ve Çin emperyalistlerinin suyuna gitmek zorunda. Ancak kapitalizmin yasaları aynı şekilde işliyor ve ülke tıpkı Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu ekonomik darboğaz ve işçi eylemlerine benzer bir süreci yaşıyor. Ortadoğu'da antiemperyalist mücadele antikapitalist mücadeleyle iç içe geçiyor. Bölge halkları kendi gerici diktatörlüklerine karşı '79 devrimi gibi isyan dalgalarını yeniden harlamak için hareketleniyor. FKP'nin '79 devrimi ve silahlı eylemlerin yıldönümünde İslami rejime ilişkin yaptığı değerlendirmeyi güncelliği nedeniyle ilginize sunuyoruz.
51 yıl önce, Şah Muhammed Rıza'nın ağırlıklı olarak SAVAK¹, polis, ordu, jandarma ve diğer bürokratik aparatlar gibi güçleri olan baskıcı sistemine dayandığı ve hükümetini bölgedeki en istikrarlı ve ölümsüz hükümet gördüğü bir zamanda İran halkının Fedai gerillaları Siyahkel² jandarma istasyonuna cesurca bir saldırı düzenledi.
Halkın Fedaileri'nin³ 10 Şubat 1970'te Siyahkel jandarma istasyonuna saldırmak üzere taşıdıkları devrimci kararlılık, 19 Ağustos 1943'ten sonra Tudeh Partisi'nin içine girdiği durgunluk ve ihanetin sona ermesinin bir sonucu olması bağlamında uzun yıllardır toplumda süren pasif sessizliğin bitişini simgeliyordu. Siyahkel başkaldırısı hiçbir abartıya yer vermeksizin denilebilir ki İran'ın yeni devrimci hareketine taze bir yaşam sundu ve o dönem ki muhalefetin eylemsizliği ve boşvermişliğine bir son verdi.
O zamandan bu yana, çeşitli toplumsal katmanlar yeni bir ezgiyle protesto etmeye ve mesleki-politik ve ekonomik taleplerini yerine getirmek için ayağa kalkmaya başladılar. Ezilen kitleler yüzlerini adım adım sokak protestolarına ve gösterilere döndüler ve çeşitli toplumsal kesimler Şah rejimine karşı mücadele etmek için ayağa kalktılar. Devasa sayıda işçi ve toplumun diğer düşük ücretli kesimleri Şah rejimini protesto etmeye başladığında dinsel bazı gruplar ve Özgürlük Hareketi gibi gerici ve Amerika yanlısı gruplar aniden sokaklara çıktılar ve halkın kitlesel eylemlerine öncülük etmeye çalıştılar. 1978 ayaklanması günleri gösterilerin liderliğinin devrimci ve militan güçlerin elinden çıktığı bir durumda seyretti. Şubat 1978 ayaklanması sırasında kitlelerin ulusal çapta zaferi getiren ve hatırlanmaya değer eylemleri, monarşinin yıkıntıları üzerinde demokratik bir sistemin kurulması için yeni bir test anlamına geliyordu. Ancak, tüm o devrimci kararlılık ve fedakarlıklar ilerici ve antikapitalist hareketi yok etmek için gerici dinci güçler ile emperyalizm arasındaki gizli ortaklık ve işbirliği nedeniyle başarılı bir şekilde nihayete erdirilemedi.
Şah hükümetinin devlet makinesini kırmak ve özgürlüğü kazanmak için milyonlarca insan halen sokaklarda dövüşürken ABD öncülüğündeki emperyalist hükümetler Guadalup Adası'nda İran kapitalist sistemini ve kendi kazançlı pazarlarını korumanın bir yolunu bulmak üzere toplandılar. Kararları iki temel etkene dayanıyordu: Kitlelerin cahilliği ve İran muhalefetinin deneyimsizliği. Şah kısa süre içinde İran'dan kovuldu ve bölgedeki pan-islamizm politikasını güçlendirme bağlamında emperyalist hükümetler İran'da monarşi yerine diktatöryal-dinci bir rejimi getirmek için taşları döşediler. Humeyni'nin dinciliği lehine Batı hükümetlerinin propagandası, özellikle de kötü şöhretli BBC haber ajansının yayınları, İran halkı tarafından asla unutulmayacak. Sözde "özgürlük" ve "insan hakları" savunucuları Humeyni'yi muhalefetin lideri yapmak için tüm propaganda araçlarını ve medyayı kullandılar. Uyduların yardımıyla Humeyni'nin resminin Ay'dan görülebildiğini kanıtlamak için cahil insanları çatıların tepesine çıkmaya teşvik ettiler; zira, Humeyni'nin köktendinci fikirleri Batı hükümetlerinin çıkarlarıyla uyumluydu. 13 Şubat 1979'da 2500 yıllık emperyal rejim halk ayaklanması sonucu düştü, ancak yıkıldığında onun liderliği tamamıyla ABD'nin ve Humeyni, Bazargan ve benzerleri gibi içerideki müttefiklerinin ellerindeydi.
Son 43 yıldır ezilen İran halkı, işçilerden çiftçilere, öğretmenlerden akademisyenlere ve işletmecilere, diğer bir deyişle, tüm toplumsal tabakalar İran İslam Cumhuriyeti'nin diktatöryal-dinci rejimine karşı mücadeleyi, iktidarı ve dayanışmayı asla bırakmadı. Batı ülkeleri uzun bir süre boyunca İslam Cuhuriyeti'ni ve onun İran halkına süregiden baskısını İran'ın ekonomik pazarını Çin ve Rusya'dan koruma bahaneleri ve kendi ekonomik çıkarları gibi gayrimeşru gerekçelerle her daim destekledi. Oysa, şimdi gayet iyi biliyorlar ki İran ekonomik pazarının büyük bir kısmı Çin ve Rusya'nın elinde.
Son yıllarda, Çin ve Rusya hükümetleri, İran'ın doğal kaynaklarını yağma ve talan etme politikası izlemek üzere İslam Cumhuriyeti'nin zayıflıklarından yararlandı. Bu süreçte, suça bulanmış egemen rejim iktidarda kalmak ve kendi hırslarının peşinden koşmak için Çin ve Rusya'nın gücüne yaslanageldi. Bu nedenle, son birkaç yıl boyunca ülke açıktan satışa çıkarıldı. Kuzeyden Rusya Hazar Denizi'ni kontrolüne aldı ve kuzeyden İran'ın güneyine Rus kamyonlarının geçiş hakkını elde etti. Güneyden, Çin, Kiş Adası ve Bandar Jask'ın kontrolünü mutlak bir şekilde eline geçirdi. İslam Cumhuriyeti ve Çin arasında yapılan 25 yıllık anlaşma, Çin askerlerinin bu bölgelerdeki hava alanlarını denetim altında tutmasına imkan veriyor. Çin, İran'ın başındaki diktatörle koordinasyon içinde şimdi de İran konut piyasasına girdi. 25 yıllık anlaşma esasen Çin hükümeti ile üç ana ve en büyük şirket arasında yapıldı: "İmam Humeyni Yürütme Merkezi", "Mustazaflar Vakfı" ve Ali Hamaney ve Devrim Muhafızlarının süpervizyonu altındaki "İran İslam Devrimi Konut Vakfı".
Çin hükümetinin niyeti Pers Körfezi'ndeki ayakizini güçlendirmek ve İran donanmasını kendi emrine amade hale getirmek. Çin her araçla İran'ı kendine bağımlı kılmak ve mecbur bırakmak için uğraşıyor. Eninde sonunda bu yaklaşım, Çin'in emirlerine ve isteklerine boyun eğmek için zorlanan bazı Afrika ülkeleri ve Sri Lanka'ya getirdiği gibi aynı felaketi İran'a da getirecektir. Şu an İran'daki ilaçların yüzde 80'i Çin'de yapılıyor. Dayatılan yaptırımlar nedeniyle İran'ın ilaç üretecek ham maddeleri bulunmuyor. Elbette, bu bağımlılık sadece ilaç üretim piyasasında değil, görünen o ki İran tekstil sektörü de Türkiye'den kıyafet ithal ediyor, ancak gerçekte bu kıyafetler Çin'de yapılıyor. İran giyim pazarını fethedebilmeyi başarmış Türk tüccarlar, İran'da ihtiyaç duyulan giysileri Çin'den sipariş ediyor ve üzerine "Made in Turkey" damgası vuruyor ve sonra doğrudan Çin'den İran gümrüğüne teslim ediyor.
İran rejimi şu anda ekonomik bir çöküşün eşiğinde bulunuyor. İşçi grevleri sürüyor ve tüm toplumsal katmanlar mevcut düzeni karşılarına almış durumdalar. Ülkedeki öğretmenlerin en büyük örgütü yakın zaman önce kuruldu; özgürlük sloganları ve maaşları ve haklarına dair bilinçleri ülke çapında yankılandı ve yayıldı. Bu koşullar altında emperyalist ülkeler, İran'daki ekonomik ve politik amaçlarına ulaşmak için hala İran rejimiyle bir anlaşma yakalamanın peşindeler.
Batılı emperyalist hükümetler bu rejimin gelecekte ayakta kalamayacağından eminler ve bu nedenle İran halkına sözde muhalefet aracılığıyla kendi hakimiyetlerini ve çıkarlarını dayatma umuduyla sahte bir muhalefet oluşumu adı altında yetiştirilmiş bir dizi unsur oluşturmaya ve bunları eğitmeye çalışıyorlar. Genellikle Batılı sözcüler aracılığıyla sunulan bu insanlar İran halkının mücadelelerinde ne geçmişte rol oynadılar ne de şu anda rol oynamaktalar. Avrupa ve ABD arasındaki koordinasyon bu unsurları destekleme biçiminde yıllardır sürüyor, yani tam şu anda umutları tıpkı İbrahim Yazdi⁴, Sadık Qutbzadeh ve Bani Sadr⁶ ile geçmişte yaptıkları gibi bu seçilmiş unsurları İran halk hareketine dayatmaktır.
Mevcut durumda rejim içindeki bölünmeler büyüyor. Devrim Muhafızları ile Besic Milisleri arasındaki, Devrim Muhafızları ile polis arasındaki, İstihbarat Bakanlığı ile Devrim Muhafızlarının İstihbarat Örgütü arasındaki çatışmalar artıyor ve bu bölünmeler içinde birkaçını oluşturuyor. Şu anda tüm güvenlik kurumları Devrim Muhafızları'nın istihbarat servisi tarafından ele geçirildi. İstihbarat Bakanlığı'na bağlı bir dizi güç, Batı yanlısı yönelimleri gerekçesiyle kovuldular ve Batı ülkelerinin işbirlikçisi olmakla suçlandılar.
İslam Cumhuriyeti'nin liderlerinin Irak, Lübnan, Suriye, Yemen, Afganistan ve hatta bazı Afrika ülkeleri gibi bölge ülkeleriyle olan ilişkilere gözle görülür müdahaleleri tamamıyla bölgedeki hegemonyalarını sürdürme amacıyla yapılmaktadır. Bunun gibi akıldışı politikalar şu ana dek İran halkına ağır bedeller ödetti.
İran halkının İslam Cumhuriyeti'ne karşı hoşnutsuzluğu ve öfkesi o kadar büyük ki nükleer anlaşma üzerinden Batılı hükümetler ile yürüttükleri süreğen mücadeledeki başarıları bile rejimi kaçınılmaz çöküşünden kurtarmayacak. İran rejiminin Batı'ya gücünün yetmeyip bir başka "Jam-e Zahar" (bir bardak zehir) içmesinin mi gerekeceği yoksa gücünü yetirip sonuç olarak da bir atom bombasına mı sahip olacağını bu süreç gösterecek. Ancak İran halkının muhalefet düzeyi böyle bir rejimin devamlılığına asla tolerans göstermeyeceklerine işaret ediyor.
İslam Cumhuriyeti liderleri bir atom bombasına sahip olurlarsa İsrail hükümetini korkutabileceklerini mi düşünüyor? Açık ki, bu düpedüz bir yanılsama. Nükleer bir İran, nükleer Pakistan, nükleer Hindistan, nükleer Rusya, nükleer İsrail ve en önemlisi de nükleer Amerika karşısında nasıl bir tehdit oluşturacak? Eğer bir gün ABD ve İsrail, İslami rejime karşı atom bombası kullanmak durumunda kalırlarsa o zaman soru onların tekniğinin, hızının, kararlılığının ve acımasızlığının İslami rejimden daha mı az olduğu olacak? Yani, rejim liderlerinin kafa karışıklığı atom bombası oyunu yalnızca halkın ve sonraki jenerasyonların iyiliği aleyhine bir yola götürecektir. Bu mezalimler milyonlarca insanın yaşamına mal olacaktır sadece ve İran'ı yüzlerce değilse de onlarca yıl geriye götürecektir.
İslami rejimin elinde olan ve oynayabileceği yegane koz karşıt güçler arasındaki anlaşmazlık ve hatta çatışmalardır. Bu koşullar halkın devrimci güçlerin ön saflarına gelmesini de koşulladı. Ne yazık ki, yaygın halk ayaklanmalarının arasındaki koordinasyon eksikliği mücadelelerinin şu ana kadar İslami rejim tarafından bastırılmasıyla sonuçlandı. Bu kanlı oyunda bir kez daha Batılı hükümetlerin zehirli kurallarına tanık oluyoruz. Rejimin teröristlerinin kendi ülkelerinde gezinmesine imkan veren ama muhalif güçleri yargılayanlar onlar. Zaman zaman iç siyasete bağlı olarak bazıları Avrupa ülkelerinde kaçırılıp katlediliyor. Bazı durumlarda, rejimin ajanları bazı muhaliflere yurt dışında dava bile açabiliyor ve ekonomik ilişkilerdeki kimi sözleşmelerin yenilenmesinde iyi niyet göstergesi olarak rejim karşıtlarının mülklerine el konuluyor. Bu tür girişimler rejime karşı gerçekten savaşanların yaşamlarını tehlikeye atıyor ve aynı zamanda emperyalistlerin İslami rejimi desteklemeleri için daha uygun bir durum yaratıyor.
Böyle bir durumda özgürlüğü kazanmanın ve diktatöryal-dinci rejimi yıkmanın tek yolu devrimci, militan ve ilerici güçlerin dayanışmasını büyütmek olacaktır. Kazanmak için bir olmalıyız.
(1) Saziman-i İttilat ve Emniyet-i Keşver (Milli İstihbarat ve Devlet Güvenlik Örgütü). CIA aracılığıyla kurulan ve 1957-79 arası faaliyet gösteren casus ve istihbarat yetiştirme örgütü.
(2) İran'ın kuzeyinde Giyan eyaletine bağlı bir kent.
(3) İran Halkının Fedai Gerillaları Örgütü, kısaca Halkın Fedaileri (Fadaiyan-e Khalq)
(4) 1995'ten öldüğü 2017'ye kadar sürgünden İran Özgürlük Hareketi'ni yönlendirdi. 79'da geçici hükümette rehine krizine kadar dışişleri bakanlığı görevini yaptı.
(5) Humeyni 1978'de Fransa'da sürgündeyken ona en yakınlardandı. '79 devriminin ardından İran rehine kriziyle birlikte 1 yıl kadar dışişleri bakanlığı görevine getirildi. 1982'de Humeyni'ye suikast hazırlığı suçlamasıyla idam edildi.
(6) İran İslam Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı. Ülkeye Humeyni ile birlikte döndü. 1981'de Humeyni ile ihtilafa düştü ve sarayı Devrim Muhafızları tarafından kuşatıldı. Yakınları tutuklandı, kendisi ise Fransa'ya sürgüne gitti.
*Filipinler Komünist Partisi'nin, "Unutulmaz 1979 ayaklanmasının 43. ve Siyahkel kahramanlığının 57. yıldönümü" başlıklı yazı Ivana Benario tarafından ETHA için Türkçe'ye çevrilmiştir.